text
stringlengths 290
300k
| url
stringlengths 19
415
| tokens
int64 125
150k
| length
int64 290
300k
|
---|---|---|---|
ODTÜ araştırma gemisi Bilim-2, deniz salyalarını takip için Marmara Denizi'nde seyrüseferde
Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi ve Enstitü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Yücel, "Gemimizden anlık ulaşan bilgiler, müsilajın sadece yüzeyde değil, denizin içinin de jel gibi olduğu ve denizdeki oksijenin de çok azaldığı yönünde." dedi.
Ankara
Marmara Denizi'nde birçok noktada görülen deniz salyası (müsilaj) oluşumunu araştırmak üzere seyrüfeser halindeki ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsünün araştırma gemisi Bilim-2 ile toplanan bilimsel veriler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 4 Haziran Cuma günü düzenleyeceği çalıştayda sunulacak.
- Bakan Kurum: 6 Haziran'da 'Marmara Denizi'ni Koruma Eylem Planı'nı kamuoyuyla paylaşacağız
- Türk Deniz Araştırmaları Vakfı: Marmara Denizi'nde balık ağlarının gözleri Müsilaj nedeniyle kapanmış durumda
- Denizlerdeki tehlike 'müsilaj' suyun altında varlığını sürdürüyor
- Bilim insanları müsilaj oluşumunun Marmara Denizi'ne etkilerini araştırıyor
Marmara Denizi'nin birçok noktasında, şubat ayından bu yana, canlı organizmaların en basit şekilde artık yaşamayan organik atığı olan salya oluşumlarının görülmeye başlanmasının ardından gözler, bilim dünyasının bu konudaki çalışmalarına çevrildi.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsünün seyrüseferdeki Bilim-2 araştırma gemisi de Marmara'yı komaya sokan deniz salyası oluşumunu yerinde takibe aldı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü koordinasyonunda, 2017'den bu yana yürüttüğü Marmara Denizi Bütünleşik Modelleme Sistemi (MARMOD) Projesi'nde görev alan ve salya oluşumları ile ilgili Bilim-2 Gemisi'nden gelen verileri analiz eden Enstitü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Yücel, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
Bakanlığın, büyük bir özveri ve deneyimli uzmanları ile MARMOD Projesi'ni destekleyip, dikkatle takip ettiğini dile getiren Yücel, Marmara seferinin ayrıca DEKOSİM Ulusal Deniz Araştırmaları Altyapı Merkezi Projesi ve TÜBİTAK BİDEB Öncü Araştırmacılar Programı tarafından desteklendiğini kaydetti. Doç. Dr. Mustafa Yücel, böylece, son teknoloji oşinografik ölçüm platformları ve sensörler ile Marmara'nın en derin noktalarından veri toplanmasının mümkün olacağını ifade etti.
Yücel, ana hedefinde, "Marmara'yı kurtarmak için deniz-bilim ve veriye dayanan çözüm önerileri sunmak" olan MARMOD Projesi'nin, Marmara Denizi için ortak bir veri tabanı oluşturulması, oksijen seviyesinin belirlenmesi gibi öncelikli hedeflerinin bulunduğunu anlattı.
Ancak acil bir durum oluşturan salyanın da artması üzerine ODTÜ Bilim-2 Gemisi'nin rotasını, olağanüstü durumu incelemek üzere bu bölgeye çevirdiğini ve ek örnekleme ve analizler planladığını bildiren Mustafa Yücel, bilim insanlarının seyrüseferlerinde, Marmara Denizi'nin sağlığını 70'e yakın istasyonda ve 1200 metrelik en derin noktaya kadar pek çok açıdan ele aldığını belirtti.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Yücel, toplanan verilerin enstitüye aktarılarak, bilim insanlarınca mercek altına alındığını söyledi.
"Marmara'da aşırı alg üretimi, yüzde 70 oranında karasal kaynaklı"
Taşıma kapasitesinin üstünde aşırı besin elementi girdisi nedeniyle Marmara Denizi'nde alg ve plankton artışı yaşandığını ifade eden Yücel, sözlerine şöyle devam etti:
"MARMOD Projesi'ndeki ölçümler gösteriyor ki Marmara'da aşırı alg üretimi, yüzde 70 oranında karasal kaynaklı, az arıtılmış ya da yeterli kapasitede arıtılmamış atıkların denizle buluşmasından kaynaklanıyor. Evsel atık, su arıtma tesislerinin hayata geçirilmemesi, atık suların arıtılmadan denize verilmesi ve oksijen miktarının azalması bu durumun nedenleri arasında sayılabilir.
Tüm dünya denizlerinin ortalama sıcaklığı 0,8-1 derece arasında ısınmış durumda iken Marmara Denizi'nin çeşitli nedenlerle 2-2,5 derece arasında ısındığı belirtiliyor. Küresel ısınma da bir etken gibi görünüyor. Marmara Denizi'ndeki salya oluşumu, denizin içindeki fazla organik malzemeyi dışarı attığı şeklinde yorumlanabilir."
MARMOD araştırma seferinin verileri çalıştayda paylaşılacak
ODTÜ olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığının cuma günü düzenleyeceği Marmara Denizi'nde Müsilaj Sorunu ve Çözüm Önerileri Çalıştayı'na katılarak, Bilim-2 Gemisi'nden elde ettikleri veri analizlerini paylaşacaklarını ve çeşitli çözüm önerilerini sunacaklarını bildiren Doç. Dr. Yücel, şöyle konuştu:
"Marmara Denizi'nde son haftalarda görülen yoğun salya oluşumu, aslında buz dağının görünür hali. ODTÜ Bilim-2 Gemimizden anlık olarak ulaşan bilgiler, müsilajın sadece yüzeyde değil denizin içinin de jel gibi olduğu ve denizdeki oksijenin de çok azaldığı yönünde. Denizden örnek alıp incelemek için kullandığımız filtreler ve pompalar organik parçacık yoğunluğundan güçlükle çalışıyor şu an. Türkiye denizlerinde daha önce görülmemiş büyük bir felaketle karşı karşıyayız.
Marmara'da görüntülenen yoğun salya aslında gözle görünen kısım, asıl su kolonu boyunca yayılmış durumda ve deniz tabanını kaplamaya başladı. Dalgıç hocalarımız veriler aktarıyor. Üstteki 30 metredeki organik yoğunluğu, Marmara Denizi tarihinde daha önce hiç ölçmedik. Bu olayı hangi sebep bu noktaya getirmiş, bunun cevabını vermek kolay değil. Topladığımız veriler, Karadeniz'de canlı yaşamı için gerekli olan oksijen seviyesi stabil seviyedeyken Marmara Denizi'nde bu seviyenin yıllar geçtikçe azaldığını gösteriyor. Genel olarak, Marmara'nın doğusunda su canlıları, 80 metreye kadar oksijen alabilirken son yıllarda bu 20 metreye kadar düştü. Yani deniz yüzeyinin ilk 20 metresinde oksijen var, altında yeterli oksijen yok. "
Bazı bilim insanlarının, denizdeki salyalanmaya, "çok ani bir deşarjın neden olduğu" ihtimali üzerinde durduklarını aktaran Yücel, "Bazı hocalarımız, ani deşarjın Marmara genelini tetiklediği yönünde görüş bildiriyor. Tetiklenince toplu bir reaksiyon olduğu senaryolar arasında. " dedi.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Yücel, "Marmara'nın sağlıklı kalması, Karadeniz havzasının sağlığını da doğrudan etkiliyor. Aslında bu durum, uluslararası sonuçlar da doğurabilir. Yaptığımız modellemelere göre, karasal atıkların en az yüzde 50 oranında azaltılması, Marmara Denizi'ni 5-6 yıl içinde komadan çıkarabilir. Bu durumda balıkların 80-100 metre derinliklere kadar dağılım gösterdiği dönemlere geri dönebiliriz. Uzun vadede ise atık miktarının daha da aşağılara çekilmesi gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.
3 önemli çözüm önerisi
Çalıştay için MARMOD projesi sonuçlarından bir dizi çözüm önerisi de derlediklerini belirten ve bunları, "ileri arıtma", "yeşil tampon bölgeler", "arıtma bölgelerinin denetimi" olarak özetleyen Doç. Dr. Mustafa Yücel, şunları kaydetti:
"Marmara Denizi'ni komadan çıkarmak için önerilerimiz arasında, İstanbul Boğazı alt tabakasına deşarj edilen kentsel atık sulara ilişkin yatırım planının yapılması bulunuyor. Susurluk, Marmara ve Ergene havzalarından Marmara'ya deşarj edilen yüklerin azaltılması, kentsel kaynaklı atık su deşarjları için alıcı ortamın taşıma kapasitesini dikkate alan limitlerin belirlenmesi, Kadıköy, Yenikapı, Üsküdar ve Baltalimanı ve Paşabahçe Önarıtma tesislerinde iyileştirme planlarının yapılması da önerilerimiz arasında. Bunun yanında İstanbul Eylem Planı için öngörülen kapasite ve yatırımlarla ilgili 2023 yılı hedefinin öne çekilmesinin de gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Ayrıca Susurluk Havzası'ndan Marmara Denizi'ne gelen baskıların azaltılması için Susurluk Havzası Kirlilik Önleme Eylemi Planı'nın acilen oluşturulması ve nehir boyunca yapılacak yeşil tampon bölgelerin oluşturulması da gerekiyor. Çevre mevzuatı açısından denetimlerin artırılması ve iyi tarım uygulamalarının oluşturulması da önem taşıyor. İzmit Körfezi havzasında noktasal kaynakların da kontrolünün sağlanması gerekiyor. Tüm bu önerilerin hayata geçmesi için belediyelerin birlikte çözüm yollarını geliştirmesi gerekiyor. Çözümün getireceği maliyetlere ülke olarak katlanılması lazım."
Marmara'yı ileride bekleyen başka tehlikenin bulunup bulunmadığına ilişkin bir soru üzerine Yücel, "Bence en büyük yaklaşan tehlike oksijensizleşmenin artarak devam etmesi. Oksijensizleşme sürdükçe bu tehlike daha da büyüyecek. Bu durum Marmara Denizi'nde yakında balıkların ve pek çok deniz canlısının kitlesel ölümüne neden olabilir. Bu çok uzak değil." dedi.
Mustafa Yücel, MARMOD Projesi'nin ikinci fazına geçtiklerini ve Marmara Denizi'ne ilişkin modellemeleri daha da ileri götüreceklerini vurguladı. Yücel, bu model ile denizdeki herhangi bir değişimin sonuçlarının ya da çeşitli yönetim planlarının etkilerinin ne olacağının, karar vericiler tarafından bir arayüz ile test edilip önceden kestirilebileceğini sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/odtu-arastirma-gemisi-bilim-2-deniz-salyalarini-takip-icin-marmara-denizinde-seyruseferde/2261494 | 4,399 | 8,780 |
Ankara
Science Daily dergisinin haberine göre, ABD'deki Güney California Üniversitesinden araştırmacılar, yeni yapay zeka modelinin geliştirilmesinde geçmiş uydu görüntülerinden elde edilen verileri kullandı.
Araştırmacılar, "cWGAN" isimli modelin uydu verilerinden yararlanarak yangının hangi yöne doğru ilerleyeceğini, ne kadar yoğun olacağını ve yangının hızını doğru olarak tespit ettiğini açıkladı.
En son California eyaletindeki orman yangınlarında denenen modelin itfaiyecilerin yangın söndürme ve tahliye çalışmalarına büyük katkı sağladığı belirtildi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/orman-yanginlarinin-ilerleyisini-tahmin-edecek-yapay-zeka-modeli-gelistirildi/3282983 | 342 | 726 |
Oy Birliği Platformundan gençlere Metaverse'te oy kullanma deneyimi
Oy Birliği Platformu, ilk kez oy kullanacak genç seçmenlere Metaverse evreninde VR gözlükler ve joystickler aracılığıyla gerçekçi bir oy kullanma deneyimi sunuyor.
İstanbul
Platformdan yapılan açıklamaya göre, demokratik süreçlere yenilikçi yaklaşımlar getirilmeye devam ediyor.
• İlk kez oy kullanacak genç seçmenler için hazırlandı
— ANADOLU AJANSI (@anadoluajansi) May 2, 2023
• VR gözlükler ve joystickler kullanıldı
Oy Birliği Platformu, gençlere Metaverse'te oy kullanma deneyimi sundu https://t.co/83X9WQj7Hu pic.twitter.com/hKefBfhurA
Daha önce yapay zeka teknolojisiyle hazırladığı seçmen eğitim videolarıyla gündeme gelen platform, şimdi de özellikle ilk defa oy kullanacak genç seçmenlere yönelik bir adım daha atarak, Metaverse evreninde VR gözlükler ve joystickler aracılığıyla gerçekçi bir oy kullanma deneyimi sunuyor.
Platform, gençlerin oy verme sürecine hazırlanmalarını ve oy kullanma deneyimini yaşayarak öğrenmelerini hedefleyen bu çalışmayla demokratik katılımı ve bilinci artırmayı amaçlıyor.
Meta evrende gerçekleştirilen bu yenilikçi projeyi, genç seçmenlere öz güven kazandırmak ve oy kullanma sürecini daha anlaşılır kılmak için tasarlayan platform, genç seçmenlerin demokratik geleceğe aktif bir şekilde katkıda bulunmalarını teşvik ediyor.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Oy Birliği Platformu Sözcüsü Ömer Şahan, gençlerin demokratik süreçlere katılımını teşvik etmek ve onları seçimlerle ilgili bilinçlendirmenin, demokrasinin güçlenmesi için kritik bir adım olduğunu belirterek, "Metaverse üzerinde gerçekleştirdiğimiz oy kullanma deneyimi, genç seçmenlere interaktif bir şekilde demokratik süreci deneyimleme fırsatı sunuyor." ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/oy-birligi-platformundan-genclere-metaversete-oy-kullanma-deneyimi-/2884802 | 886 | 1,917 |
RoboAKUT takımı dünya üçüncüsü oldu
Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı'nın desteklediği Boğaziçi Üniversitesi RoboAKUT takımı, Dünya RoboCup Şampiyonası'nda üçüncülük ödülü aldı.
Istanbul
İSTANBUL
Türkiye Teknoloji Takımı (T3) Vakfı'nın desteklediği Boğaziçi Üniversitesi RoboAKUT takımı, Dünya RoboCup Şampiyonası'nda üçüncü oldu.
Vakıftan yapılan açıklamaya göre, şampiyona, robotik ve yapay zeka alanında dünyanın önemli bilimsel organizasyonlarından biri kabul ediliyor.
Bu yıl 22'ncisi Kanada'nın Montreal şehrinde düzenlenen şampiyonaya, Boğaziçi Üniversitesi RoboAKUT takımı da katıldı.
Yarışmanın simülasyon liginde, Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümü doktora öğrencileri Okan Aşık, Gökçe Uludoğan ve Hatice Kübra Eryılmaz'dan oluşan takım, üçüncülük ödülü kazandı.
RoboAKUT takımından Okan Aşık, geçen yıl da Japonya'da düzenlenen şampiyonada simülasyon liginde üçüncülük derecesi kazanmıştı.
1997'den bu yana her yıl farklı bir ülkede düzenlenen ve alanında dünyanın saygın bilimsel organizasyonlarından biri kabul edilen Dünya RoboCup Şampiyonası, futbol, arama-kurtarma, ev ve endüstriyel robotlar kategorilerinde yarışmalar ve sempozyumdan oluşuyor.
Yarışmanın gerçek robot ligi, geliştirilen robot ve yöntemlerin gerçek ortamlarda test edilmesine olanak sağlarken; yarışmanın diğer bir dalı olan simülasyon ligi daha karmaşık algoritmaların birden fazla robotla test edilebileceği bir platform sunuyor.
Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı, 2023'e kadar 1001 Teknoloji Takımı desteklemeyi ve pek çoğu bu takımlardan kurulacak ve vakfın kuluçka merkezlerinde desteklenecek 1001 Teknoloji Girişimi'ne öncülük etmeyi hedefliyor.
Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı, üniversite takımlarının yanı sıra "DeneYap Teknoloji Atölyeleri"nde geleceğin teknoloji yıldızları programıyla lise ve ortaokul öğrencilerine yönelik 3 yıllık eğitimler düzenliyor.
Muhabir: Sefa Mutlu
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/roboakut-takimi-dunya-ucuncusu-oldu/1191225 | 1,034 | 2,046 |
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Kacır: Kamu öncülüğünde etkin sanayi politikaları yürüteceğiz
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, "Lider milli teknoloji girişimleri çıkaracak, kamu öncülüğünde etkin sanayi politikaları yürüteceğiz." dedi.
TBMM
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, "Lider milli teknoloji girişimleri çıkaracak, kamu öncülüğünde etkin sanayi politikaları yürüteceğiz. 5G teknolojilerinden uçan akıllı mobilite sistemlerine, bataryadan çip teknolojilerine, güneş panellerinden rüzgar türbinlerine, biyoteknolojik ilaçlardan yeni nesil uydu teknolojilerine, hızlı trenlere birçok alanda büyük atılımlar gerçekleştireceğiz." dedi.
Kacır, TBMM Genel Kurulunda bakanlığının 2024 yılı bütçesine ilişkin yaptığı konuşmada, Genel Kurulda fenalaşan ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez ile Denizli'nin Acıpayam ilçesindeki bir madende meydana gelen göçükte hayatını kaybeden madencilere Allah'tan rahmet diledi.
Dünya tarihinin, yeni ve keskin dönemeçlerden geçtiğini, ticarette korumacılığın yükseldiğini, yerel üretim, yakından tedarik, dostlardan tedarikin ana akımlar haline geldiğini anlatan Kacır, eski dünyanın yerine yenisinin kurulduğunu, Türkiye'nin de bu büyük dönüşümü, Cumhuriyet'in ikinci asrına adım atarken göğüslediğini söyledi.
Türkiye'nin geçmiş dönemlerde sanayi ve teknoloji alanındaki atılımlarının engellendiğini dile getiren Kacır, uçak fabrikalarının kapatıldığına, İstiklal Savaşı kahramanı Vecihi Hürkuş'un ürettiği uçakları uçurmasına sertifikasızlık gerekçesiyle engel olunduğuna ve Devrim otomobilin yolda bırakıldığına dikkati çekti. Türkiye'nin sanayileşme tarihinin adeta akamete uğratılmış hikayeler tarihine dönüştüğünü belirten Kacır, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bugün geriye dönüp baktığımızda 'keşke öyle olmasaydı' dediğimiz ne varsa son 21 yılda yerine koymaya, oldurmaya, gerçeğe dönüştürmeye gayret ettik. 'Keşke'lerin yerlerini 'iyi ki'lere bırakmasını sağladık. Sanayileşme tarihimizin seyrini değiştirmeyi Sayın Cumhurbaşkanı'mızın liderliğinde AK Parti iktidarlarıyla milletçe başardık. Askeri insansız hava aracı üretiminde dünyada lider, ticari araç, güneş paneli, beyaz eşya, çimento üretiminde Avrupa'da birinci, 21 yıl içinde Organize Sanayi Bölgesi sayısını 353'e çıkaran, üretimdeki sanayi alanı sayısını 58 bine, istihdamı 2,5 milyona yükselten, çelik ihracatını 24 milyar dolara, makine ihracatını 23 milyar dolara, kimya ihracatını 30 milyar dolara, otomotiv ihracatını 32 milyar dolara yükselten bir Türk sanayii inşa ettik."
Kacır, Milli Teknoloji Hamlesi ile 21 yılda asırlık kazanımlar elde ettiklerini, Bayraktar TB2, Akıncı, Bayraktar TB3, Anka, Aksungur ve Kızılelma'nın, Türk'ün çelik kanatlarıyla gökyüzüne attığı imzalar olduğunu ifade ederek, terörü vatan toprağından kazıdıklarını, güney sınırından terör koridoru haritalarını yırtıp attıklarını, Karabağ'da, Azerbaycan ile sırt sırta 30 yıllık işgali sonlandırdıklarını ve bu başarı hikayeleriyle Türk gençliğine yeniden öz güven ve cesaret kazandırdıklarını söyledi.
"Vakit Türkiye vaktidir"
Bakan Kacır, Milli Teknoloji Hamlesi yolculuğunda AR-GE ve inovasyona her daim öncelik verdiklerini, AR-GE harcamalarının yıllık 12 milyar dolara yükseldiğini, sağladıkları destek mekanizmalarıyla özel sektörün AR-GE kültürünü benimseyerek teknoloji ve inovasyon altyapısında öncü rol üstlendiğini belirtti.
Bu yıl TÜBİTAK eliyle 180 üniversitenin ve 2 bin 600 firmanın 7 bin 500'den fazla projesine 5,1 milyar lira destek sağladıklarını, 60 şehirde kurdukları 101 teknoparkta 9 bin 951 girişimle teknoloji geliştirme yolculuğunu sürdürdüklerini dile getiren Kacır, 1623 AR-GE ve tasarım merkeziyle kurdukları altyapının meyvelerini aldıklarını söyledi. Bugün yerli patent başvurularında 12'nci, marka başvurularında 4'üncü, tasarım başvurularında ise 2'nci sırada olduklarını belirten Kacır, Türkiye'de 21 yıl önce 414 olan yerli patent başvuru sayısının geçen yıl 9 bin 9'a ulaştığına dikkati çekti.
Son 5 yılda yüzde 66 artış gösteren yüksek teknoloji üretiminin, domino taşı etkisi oluşturarak gelecek dönemlerde ihracata önemli katkılar sunacağını vurgulayan Kacır, "Savunma sanayii alanında yıllık 240 milyon dolardan 5,5 milyar dolara yükselen ihracatımız bunun en güzel örneğidir. Elbette tam bağımsızlık ve kalkınma hedeflerimize erişmek adına bu başarıları savunma sanayii ile sınırlı tutamayız. Ama savunma sanayiindeki başarı ve tecrübeden çok şey öğrendik. Yeni bir endüstri politikasını bu öğreti temelinde inşa ettik." dedi.
Kacır, yeni nesil elektrikli ve akıllı milli otomobili Togg'u başarıyla yollara çıkardıklarını, 60 yıl öncesinin Devrim otomobili hayalini, devrin otomobilini üreterek gerçeğe dönüştürdüklerini söyledi.
"Türkiye için bir fırsat penceresi doğacak"
"272 bin kişilik AR-GE ordumuzla, milyon milyon gencimizin akın ettiği TEKNOFEST'lerden doğan, teknoparklarda büyüyen binlerce teknoloji girişimiyle, rekabet gücü yüksek sanayimizle vakit Türkiye vaktidir." ifadesini kullanan Kacır, şöyle devam etti:
"Lider milli teknoloji girişimleri çıkaracak, kamu öncülüğünde etkin sanayi politikaları yürüteceğiz. 5G teknolojilerinden uçan akıllı mobilite sistemlerine, bataryadan çip teknolojilerine, güneş panellerinden rüzgar türbinlerine, biyoteknolojik ilaçlardan yeni nesil uydu teknolojilerine, hızlı trenlere birçok alanda büyük atılımlar gerçekleştireceğiz. Yüksek hızda gecikmesiz iletişim sağlayan 5G'ye geçerken, yerli ve milli haberleşme altyapımızı inşa edeceğiz. Uçan akıllı mobilite ile birlikte Türkiye için bir fırsat penceresi doğacak. Savunma sanayiinde insansız hava araçlarıyla elde ettiğimiz kazanımları bu alana taşıyarak dünyanın öncü ülkelerinden biri olacağız.
Hem mobilite teknolojileri hem enerji santrallerinde depolama çözümleri açısından kritik öneme sahip batarya alanında yatırımlarımızı hızlandıracağız. 35 gigavatsaat kapasite hedefiyle gerçekleşecek batarya üretim tesisi yatırımlarına teşvik verdik. Kayseri ve Ankara'da lityum iyon batarya üretim tesisleri açtık. Türkiye'nin otomobili Togg'un batarya modüllerinin üretimini ülkemizde gerçekleştiriyoruz. Batarya hücresinin üretimine ilişkin de hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Çevre dostu elektrikli araçların yaygınlaşmasını desteklemek için ülkemizin tüm şehirlerinde şarj istasyonları kurulmasını sağladık. 81 şehrimizde 11 bin 502 halka açık şarj bağlantısına ulaştık. Elektrikli araç başına düşen hızlı şarj istasyonu sayısında Avrupa'da birinciyiz."
Savunma sanayisinde milli akıllı mühimmatların fotodedektörlerinin ve milli radar sistemlerinin çiplerini yerli olarak tasarlayıp ürettiklerini anımsatan Kacır, "Kuracağımız yeni çip üretim tesisiyle otomotiv, beyaz eşya ve savunma gibi sektörlerde kullanılan gelişmiş sensörlerin tasarım ve imalatını ülkemizde yapacağız." dedi.
Yerli ve milli panellerle güneş enerjisinde dünyada söz sahibi olacaklarını ve Avrupa'da 2030 yılına dek oluşacak 400 gigavat güneş paneli talebini karşılayabilecek bölgedeki tek ülkenin Türkiye olduğunu ifade eden Kacır, "2035 yılına dek ülkemizde 53 gigavat kapasiteye çıkarmayı hedeflediğimiz güneş santrallerinde yerli üretim güneş panellerimizin kullanılmasını hedefliyoruz." diye konuştu.
Kacır, "Bu yılın ilk 11 ayında, 308 bin ilave istihdam sağlayacak, yatırım tutarı 1 trilyon 84 milyar lira olan 14 bin 153 yatırım için teşvik belgesi düzenledik." dedi.
Katma değerli üretimi artıracak, cari açığı azaltacak projeleri AR-GE'den yatırıma destekledikleri Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı'na devam ettiklerini belirten Kacır, "Makine, mobilite, üretimde yapısal dönüşüm, sağlık ve kimya ile dijital dönüşüm alanlarında desteklediğimiz, orta yüksek ve yüksek teknoloji odaklı 66 milyar lira yatırım tutarında 185 proje ile cari açığın kapanmasına yılda 7 milyar dolar katkı sağlayacağız. Türkiye'nin gündeminden cari açık meselesini kalıcı olarak çıkarmakta kararlıyız." ifadesini kullandı.
"Deprem bölgemizdeki şehirlerimizin ekonomisini yeniden canlandıracağız"
Bakan Kacır, yapay zeka geliştirme faaliyetleri için kurdukları TÜBİTAK Yapay Zeka Enstitüsünün, kamu ve özel sektörün ihtiyaçlarına yönelik yapay zeka uygulamaları geliştiren şirketleri ve araştırma gruplarını desteklediğini bildirdi.
Kacır, yılbaşından bu yana 97 bin KOBİ'ye 15,8 milyar lira destek sağladıklarını, Turcorn 100 programı kapsamında 2030 yılına kadar Türkiye'den çıkaracak 100 bin teknoloji girişimi içinden 100 girişimin, milyar dolar değeri aşmasını sağlayacaklarını söyledi.
Deprem bölgesinde sanayinin çarklarını yeniden döndürmek için çalışmaları sürdüreceklerini vurgulayan Kacır, şunları kaydetti:
"Deprem bölgemizdeki şehirlerimizin kimliğini, hafızasını, ekonomisini yeniden canlandıracağız. Sanayi sitelerinin yerinde dönüşümü, yeni sanayi sitelerinin kurulması ve OSB'lerdeki altyapı ihtiyaçlarının karşılanması için 11 ilimizde yaklaşık 26 milyar lira tutarında 49 yatırım projesi sürdürüyoruz. Depremden yoğun olarak etkilenen sanayicilerimizin yatırımlarını en üst seviyedeki yatırım teşvikleriyle destekliyoruz. Dünya Bankası finansmanıyla 450 milyon dolar bütçeli Deprem Sonrası KOBİ'lerin Canlanması Projesi'ni KOSGEB eliyle yürütüyoruz. Kasım ayında başlattığımız programda bugüne dek 32 bin KOBİ'mize destek olduk. Kalkınma ajanslarımız ve bölge kalkınma idarelerimiz eliyle afet illerimizde 133 projeye 1,31 milyar lira kaynak aktardık."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/sanayi-ve-teknoloji-bakani-kacir-kamu-onculugunde-etkin-sanayi-politikalari-yurutecegiz/3083859 | 4,753 | 9,508 |
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Kacır: Türkiye Tech Visa'yı yakın zamanda hayata geçireceğiz
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Kacır, teknoloji alanında kritik uzmanlıklara sahip yetenekler ile teknogirişimlerin ülkeye çekilmesi amacını taşıyan "Tech Visa" programını yakın zamanda hayata geçireceklerini belirtti.
Orlando
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Milli Uzay Programı kapsamında ilk Türk astronotun uzaya gönderilecek olması dolayısıyla geldiği ABD'de, Güney Türk Amerikan Ticaret Odasına bağlı iş insanlarıyla buluştu, TEKNOFEST'ten uydu çalışmalarına, savunma sanayisinden Togg'a kadar pek çok alandaki çalışmaları anlattı.
Türkiye'nin bilim, teknoloji ve uzay çalışmalarında birçok ilke imza attığını dile getiren Kacır, bugün ilk kez, Türkiye olarak, insanlı uzay misyonunu gerçekleştirmek üzere Alper Gezeravcı'yı Uluslararası Uzay İstasyonu'na (ISS) bilimsel deneyler yapmak üzere yolcu edeceklerini söyledi.
Kacır, söz konusu görev için 2 astronot seçtiklerini hatırlatarak, "İkinci astronotumuz Tuva Cihangir Atasever de bu görevi icra etmeye hazırdı. O da birkaç ay içerisinde yapılacak yörünge altı uçuşa hazırlanıyor. Türkiye'nin ilk 2 astronotundan birinin Türk Hava Kuvvetleri pilotu diğerinin bir ROKETSAN mühendisi olması bizim Milli Teknoloji Hamlesi'nin bir özeti gibi oldu." diye konuştu.
Milli Teknoloji Hamlesi'nin Türkiye'nin bir anlamda kritik teknolojilerde tam bağımsızlığını elde etme, katma değerli üretime geçiş, rekabetçi şekilde yüksek teknoloji ürünlerini dünyaya ihraç edebilme süreci olduğunu anlatan Kacır, 22 yıllık dönemde Türkiye'de AR-GE ve inovasyon ekosistemindeki gelişime dikkati çekti.
Kacır, AR-GE alanında insan kaynağının 29 binden 273 bine yükseldiğini vurgulayarak, "2002'de tüm Türkiye'de 1 yılda 414 patent başvurusu yapılıyordu. Bu sayı geçen yıl 22 misline çıktı. Türkiye'nin geçen yıl dünya ticaretinden aldığı pay yüzde 1,06 oldu. 20 yıl önce bu rakam yüzde 0,55 düzeyindeydi. Dünya ticareti açısından Türkiye'nin üzerine bir Türkiye daha ilave ettik. 255,8 milyar dolar ihracatımızın 241 milyar doları sanayi ürünlerinden oluşuyor." ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin hem bölgesinin hem de dünyanın önemli üretim üslerinden olduğunu dile getiren Kacır, kritik teknolojilerde tam bağımsızlığı tahkim etmeyi, katma değerli üretimi gerçekleştirmeyi, yüksek teknoloji ihracatını artırmayı ve beşeri sermayenin niteliğini yükseltmeyi amaçladıklarını söyledi.
"Uzaya bağımsız erişim iddiasındayız"
Kacır, Türk firmalarının savunma sanayisi ihracatına da değinerek, bu alanda toplam ihracatta 21 yılda 250 milyon dolardan 5,5 milyar dolara gelindiğini, savunma ve havacılık alanındaki cironun da 1 milyar dolardan 12 milyar dolara yükseldiğini bildirdi.
Savunma sanayisi alanında yürütülen proje sayısının söz konusu dönemde 62'den 850'ye, değerin ise 5,5 milyar dolardan 90 milyar doların üzerine çıktığını dile getiren Kacır, sanayi ve teknolojinin bütün alanlarında benzer bir başarı hikayesi ortaya çıkarabilmeyi hedeflediklerini kaydetti.
Kacır, uzay yolculuğu için büyük bir heyecan ve coşku oluştuğunu ve insanların "Türkiye'nin kendi roketiyle uzaya gitme beklentisinin" kendisini mutlu ettiğini belirterek, şu ifadeleri kullandı:
"Yürüttüğümüz uzay projelerinin Türkiye'ye ve ekonomimize katkısı ne olur diye düşünüyoruz. Savunma sanayimizde gelişmiş sistemlerin tamamı uzay ve uydu tabanlı çalışan sistemler. Dolayısıyla bizim bölgesel konumlama ve zamanlama sistemi oluşturmamız savuma sanayi açısından kritik olacak. Ayrıca uzaya bağımsız erişim ve uzay limanı kurma projemizi ilan ettik. Geliştirdiğimiz roket sistemleriyle uzaya bağımsız erişim iddiasını da taşıyoruz. Dünyada bu zamana kadar 42 ülke uzaya vatandaşını göndermiş. Bugünkünden çok daha büyük maliyetlere katlanarak bu misyonları icra etmişler. Biz Türk bilim insanlarının en ileri düzeyde çalışma yapmasının önünü açma hedefini taşıyoruz."
"Kendi endüstriyel robot markamızı ortaya çıkartacağız"
Kacır, Ay Programı kapsamındaki çalışmalara da değinerek, bu alanda hibrit yakıtlı roket motoru teknolojisini kullanmak, bu teknolojiye uzayda tarihçe kazandırmak ve uzayda sayısı artan uyduların yörüngeler arası transferlerini yapacak uzay araçlarını geliştirmek ve bu alanda rekabet gücüne sahip olmak istediklerini bildirdi. Kacır, "Eğer biz, diğerlerinden daha önce hibrit yakıtlı roket motor teknolojisini başarabilirsek şu anda 600 milyar dolara gelmiş, yakında 1 trilyon dolara erişmesi öngörülen uzay ekonomisinden daha fazla pay alabiliriz." diye konuştu.
Uzay projelerini, Ankara'da, Türk Havacılık ve Uzay Sanayiinin (TUSAŞ) Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezi'nde (USET) geliştirdiklerini anlatan Bakan Kacır, burada uzay ortamının simule edilebildiğini, böylece yurt dışına minimum seviyede bağımlılıkla çalıştıklarını ifade etti.
Kacır, endüstriyi hızlı bir şekilde dönüştürmek istediklerini vurgulayarak, "Halihazırda Türkiye'de 10 bin çalışana düşen endüstriyel robot sayısı henüz 40'larda. Bu dünyada ortalamasının henüz gerisinde. Biz bu alanda hem endüstrinin dönüşümünü hızlandıracağız hem de kendi endüstriyel robot markamızı ortaya çıkartacağız." dedi.
"Türkiye Tech Visa'yı yakın zamanda hayata geçireceğiz"
Geçen dönemde yüksek teknoloji alanlarında peşi sıra çağrıya çıktıklarını hatırlatan Kacır, 750'ye yakın başvuru aldıklarını, 180 yatırıma teşvik kararı verdiklerini aktardı.
Kacır, hem AR-GE hem de yatırım ayaklarını teşvik ettiklerinin altını çizerek, yıllık 7,5 milyar doların üzerinde cari açığın kapatılmasını planladıklarını ve "Yıkıcı Teknolojiler" çağrısına hazırlandıklarını söyledi.
Türkiye'ye küresel yatırımlar çekmek için de çaba göstereceklerini bildiren Kacır, şunları kaydetti:
"Çip meselesini önemsiyoruz. TÜBİTAK, yaptığı işbirliğiyle, 65 nanometre çip üretim tesisi kurmaya hazırlanıyor. Bu tesisle savunmanın haricinde sensör, beyaz eşya gibi sivil tarafta da iş yapmaya başlayacağız. Bu yatırıma gerekli tüm destek ve teşvikleri vermeye hazırız. Veri merkezi yatırımları da önümüzdeki dönemde hızlanacak. Hiper ölçekli veri merkezlerini Türkiye'ye kazandırmayı amaçlıyoruz. Elektrikli araçlarda uluslararası yatırımları Türkiye'ye çekmek istiyoruz. Start-uplara da destek vermeye devam edeceğiz. Türkiye Tech Visa'yı yakın zamanda hayata geçireceğiz. Böylece ülkemizi teknoloji alanında yetenek sahibi bireyler için bir adres haline getireceğiz."
Kacır, TEKNOFEST'lerin teknoloji girişim fabrikasına dönüştüğünü de belirterek, festival 10 yıl daha devam ederse, Türkiye'nin açık ara dünyada teknoloji girişiminin doğduğu ülke olacağını sözlerine ekledi.
Toplantıya, Türkiye'nin en genç milletvekili olan AK Parti Milletvekili Zehranur Aydemir, Bakan Yardımcısı Ahmet Yozgatlıgil, TUA Başkanı Yusuf Kıraç, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal ve Türkiye'nin uzay yolcusu Tuva Cihangir Atasever de katıldı.
Öte yandan Kacır, ABD üniversitelerinde çalışan Türk bilim insanları ve akademisyenlerle de bir araya geldi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/sanayi-ve-teknoloji-bakani-kacir-turkiye-tech-visayi-yakin-zamanda-hayata-gecirecegiz/3111138 | 3,507 | 7,072 |
SHURA, elektrikli araçlara geçişin, 2035'e kadar emisyonlarda yüzde 41 düşüş sağlayabileceğini öngördü
Türkiye'nin 2053'te net sıfır emisyonlu ekonomiye ulaşması için 2035'e kadar 11 milyon elektrikli aracın yollarda olması öngörülürken, binek araçlardan kaynaklanan emisyonlarda yüzde 41 düşüş hesaplanıyor.
İstanbul
SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi'nin "Ulaştırma Sektörü Dönüşümü: Elektrikli Araçların Türkiye Dağıtım Şebekelerine Entegrasyonu" raporu yayımlandı.
Ulaştırma sektörünün karbonsuzlaştırılması için elektrikli mobiliteye geçişin önemine dikkat çekilen raporda, artan e-mobilitenin şebeke altyapısı üzerindeki etkileri analiz edildi.
SHURA Net-Sıfır Senaryosu'na göre, Türkiye'nin 2053 yılında net sıfır emisyonlu bir ekonomiye ulaşması ve ulaşım sektöründe gerekli elektrifikasyon seviyesinin karşılanması için 2035 yılına kadar 11 milyon elektrikli aracın yollarda olması gerekiyor. Bu sayede binek araçlardan kaynaklanan emisyonlarda yüzde 41'lik düşüş sağlanacağı ve toplam karbondioksit (CO2) emisyonlarının 20 milyon ton azalacağı hesaplanıyor.
Akıllı şarj ile yenilenebilir enerji entegrasyonu
Rapora göre, hafif hizmet araçları dahil olmak üzere 11 milyon elektrikli aracın Türkiye'nin dağıtım şebekesine entegre edilmesi için yüzde 10 daha fazla Orta Gerilim/Alçak Gerilim (OG/AG) trafo yatırımı ve yüzde 16 daha fazla OG hattı yatırımı ihtiyacı olacağı öngörülüyor.
Hafif hizmet araçları dahil 2035 yılına kadar 5 milyon elektrikli aracın entegrasyonunu öngören Baz Senaryo'ya göre de e-mobilite yükünü karşılamak yüzde 3 daha fazla OG/AG trafo ve yüzde 5 daha fazla OG hattı yatırımına ihtiyaç duyuluyor.
Akıllı şarjın yenilenebilir enerji entegrasyonuna da dikkat çekilen rapora göre, bu sayede elektrikli araçların şarjında yenilenebilir enerjinin kullanımı sağlanırken, yenilenebilir enerji kesintilerinin önlenebilecek ve sisteme daha fazla yenilenebilir enerji entegre edilebilecek.
Ayrıca rapora göre, kontrollü ve akıllı şarjı mümkün kılan esneklik mekanizmalarının uygulanması durumunda ise elektrikli araç şarjının dağıtım sistemleri üzerindeki etkisi hafifletilebilirken, potansiyel olarak şebeke yatırımları ertelenebiliyor ya da azaltılabiliyor.
Geçen yıl küresel araç stokundaki toplam elektrikli araç sayısı 40 milyon olurken, Türkiye'deki bataryalı elektrikli araç sayısı 80 bin 735, plug-in hibrit elektrikli araç sayısı ise 5 bin 906 olarak kayıtlara geçti.
"Ulaştırma sektörünün karbonsuzlaşması için elektrikli mobiliteye geçiş kaçınılmaz olacak"
SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü Alkım Bağ Güllü, rapora ilişkin değerlendirmesinde, küresel net sıfır hedefleri göz önüne alındığında elektrifikasyonun, özellikle ulaştırma sektöründe emisyonları azaltmak ve enerji verimliliğini artırmak için en etkili strateji olduğunu dile getirdi.
Güllü, ulaştırmanın, Türkiye'de sanayi ve binalardan sonra en fazla enerji tüketen üçüncü sektör olduğunu belirterek, "Diğer yandan fosil yakıtlara bağımlılığı en yüksek sektör. Türkiye'nin CO2 emisyonlarının yaklaşık yüzde 22'sinden sorumlu ve bunun yüzde 90'ından fazlası kara yolu taşımacılığından kaynaklanıyor. Ulaştırma sektörünün karbonsuzlaşması için elektrikli mobiliteye geçiş kaçınılmaz olacak." ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/shura-elektrikli-araclara-gecisin-2035e-kadar-emisyonlarda-yuzde-41-dusus-saglayabilecegini-ongordu/3271038 | 1,698 | 3,376 |
T3 Vakfı teknoloji girişimlerine desteğini artıracak
Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3 Vakfı) Yönetim Kurulu Başkanı Elvan Kuzucu Hıdır, yapay zeka çalışmalarını da içinde barındıran derin teknoloji ve diğer alanlardaki girişimleri desteklemek için fon kurduklarını belirtti.
Ankara
Hıdır, AA muhabirine, T3 Vakfı'nın Bilim Türkiye, Deneyap Teknoloji Atölyeleri, Take Off Girişim Zirvesi ve TEKNOFEST projelerinin 2023 gerçekleşmelerini ve 2024 hedeflerini anlattı.
Deneyap Teknoloji Atölyelerini 2017 yılında geleceğin mühendislerini, teknoloji girişimcilerini ve teknoloji liderlerini yetiştirmek amacıyla kurduklarının altını çizen Hıdır, "Bugün 3 ülke 81 ilde toplam 142 merkezde atölyelerimiz faaliyete devam ediyor. Deneyap Öğrenci Seçme Sınavı'na başvuran yaklaşık 500 bin çocuktan 20 bini eğitim almaya hak kazandı. Bu yıl Deneyap Teknoloji Atölyelerimiz ilk defa 81 ilde aynı anda sınav çağrısına çıkacak ve e-sınav aşamasını geçen öğrencilerimizle yine aynı anda proje uygulama sınavı gerçekleştirerek adeta bir teknoloji şöleni yaşayacağız, geleceğin teknoloji yıldızlarını seçeceğiz." diye konuştu.
Bilim Türkiye atölyelerinde 2018'den bu yana 1 milyondan fazla öğrenciye ulaştıklarını vurgulayan Hıdır, sayısı 18'e ulaşan Bilim Merkezlerinin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Azerbaycan'ın ardından özellikle dost ve kardeş ülkelerde faaliyet alanını genişletmeyi hedeflediklerini söyledi.
Hıdır, 2022'de faaliyete aldıkları deneyimlemeye ve keşfetmeye dayalı bir çocuk üniversitesi olan Keşif Kampüsü sayısının 3'e çıktığını vurgulayarak, burada 4 binden fazla öğrenciye ulaştıklarını ifade etti.
"200 girişimden 79'u TEKNOFEST yarışmalarından doğdu"
Özdemir Bayraktar Milli Teknoloji Burs Programı kapsamında Türkiye'nin yerli ve milli teknolojisini geliştirmesine katkı sağlamayı isteyen öğrencilere burs verdiklerini belirten Hıdır, şöyle devam etti:
"2024'te programa dahil olacak 5 bin bursiyerimizle 2018'den bu yana 13 bin 166 öğrenciye burs sağlamış olacağız. 2023 sonu itibarıyla TEKNOFEST Girişim Programı'na aldığımız 859 başvurudan 40 mezunumuza 6,6 milyon lira yatırım desteği sağladık. Bu yılki Take Off Girişim Zirvesi'ne 43 ülkeden 1252 başvuru alınırken 150 bin dolar nakdi ödül ve 400 bin dolar yatırım ödülü verildi. Zirveye katılan yerli ve yabancı 200 girişimden 79'u TEKNOFEST yarışmalarından doğdu."
"Yapay zeka alanında farkındalık oluşturmayı hedefliyoruz"
Dünyanın en büyük havacılık, uzay ve teknoloji festivali TEKNOFEST'lerde 2018'den bu yana 10 milyondan fazla kişiyi ağırladıklarını aktaran Hıdır, bu yıl TEKNOFEST Adana'yı büyük bir coşkuyla tamamlamayı, teknoloji yarışmaları ve birbirinden heyecanlı hava gösterileriyle yine rekorlara imza atacak bir festival geçirmeyi planladıklarını dile getirdi.
T3 Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Selçuk Bayraktar'ın Take Off Girişim Zirvesi'nde yapay zeka alanında T3 Ai'LE projesini başlattıklarını duyurduğunu anımsatan Hıdır, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bu kapsamda Türkçe ve çeşitli dillerde Büyük Dil Modelleri geliştirmek, dil işleme teknolojilerini insanlık ve toplum yararına kullanmak ve etik kullanımı teşvik etmek gibi hedefler doğrultusunda çalışmalarımızı ilerleteceğiz. İnsanlığın dil teknolojileri alanındaki yetkinliklerini artırarak herkes için erişilebilir ve kapsayıcı yapay zeka çözümlerini hayata geçirmeyi planlıyoruz. Yerli ve milli olarak geliştirdiğimiz Elektronik Kartımız Deneyap Kart'ı daha iyi bir noktaya getirmek ve bunun daha gelişmiş bir versiyonunu çıkartarak hem Deneyap öğrencilerimizin hem de Teknofest Teknoloji Yarışmaları'nda yarışan gençlerimizin hizmetine sunmak istiyoruz. Derin teknoloji ve diğer alanlardaki girişimleri desteklemek için T3 Girişim Sermayesi Yatırım Fonu'nu kurduk. Eğitim teknolojileri alanında faaliyet kapsamımızı genişletmeyi hedefliyoruz."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/t3-vakfi-teknoloji-girisimlerine-destegini-artiracak/3097828 | 1,951 | 3,965 |
Tarih yolculuğunda teknoloji devrimi
Teknolojinin sunduğu olanaklarla geliştirilen interaktif müze teknolojileri, ziyaretçileri etkileyici bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.
ANKARA - Göksel Yıldırım
Hızla gelişen teknolojik olanaklar geleneksel müze konseptini değiştiriyor. Müzelerde kullanılan interaktif uygulamalar ve sanal gerçeklik çalışmaları ziyaretçileri gerçek bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.
ODTÜ Teknokent'te faaliyet gösteren Reo-Tek, müze, sergi, eğitim, mobil ve araştırma alanlarında interaktif teknolojilerle bütünleşen tasarım ve yazılım geliştiriyor.
Sanal gerçeklik yazılımlarından müzeler için interaktif sergi ünitelerinin üretimine kadar çözümler sunan şirket, bugüne kadar yaklaşık 40 müzeyi tasarladı.
Reo-Tek Genel Müdürü Refik Toksöz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müzecilikte yeni teknolojilerin kullanılması amacıyla bir TÜBİTAK projesi yaptıklarını belirterek, bu projeden çıkan teknolojileri uygulamaya koyduklarını dile getirdi.
Teknolojinin sunduğu olanakların müzelerdeki geleneksel sergileme biçimlerine yeni yaklaşımlar getirdiğine işaret eden Toksöz, şöyle konuştu:
"Sergi alanlarındaki kısıtlılıklar teknoloji yoluyla aşılıyor. Sınırlı sayıdaki resim fiziksel olarak sergilenebilirken kiosk ya da ekran yardımıyla yüzlerce resmi sanatseverlerin beğenisine sunmak mümkün. Herhangi bir konuda yıllar içinde interaktif olarak yolculuk da yapılabiliyor. Örneğin sanat tarihinde yıllar içinde yaşanan değişim/gelişme bu sayede görülebiliyor. Aynı şekilde modellemeyle bir yerin, tarihin belli dönemlerindeki durumunu ve geçirdiği değişimi görmek mümkün."
Dümen başında Akdeniz'de tarih yolculuğu
Reo-Tek, Alanya Arkeoloji Müzesi için bir gemi simülatörü üretti. Simülatörü kullanmak için dümenin başına geçen ziyaretçiler, hem Alanya yarımadasında sanal deniz hem de tarih yolculuğuna çıkıyor. Ziyaretçiler yolculukları sırasında Alanya'ya tarih boyunca gelen gemi tipleriyle karşılaşıyor, onlar hakkında bilgi ediniyor.
Hattuşa sokaklarında savaş arabası kullanmak
Çorum Arkeoloji Müzesi için savaş arabası simülatörü geliştirildi. Ziyaretçilerin Hitit İmparatorluğunun başkenti Hattuşa'da bir Hitit savaş arabasıyla gezmesinin sağlandığı sistem, 2 eksenli bir at arabası simülatörü ve panoramik silindirik ekrandan oluşuyor. Ziyaretçiler at arabasının üstüne binip, dizginleri ellerine aldıkları an bir zaman yolculuğuna çıkıyor. Şehrin sokaklarında, tapınakların arasındaki antik yolda at süren ziyaretçiler, yolculukları sırasında oradan geçen rahipler, halktan kişiler, askerler, yörede yaşayan hayvanlar, oraya has bitkilerle karşılaşarak dönemin atmosferini yaşıyor.
Kimsenin görmediği Kral Midas'ın mezarı
Kral Midas'a ait olduğu düşünülen MM Tümülüsü, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne bağlı Gordion Müzesi'nin karşısında yer alıyor. Tümülüste bulunan kemikler ve eserlerin çoğu Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor.
Müzeye gelen yerli-yabancı ziyaretçilerin tümülüsü, kral ve odasındaki eşyaları yerinde görmelerini sağlamak amacıyla silindirik ekranlı sanal gezi sistemi tasarlandı.
Sistemi kullanan ziyaretçi, önce tümülüsü dışarıdan görüyor, etkileşimli bilgi sistemiyle tümülüsün yapısı, mezarın yapılış aşamaları ve arkeolojik önemi hakkında bilgi sahibi oluyor. İstediği zaman içine girip "birinci kişi kamerası" ile mezarın yeni kapatıldığı andaki halini gezebiliyor.
Eserler mezar içine, arkeologların mezarı ilk açtıkları andaki yerleşime uygun olarak dizildi. Yine çizimlerden yararlanılarak masalar ve eserler 3 boyutlu olarak tekrar canlandırıldı, odaya ilk konuldukları halleriyle gösterildi.
Herkül'ün görevlerine soyunmak
Antalya Arkeoloji Müzesi'ne, Antik Perge Tiyatrosu ve Herkül'ün 12 işi hakkında bilgi veren iki uygulama yapıldı. Perge Tiyatrosu Bilgi Sistemi'nde müzeye sergilenmek üzere Antik Perge Tiyatrosu'ndan getirilen eserlerden 16 tanesi hakkında bilgilendirme sağlanıyor. Üç boyutlu taranmış eserler dokunmatik ekranla her yönden incelenebiliyor.
Herkül'ün görevleri ise etkileşimli kitap olarak planlandı. Ziyaretçilerin sadece sayfa çevirmesi ve pasif olarak animasyon seyretmeleri yerine görevin bir parçası olması hedeflendi. Bu amaçla Herkül ve görevlerindeki hayvanlar ve mitolojik canlılar, geleneksel Karagöz oyununda olduğu gibi gölge tiyatrosu karakterleri tarzında canlandırıldı. Antik Yunan vazolarının üstündeki antik çizimler tarzında üretilen karakterler, kullanıcı tarafından yönetilen kuklalara dönüşürken ziyaretçi hikayeyi kendisi yazabiliyor.
Dijital dürbünle 88 yıl önceki Ankara
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi için geliştirilen tüm uygulamalarda ziyaretçilerin farklı bir müze ziyareti deneyimi yaşamaları amaçlanıyor. Müzeye ilk girildiğinde, dijital kitap ziyaretçileri karşılıyor. Animasyon ve videolarla desteklenen bu kitapta ziyaretçi, adeta büyülü bir kitabın sayfalarında dolaşarak, müzenin mimarisi, tarihçesi ve burada bulunan önemli eserler hakkında bilgi sahibi oluyor.
Türk Ressamları Bilgi Sistemi'nde ise ziyaretçiler müzede tabloları yer alan Türk ressamları ve resim akımları hakkında bilgi alabiliyor. İnteraktif şekilde zaman çizelgesini kaydırarak geçmişten yakın tarihlere resim akımlarının değişimi ve farklılıkları incelenebiliyor.
Müzenin ön bahçesinde, Ankara'yı çepeçevre gören bir konumda "dijital dürbün" uygulaması yer alıyor. Bakıldığı zaman Ankara'nın 1930'larda yaşayan halini gösteren dürbünü kullanan her ziyaretçi, adeta bir zaman yolculuğu geçiriyor.
Zeugma ziyaretçisiyle etkileşime giriyor
Dünyanın en büyük mozaik müzesi olarak kabul edilen Zeugma Müzesi için 6x4 metre boyutlarında "etkileşimli mozaik havuzu" yapıldı. Gaziantep Mozaik Müzesi'nde gerçekleştirilen uygulama için, Reo-Tek tarafından geliştirilen etkivizyon sistemi kullanıldı.
Sistem, bölgede bulunan Roma evlerinin ortasındaki yağmur suyunun biriktiği havuzlarda yer alan su mozaiklerinin eski zamandaki kullanımına benzer şekilde sunumu amacıyla yapıldı. Mozaikler, ziyaretçiler içine girdiklerinde dalgalanan bir su efektiyle etkileşimli olarak müze tabanında sunuluyor.
Gerçek zamanlı 3 boyutlu etkileşimli yardımcı ögelerle 5 mozaik birer dakikalık temalarla sergileniyor. Benzer sistemlerden üstün olarak fiziksel gerçeklikte, hidrodinamik özelliklere göre formu değişen, yapay zekalarıyla ziyaretçilerden kaçan, sonra tekrar yiyecek arama ve sürü davranışı gösteren balıklar eklendi. Temaya göre su hissini güçlendirecek balıklar, dökülmüş yapraklar, suda yüzen kandillerle ziyaretçilerin ilgisinin artırılması hedefleniyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/tarih-yolculugunda-teknoloji-devrimi/1152403 | 3,183 | 6,621 |
TEI'den Türkiye'yi uçuracak motorlar
TEI, 35 yıllık teknik birikimi, sahip olduğu altyapı ve kalifiye iş gücüyle hem ulusal hem de uluslararası projelerde hedeflerine emin adımlarla ilerliyor.
Ankara
Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), 35'inci yılını kutladığı 2020'de özgün ve uluslararası motor projelerinde çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 1985 yılında F16 uçaklarına güç veren F110 motorlarının montajı için kurulan TEI, zaman içinde kazandığı teknoloji ve kabiliyetlerle motor ve parça imalatı, bakım-onarım-revizyon, tasarım ve Ar-Ge faaliyetleriyle Türkiye'nin en önemli havacılık sanayi şirketlerinden biri konumuna geldi.
TEI, 35'inci yılını kutladığı 2020'de dünya çapında yaygın şekilde kullanılan 50 farklı havacılık motoru için 1500'ü aşkın farklı parça imal ediyor. Şirket, özellikle Airbus A320neo, Boeing 737 Max ve COMAC C919 uçaklarına güç veren LEAP motoru için ürettiği 40'tan fazla parça çeşidiyle bu motorlar için dünyanın en büyük tedarikçisi konumunda bulunuyor.
TEI, zamanında teslimat ve üstün parça kalitesiyle 2017 ve 2018'de üst üste dünyadaki "en iyi tedarikçi firma" seçildi. Üstün teknolojik yetenekleriyle sertifikalı özel prosesler yetkinliğinde 53 değişik sertifikalı proses kabiliyetiyle TEI, 2017 yılında "dünya birincisi" oldu ve halen bu birinciliğini sürdürüyor. Bu başarıları çalışanlarının özveri ve gayretleriyle elde eden TEI, en iyi işveren şirketler arasında 3 yıl üst üste "Çalışan Bağlılığı Özel Başarı Ödülü"nü kazanan ilk ve tek savunma ve havacılık sanayi firması oldu.
Kara Şahin için 14 motor teslimatı
Türkiye'nin en önemli havacılık programlarından Genel Maksat Helikopteri Programı (GMHP) kapsamında ise T-70 Kara Şahin helikopterlerine güç veren motorları T700-TEI-701D isim plakasıyla TEI üretiyor. GMHP kapsamında şirket, bu motorları General Electric lisansı altında yüzde 50'nin üzerinde yerlilik katkısıyla üretip, aynı zamanda motorun nihai montaj ve testini de Eskişehir tesislerinde gerçekleştiriyor. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii'ne bu yıl 25 motorun teslimatını planlayan şirket, bunlardan 14'ünü teslim etti.
TEI, yürüttüğü özgün motor projeleriyle de son yıllarda birçok ilke imza atarak verdiği sözleri tuttu. Son 6 yılda geliştirdiği 3'ü dizel, 2'si benzinli ve 4'ü jet yakıtlı olmak üzere 9 motor projesiyle Türkiye'nin gurur kaynağı haline gelen TEI, küresel düzeyde rekabetçi ve özgün güç sistemleri sahibi olmayı hedefliyor.
Milli İHA'ların yerli motoru
Anka, Akıncı ve Aksungur insansız hava araçlarına (İHA) güç vermek için tasarlanan TEI-PD170 motorunun 13 motorluk ilk parti seri imalatı 2019'da tamamlandı. Dizel yakıtla sağladığı 40 bin fit irtifa yeteneğiyle kalkış anında 225 beygir ve 20 bin fit kritik irtifada 170 beygir güç üreten TEI-PD170 motoru dünya çapında sınıfının en iyisi olarak dikkati çekiyor.
TEI'nin Hafif Genel Maksat Helikopteri Gökbey için Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı himayesinde geliştirmekte olduğu, Türkiye'nin ilk milli helikopter motoru TS1400'de çalışmalar hızla devam ediyor. 1660 beygire kadar güç üretme kapasitesine sahip motorun üretiminde de imalat ve malzeme teknolojileri alanlarında TEI pek çok ilke imza attı. Türkiye'de ilk tek kristal türbin kanadı üretimini gerçekleştiren şirket, ilk kez nikel ve titanyum alaşımları için havacılık kalitesinde dövme teknolojisi geliştirdi. TS1400'ün tüm testleri de milli imkanlarla geliştirilen milli bremzelerde gerçekleştiriliyor.
TEI tarafından hedef uçaklar için geliştirilen ve 400 newton güç üreten TEI-TJ90 Turbojet Motoru, Türk Havacılık ve Uzay Sanayiinin Şimşek platformu ile ilk uçuşunu 2017'de başarıyla tamamladı.
Sınıfının en güçlü motorları
TÜBİTAK desteğiyle geliştirilen TEI-PG50 Türkiye'nin ilk iki zamanlı havacılık motoru olma özelliği taşıyor. 300 kilogram altı İHA'lar için üretilen motor, 50 beygir kalkış gücü ve 16 bin fit irtifadaki 30 beygir gücüyle dikkati çekiyor. Sınıfında kullanılan rakip İHA motorlarına göre daha fazla güç ve daha yüksek güç/ağırlık oranı sunan TEI-PG50 motoru, ilk uçuşunu Mayıs 2019'da gerçekleştirdi.
Haziran ayında Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ın katılımıyla test edilen Türkiye'nin ilk Orta Menzilli Gemisavar Füze Motoru TEI-TJ300, tamamen yerli ve milli imkanlarla tasarlanarak üretildi. 30 kilogramdan daha az ağırlığa sahip ve 24 santimetre dar bir çaptaki motor, kendi itki sınıfında 1300 newton itki üretebilen dünyadaki ilk turbojet motoru olma özelliğine sahip bulunuyor. TEI-TJ300 ses hızının yüzde 90'ına ulaşan hızlarda 400 beygire yakın güç üretiyor.
Türkiye'nin gücüne güç katmaya, ülkede gücün yerli ve milli kaynağı olmaya, havacılıkta dünyayla yarışmaya söz veren TEI, 35 yıllık teknik birikimi, sahip olduğu altyapı ve kalifiye iş gücüyle hem ulusal hem de uluslararası projelerde hedeflerine emin adımlarla ilerliyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/teiden-turkiyeyi-ucuracak-motorlar/1938972 | 2,446 | 5,032 |
TEI'nin milli turbodizel havacılık motoru TEI-PD170, 35 saatlik uçuşla rekor kırdı
Türkiye'nin havacılık motorlarındaki önde gelen şirketlerinden TUSAŞ Motor Sanayi AŞ (TEI) tarafından tasarlanan ve üretilen turbodizel havacılık motoru TEI-PD170'in, kesintisiz 35 saatlik uçuşla rekor kırdığı bildirildi.
Eskişehir
TEI'den yapılan açıklamaya göre, TEI-PD170'in AKSUNGUR İHA'sıyla gerçekleştirdiği kesintisiz 35 saatlik uçuş, "milli havacılık motoruyla ulaşılan en uzun uçuş süresi" olarak kayıtlara geçti.
TEI-PD170 motoru, AKSUNGUR ile önceki uçuşlarında 30 bin feet irtifayı geçerek bu alanda da bir rekor kırmıştı.
TEI'nin milli motoru TEI-PD170 bulunan AKSUNGUR, Ankara'dan havalanıp Çiğli Havaalanı'na giderek Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3) ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yürütücülüğünde düzenlenen TEKNOFEST'te katılımcıları selamlayacak.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/teinin-milli-turbodizel-havacilik-motoru-tei-pd170-35-saatlik-ucusla-rekor-kirdi/3003031 | 519 | 1,018 |
Trabzon'da "Özdemir Bayraktar Planetaryum ve Bilim Merkezi" 21 Kasım'da açılacak
Trabzon'da yapımı tamamlanan "Özdemir Bayraktar Planetaryum ve Bilim Merkezi", 21 Kasım'da törenle açılacak.
Trabzon
Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, Türkiye Teknoloji Takımı (T3) Vakfı ve Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı iş birliğinde inşa edilen Doğu Karadeniz Bölgesi'nin tek, Türkiye'nin ise ikinci uzay temalı bilim merkezinin inşasının tamamlandığı belirtildi.
Pazarkapı mevkisinde 2 bin 200 metrekare alanda kurulan merkezde, astronomi, havacılık ve uzay, teknoloji, matematik ve fen bilimleri olmak üzere 5 alanda atölyenin öğrencilere hizmet vereceği, ayrıca bünyesinde dene-yap atölyesi de bulunacak merkezde tasarım ve üretim, robotik ve kodlama, elektronik programlama gibi eğitimlerin de sağlanacağı vurgulandı.
Merkezde, 80 kişilik oturma kapasiteli, 12 metrelik kubbe çapına sahip planetaryum bulunduğuna işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
"Güneşin, yıldızların, gezegenlerin ve diğer gök cisimlerinin yapay görüntüleri, özel bir projeksiyon sistemi yardımıyla kubbe şeklindeki tavana yansıtıldığı planetaryumda çeşitli yaş gruplarındaki çocuklara uzay havacılık konusunda filmler gösterilecek olup ayrıca eğitimler de düzenlenecek. Merkezde, teknoloji, temel bilimler, enerji, uzay ve havacılık temalarına sahip, etkileşimli dört temadan oluşan sergi alanında, 42 sergi bulunmaktadır. Bilim merkezinde bulunan etkileşimli sergiler ile ziyaretçilerin bilimsel olguları deneyerek tecrübe etmeleri sağlanacak. Bilgiyi klasik yöntemlerle aktarmak yerine görsel, işitsel ve duyulara hitap eden etkileşimli sergiler, bilgisayar programları, mekanik ve elektronik düzeneklerle bilimsel gerçekler ziyaretçilerle buluşturulacak."
Açıklamada, T3 Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Selçuk Bayraktar'ın, babası Özdemir Bayraktar'ın adını taşıyan bilim merkezinin açılışında hemşehrileri ve gençlerle bir araya geleceği de aktarıldı.
Projeye, milli teknoloji hamlesi idealinin mimarlarından Özdemir Bayraktar'ın ismi verildi
Açıklamada, Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Zorluoğlu'nun da ifadelerine yer verildi.
Zorluoğlu, Trabzon'da bir ilk olarak hayata geçirdikleri ve bölgede örneği olmayan projenin açılışına sayılı günler kaldığını belirterek, "Bilim Merkezi ve Planetaryum, bilhassa öğrencilerimiz için çok kıymetli bir proje. Şu anda son dokunuşları yapıyoruz. Proje ile Trabzon'un sadece bilim ve teknolojiyi takip eden değil, bilim ve teknolojiyi üreten bir şehir haline gelmesini hedeflemekteyiz. Trabzon insanı esasında mucittir. Biz de bu çerçevede çocuklarımızın icat çıkarmasını istiyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
Bilim Merkezi ve Planetaryum Projesine, milli teknoloji hamlesi idealinin mimarlarından, Türkiye'nin insansız hava araçları serüveninin öncü ismi Özdemir Bayraktar'ın ismini verdiklerine dikkati çeken Zorluoğlu, şunları kaydetti:
"Bilim merkezinin işletme modelini ve koordinasyonunu da sayın Selçuk Bayraktar'ın başkanı olduğu T3 Vakfı yapacak. Bir koordinatör atayacaklar ve tüm müfredatı onların belirlediği sistem içerisinde yürüteceğiz. Trabzon için çok önemli bir kazanım olan projenin açılışı Sanayi ve Teknoloji Bakanımız sayın Mehmet Fatih Kacır ile T3 Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı aynı zamanda gençlerimizin idol olarak gördüğü sayın Selçuk Bayraktar'ın teşrifiyle yapılacaktır. Açılıştan itibaren kurulmuş olan 32 adet standı 2 gün boyunca ziyaretçilerimiz gezebilecekler. Trabzonlu hemşehrilerimizi açılışa davet ediyoruz."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/trabzonda-ozdemir-bayraktar-planetaryum-ve-bilim-merkezi-21-kasimda-acilacak/3055474 | 1,760 | 3,718 |
TÜBİTAK Başkanı Mandal, genç girişimcilere kurumun desteklerini anlattı
TÜBİTAK Başkanı Mandal, "Amacımız tüm Türkiye'de iş fikri bulunan arkadaşlarımızın Bigg içerisinde kendini geliştirmeleri ve TÜBİTAK'ın bir programına dahil olabilmeleri" dedi.
Ankara
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, amaçlarının tüm Türkiye'de iş fikri bulunanların Bireysel Genç Girişim (Bigg) programı içerisinde kendini geliştirmeleri ve TÜBİTAK'ın bir programına dahil olabilmelerini sağlamak olduğunu ifade etti.
Facebook ve Hello Tomorrow Türkiye iş birliğiyle hayata geçirilen, çeşitli kategorilerden erken aşama teknoloji girişimlerini geliştirmeyi hedefleyen ve 28 girişimin katılım hakkı kazandığı "BAŞLAT" programının tanıtımı, çevrimiçi etkinlikle gerçekleştirildi.
Mandal, etkinlikte yaptığı konuşmada, TÜBİTAK olarak ister teknoloji geliştirme sürecinde olsun isterse ürün geliştirme sürecinde olsun, destek yaklaşımların büyük çaplı projelerin platformları üzerine olduğunu ifade etti.
TÜBİTAK olarak bu platformlarda da genç firmaları görmek istediklerini belirten Mandal, "Biz sizleri özellikle teknolojiyi geliştirme tarafında görüyoruz. Teknolojiyi kullanan genelde büyük firmalarımız ancak teknolojiyi tasarlayan ve geliştiren sizin gibi KOBİ'lerimizdir." diye konuştu.
Mandal, kurum bünyesinde, insan kaynağını geliştirmeye yönelik "sanayi doktora" programlarının bulunduğuna işaret ederek, "Buradaki amaç sadece doktora eğitiminin desteklenmesi değil, bu eğitim sonrasında 3 yıla kadar olan süreçteki istihdam desteğinin sağlanması. İster büyük platformlarda yer alın, isterseniz sipariş AR-GE programında, birlikte başarma yaklaşımını biz temel eksenimize almış bulunuyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
TÜBİTAK'ın girişimcilik ekosistemi ile ilgili en çok bilinen çalışmasının "Bigg" denilen Bireysel Genç Girişim programı olduğuna dikkati çeken Mandal, "Amacımız tüm Türkiye'de iş fikri bulunan arkadaşlarımızın 'Bigg' içerisinde kendini geliştirmeleri ve TÜBİTAK'ın bir programına dahil olabilmeleri." şeklinde konuştu.
"Firmalarımızın ihracat potansiyeli başladı"
Destek programları hakkında bilgiler veren Mandal, şunları kaydetti:
"Bigg programı çok kıymetli, verilen desteğin çok daha fazlasını geri dönüş yaptırabildiler. Bizim çekirdek sermaye desteği olarak vermiş olduğumuzun 5 katı kadar oldu. Firmalarımızın gidiş noktası memnuniyet verici. Firmalarımızın ihracat potansiyeli başladı ve istihdam oluşturuyorlar. Kendi ürettikleri teknolojiyi fikri mülkiyetle koruma altına alıyorlar."
Mandal, Tech-İnvesTR girişim sermayesi destekleme programı hakkında da bilgiler paylaşırken bu programı Hazine ve Maliye Bakanlığıyla yürüttüklerini, özellikle teknoloji tabanlı girişimlerin yatırım desteği için olduğunu hatırlattı.
"BAŞLAT" programının "Akıllı şehirler", " Dijital sağlık", "Eğitim teknolojileri", Tarım teknolojileri" ve "Veri ve siber güvenlik" alanında faaliyet gösteren teknoloji girişimcilerine yönelik eğitim ve mentorluk hizmeti sunan, ortak girişimcilik ekosistemindeki diğer önemli imkanlara katkı sağladığını belirten Mandal, "Programa dahil olan 28 firmamızı kutluyorum. Her birinizin içinde yer aldığı programlar gerçekten geleceğin teknolojileri ve ihtiyaç olan çözüm odaklı yaklaşımlar." değerlendirmesinde bulundu.
Mandal, programın Birleşmiş Milletler'in sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle direk ilişkili olduğunu, firmaların sadece bugünün çözümleri için değil 2030 yılı hedefleri için iddialı olacağını söyledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/tubitak-baskani-mandal-genc-girisimcilere-kurumun-desteklerini-anlatti/2137832 | 1,780 | 3,665 |
Türk bilim insanlarının keşfiyle küçükbaş hayvanlarda paratüberküloz hastalığının önüne geçilmesi hedefleniyor
Bandırma Koyunculuk Araştırma Enstitüsü Biyoteknoloji Merkezinde yürütülen çalışmada, hayvanlarda ölümcül seyreden, insanlara geçip bağırsak rahatsızlıklarına da yol açabilen hastalığa dirençli gen mutasyonu tespit edildi.
Balıkesir
Bandırma Koyunculuk Araştırma Enstitüsünde yürütülen çalışmalarda, hayvanlarda ölümlere neden olan paratüberküloz hastalığına karşı direnç gösteren gen mutasyonu keşfedildi.
Balıkesir'in Bandırma ilçesinde 78 yıldır faaliyet gösteren, yetiştiricilerin damızlık ihtiyacını karşılayan, 6 bin küçükbaş ve 450 büyükbaş hayvanın bulunduğu tesiste paratüberkülozla ilgili genetik araştırma 2016'da başladı.
Enstitü Müdürü Erdinç Veske öncülüğünde, Biyoteknoloji Merkezinde Doç. Dr. Yalçın Yaman ve ekibince yürütülen çalışma sonucunda önemli bulgulara ulaşıldı.
İnceleme ve testlerin ardından TLR2 geninin 650. aminoasit pozisyonunu taşıyan küçükbaş hayvanların, bu mutasyonun bulunmadığı hayvanlara göre paratüberküloza karşı 6,6 kat fazla genetik direnç gösterdiği belirlendi. Araştırmanın sonuçları, Nature dergi grubundan Scientific Reports'ta yayımlandı.
Bandırma'daki tesiste dirençli gen mutasyonunu taşıyan hayvanların üremesinin yaygınlaştırılarak hem enstitüdeki hayvanların hem de yetiştiricilere verilen damızlıkların paratüberküloza yakalanma riskinin önlenmesi hedefleniyor.
Enstitü Müdürü Veske, AA muhabirine, paratüberkülozun çiftlik hayvanlarında bakteriyel bir hastalık olduğunu, sığır, keçi ve koyun ırklarında yaygınlık gösterdiğini söyledi.
Veske, "Yapmamız gereken, bu gene sahip hayvanları tespit edip damızlıkta kullanımına öncelik vermek. Bundan sonraki hedefimiz bu. Elimizdeki ırklarda hastalığa karşı dirençli yetiştiricilik olanaklarını değerlendireceğiz ve bu hayvanların yıllar bazında çoğalmasını sağlayacağız." dedi.
Araştırma 2 bin 200'den fazla koyun üzerinde yapıldı
Doç. Dr. Yalçın Yaman da başkanlığını yürüttüğü enstitünün Islah ve Genetik Bölümü bünyesinde hayvanlarda büyüme ve gelişme özelliği, yapağı ve et verimi ile ıslahla ilgili çalışmalar yaptıklarını dile getirdi.
Paratüberkülozun hayvanlardan insanlara bulaşabildiğine işaret eden Yaman, "İnsanlara hayvanların dışkıları ve sütleriyle bulaşıyor. Dışkıları ortamı kirlettiği için sütleri de pastörize edilse bile canlı kalabiliyor. Süt çok iyi kaynatılırsa ölüyor. Yapılan bazı çalışmalarda bebek mamalarında bile canlı paratüberküloz etkenine rastlanmıştır." açıklamasında bulundu.
Yaman, paratüberkülozun insanlarda kronik bağırsak enfeksiyonuna ve çeşitli otoimmün hastalıklara neden olabildiğine dikkati çekti.
Paratüberkülozla ilgili yaptıkları araştırmanın detaylarını aktaran Yaman, şu ifadeleri kullandı:
"Hastalığın tedavisi yok diyebiliriz. Aşılama imkanı bazı ülkelerde mevcut ama koruyuculuğu şüpheli görülüyor. Dolayısıyla hem tedavisi hem de korunması noktasında bu hastalıkla ilgili bir çıkmaz var. Tespit ettiğimiz mutasyonu taşıyan hayvanlar ise taşımayanlara göre hastalığa karşı çok çok daha dirençli. Bunun sonuçlarını yayımladık. Bir sonraki aşamada ise artık hayvanlarda damızlık seçme kriterlerimizde TLR2 genindeki mutasyonu taşıyıp taşımadığına da bakacağız. Bu mutasyonu taşıyan hayvanlara üreme imkanı verirsek, sonraki nesillerde kendiliğinden paratüberküloz hastalığına karşı genetik direnç yükselmiş olacak."
Yerli ırklarda mutasyon daha yoğun görülüyor
Paratüberkülozla ilgili ıslah çalışmasıyla üreticilerin hayvanlarında olumlu sonuçlar oluşacağına değinen Yaman, veteriner hekimlerin sahada klinik olarak küçükbaşlarda bu hastalığı tespit etmesinin çok zor olduğunu anlattı.
Doç. Dr. Yaman, paratüberküloza yakalanan hayvanların 6 ay ila 1 yıl içinde öldüğünü ifade ederek, hastalığın ölüm aralığının uzun zamana yayılması nedeniyle üreticiye verdiği zararın gözden kaçtığını belirtti.
TLR2 geninin bütün hayvanlarda bulunduğu ancak mutasyonun hepsinde görülmediğini bildiren Yaman, "Genin iki şekli var, bir normal hali bir de mutant hali. Normal halini taşıyanlar hastalığa karşı duyarlı, mutant halini taşıyanlar hastalığa karşı dirençli." ifadelerini kullandı.
Yaman, mutasyonun belirli ırklarda daha yoğun, bazılarında daha seyrek olduğunu vurguladı.
Merinos ve ramlıç gibi geliştirilmiş ırklarda paratüberküloza direnç sağlayan mutasyonun çok nadir, yerli ırklarda çok daha yoğun olduğunu gördüklerini anlatan Yaman, "Bunu hastalık test sonuçlarından da kolayca görebiliyoruz. Bu hastalıkları eliza testiyle teşhis ediyoruz. Yaptığımız eliza testlerinde paratüberküloz hastalığı merinos ırkında daha yüksekken, örneğin kıvırcık ve Gökçeada'da yüzde 3-4'lerde. Dolayısıyla hastalık ırk bazında farklılık gösterebiliyor." diye konuştu.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turk-bilim-insanlarinin-kesfiyle-kucukbas-hayvanlarda-paratuberkuloz-hastaliginin-onune-gecilmesi-hedefleniyor/2221898 | 2,461 | 4,878 |
Türk Milli Klavye Takımı'ndan uluslararası 2 birincilik
Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Bilgi İşlem ve İletişim Federasyonu'nun (INTERSTENO) Çekya Temsilciliği tarafından düzenlenen ZAV100 3. Uluslararası İnternet Bilgisayar Klavye Yarışması'nda Türk Milli Klavye Takımı 2 birincilik elde etti.
İstanbul
INTERSTENO Türkiye Temsilciliği ve Türk Grubu Başkanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, 9-11 Aralık tarihlerinde Çekya'da düzenlenen yarışmada, 13-16 Yaş öğrenciler kategorisinde Afyonkarahisar Sandıklı Ortaokulu'ndan Nisan Maya Tunçoğlu dakikada net 739, tecrübeliler kategorisinde Ankara Danıştay Başkanlığı'ndan Erdi Çiller dakikada net 814 vuruş yazarak kategorilerinde birinci oldu.
4 Kategoride yapılan yarışlarda, diğer iki birinciliği ise Çekya kazandı. Gençler kategorisinde, Afyonkarahisar Sandıklı Hisar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nden Sinem Deniz 3. olurken, Afyonkarahisar Şuhut Zafer Anadolu Lisesi'nden Onur Demirbaş, İzmir Aliağa Adamar International Ship Supply Co.'ndan Ümit Şeker, Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden İlyas Pamukçu, TED Afyon Koleji'nden Efe Abdullah Taner, onur tablosuna girmeye hak kazandı.
Yarışmaya Çekya, Almanya, ABD, Belçika, Fransa, Hırvatistan, Lüksemburg, Macaristan, Rusya, Slovakya, Polonya, İtalya, Arjantin ve Türkiye olmak üzere 14 ülkeden, bin 354 yarışçı katıldı. Türkiye'den ise 36 kişi yarışmada yer aldı. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turk-milli-klavye-takimindan-uluslararasi-2-birincilik/2445481 | 651 | 1,390 |
Türk şirketi virüsleri 4 dakikada yok edebilen uygun fiyatlı cihaz üretti
Elektromekanik mühendisliği alanında 27 yıldır cihazlar geliştiren HTL Teknoloji, yeni tip koronavirüs virüslerini 4 dakikada yok eden ultraviyole (UV) C sterilizasyon cihazları geliştirdi.
İstanbul
Firmanın geliştirdiği asansör tipi, portatif ve hareket duyarlılığına sahip cihazların öne çıkan özelliği ise her bir işletmenin erişebileceği uygun fiyatlarla iç pazara sunulmuş olması...
Tuzla Organize Sanayi Bölgesi'nde faaliyet gösteren ve yüksek güvenlikli biyo-tesislere "kuru oda" çözümleri üreten HTL Tekno Elektromekanik AŞ (HTL Teknoloji), pandeminin ardından Kovid-19'u yüzde 99,99 başarıyla yok eden, portatif ve asansör tipi UV sterilizasyon cihazlar geliştirdi.
Geliştirdiği cihazlar otel, hastane, restoran, apartman ve küçük işletmeler tarafından rağbet gören firma, yurt dışından sipariş almaya başladı.
"Herkesin erişebileceği fiyatta yüzey sterilizasyon sistemleri geliştirdik"
HTL Teknoloji ve geliştirdiği cihazlar hakkında bilgi veren HTL Teknoloji Yönetim Kurulu Başkanı Naci Sivri, yüksek güvenlikli biyolojik tesisler konusunda anahtar teslimi teknolojiler ürettiklerini, pandeminin ortaya çıkmasıyla birlikte halihazırda geliştirdikleri teknolojileri güncel ihtiyaçlara göre modifiye ettiklerini belirterek, şunları kaydetti:
"Pandemiyle birlikte arkadaşlarımızla oturduk ve 'Türkiye'ye nasıl bir katkımız olabilir?', 'Biz nasıl bir görev üstlenebiliriz?' diye değerlendirdik. 3 konuda çalışmaya karar verdik. Birincisi, mobil teşhis laboratuvarı yapmak istedik. Bunu standart BSL 2 seviyesinde değil, ileride oluşabilecek riskleri öngörerek biyo-güvenlik seviyesi 3 olan bir mobil teşhis konteyneri geliştirdik. Bu konuda TÜBİTAK Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı'nın da desteğini aldık. İkinci olarak, solunum cihazlarında sterilizasyon konusunun önemi dikkatimizi çekti. Özellikle entübe hastalarda bir hastadan diğerine geçişte sekonder enfeksiyon oluşumu ciddi bir risk ve mevcut sistemde bu cihazların sterilizasyonu ancak sökülerek mümkün. Bu da oldukça zaman alıcı. Biz hava yöntemiyle bunu sterilize edecek bir sistem geliştirdik. Yakında tamamlamayı ümit ediyoruz. Üçüncü olarak da pratik, ucuz ve herkesin erişebileceği fiyatta yüzey sterilizasyon sistemleri geliştirdik."
"Hareket eden birini gördüğü anda sistem çalışmayı durduruyor"
Sivri, 20 yıla yakın süredir UV sistemleri üzerinde çalıştıklarını, bunları mikro-biyoloji laboratuvarlarında ve gıda sanayisinde kullandıklarını anlattı.
HTL Teknoloji'nin, profesyonel olmayan insanların güvenli şekilde kullanabileceği yüzey temizleyiciler geliştirdiğini bildiren Sivri, "Halihazırda edindiğimiz UV tecrübemizi, iç mekanların sterilizasyonunu sağlayan portatif UV cihazlar geliştirmek için kullandık." dedi.
Taşınabilir ayaklı üniteler ve yüzeye monte sistemler ürettiklerini belirten Sivri, şöyle konuştu:
"Ayaklı, mobil üniteler ve asansör, soyunma kabini ve küçük odalar için kullanılabilecek sistemler geliştirdik. Bunlarda ana felsefe; siz zaman aralığı tercihlerinizi makineye girdikten sonra sistem otomatik olarak devreye giriyor ve mekanın büyüklüğüne göre 10 dakika, 15 dakika ya da daha kısa sürelerde çalışıp otomatik olarak duruyor.
Malumunuz UV C ışınları, zararlı mikroorganizmaları ve özellikle virüsleri öldürür ama insan için ultraviyole C ışınına maruz kalmak oldukça tehlikelidir. O nedenle cihazlarımıza hareket sensörü yerleştirdik. Hareket eden bir nesne gördüğü anda sistem çalışmayı durduruyor."
"Enfeksiyon riskini çok büyük ölçüde azaltacaktır"
Naci Sivri, UV C ışınlarının, sterilizasyonda çok etkili olduğunu vurgulayarak, "Güneş, hepimize yıllardır sağlık ve enerji verdiği gibi mikrop öldürücü olarak da son derece etkili. Güneşli bir günde ortalama 20-25 mikrojul/cm2 gibi değerler ölçüyoruz. Biz ihtiyaç durumunda bunun kat kat üzerine çıkabilme imkanına sahibiz ve süreyi ayarlayarak hedef mikroorganizma için öngörülen değer neyse o kadar ışınım sağlayıp mikrobiyolojik ajanların yok edilmesini sağlıyoruz." dedi.
Geliştirdikleri cihazların, Sağlık Bakanlığı'na akredite olmuş bağımsız bir laboratuvar tarafından test edildiğini aktaran Sivri, sonuçlara ilişkin şu bilgileri verdi:
"Biz cihazımızı 2 metreden 4 dakika çalıştırdıktan sonra test kabındaki Kovid-19 virüslerinin yüzde 99,9982'sinin öldürüldüğünü raporladık, belgeledik. Bunun anlamı şu; siz bu sistemi odanıza, işletmenize kurup çalıştırdıktan sonra ışık gören yüzeyleri yüzde 99,99 etkinlikte dezenfekte edebilirsiniz. Mikroptan büyük ölçüde arınabilirsiniz, virüs yükünün azalması da hastalık yapma, enfeksiyon riskini çok büyük ölçüde azaltacaktır."
Online satışlar başladı
HTL Teknoloji Yönetim Kurulu Başkanı Sivri, tanıtım çalışmalarına yeni başlamalarına karşın piyasada geliştirdikleri cihazlara güçlü bir talep geliştiğini söyledi.
Sivri, "Ciddi bir ilgi gördük, küçük bir üretim bandı oluşturduk, hızlıca üretime geçtik. Talepleri karşılamaya çalışıyoruz. İhracat konusunda birkaç görüşme yaptık. Çevre ülkelerle özellikle yüklü hacimlere ulaşabileceğimizi ümit ediyorum." dedi.
Ürünün iç piyasada hanehalkı ve küçük işletmelerin erişebileceği fiyatlardan satışa sunulduğunu bildiren Sivri, halihazırda n11.com üzerinden online satışlarının bulunduğunu aktardı.
Naci Sivri, UV alanındaki tecrübelerinin nihai ürüne dönüşme yolculuğuna ilişkin de şunları kaydetti:
"Pandemi başladığı anda öncelikli hedefimiz, kendi personelimizin koronavirüsten korunmasıydı. Bu amaçla standart maske kullanımı, antidezenfektan dışında ofis ve yemekhane gibi bölümlerimize sabit UVC lambaları koyduk. Tavanlara sabit olarak yerleştirdik. Her akşam personelimiz çıktığında dışarıdan UVC cihazlarını belli sürelerde çalıştırarak ortamı sterilize etmeye başladık. Lamba bulunmayan bölümlerde de kullanmak üzere portatif UVC cihazını geliştirdik. Personelimizi koruduğumuza yüzde 100 emin olduktan sonra da işi ticarileştirdik. Profesyonel olmayan kişilerin rahat, güvenli şekilde kullanabileceği portatif cihazlar geliştirdik."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turk-sirketi-virusleri-4-dakikada-yok-edebilen-uygun-fiyatli-cihaz-uretti/1963759 | 3,020 | 6,163 |
Ankara
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan politikalar doğrultusunda Milli Uzay Programı'nı uygulamaya alan Türkiye Uzay Ajansı (TUA), belirlediği 10 hedefi gerçekleştirmeye odaklandı.
Programda yer alan "Uzay havası ya da meteorolojisi olarak tabir edilen alana yatırım yaparak uzaydaki yetkinliği artırmak" hedefi için de yol haritası belirlendi. Bu kapsamda uzay havasındaki değişimlerin etkilerini izlemek ve modellemek üzere "Uzay Havası Uygulama Merkezi" (UHUM) kuruluyor. Merkezin 2025 yılında faaliyete başlaması planlanıyor.
UHUM'un dağınık akademik çalışmaları desteklemesi ve birbirine entegre etmesi, akademik çalışmalarla uzay havası, yakın uzay nesnelerinin izlenmesi, uzay ortamı simülasyonları gibi servisler arasındaki bağı kurması, servislerin sürekliliğini sağlaması ve uluslararası kuruluşlarda Türkiye'yi temsil etmesi amaçlanıyor.
Uzay havasındaki değişimler kesintilere yol açabiliyor
Uzay fiziğinin bir dalı olan uzay havası, Güneş Sistemi'ndeki değişken koşulları inceliyor. Buradaki fiziki olaylar öncelikle uyduların ömürlerini etkilerken uydulardan sağlanan haberleşme, seyrüsefer gibi hizmetlerde de bozulmalara veya kesintilere neden olabiliyor.
Yeryüzünde ise güneş fırtınaları elektrik iletim sistemlerinin devreden çıkması ve büyük alanlarda uzun süreli elektrik kesintilerine neden olabildiği gibi haberleşmeden jeofizik ölçümlere ve hatta iklime kadar pek çok konuyu etkileyebiliyor. Bu nedenle uzay havasının sürekli izlenmesi, tahmin edilmesi ve fiziki olayların daha iyi anlaşılması gerekiyor.
Çeşitli uluslararası kuruluşlar ve bazı ülkeler bu amaçla merkezler ve projeler oluştururken uzay havasına yönelik hizmetler veriyor. Türkiye'de de uzay havasına, bilimine ve astrofiziğe dair çalışmaları koordine edecek, temel hizmetleri verecek ve uluslararası işbirliği çalışmalarını yürütecek merkez ihtiyacı UHUM ile giderilecek. Buradaki çalışmalarla uzay havası konusunda üniversitelerin ve araştırma kuruluşlarının çalışmalarının desteklenmesi ve uzayda yapılacak deneyler için projelerin oluşturulması öngörülüyor.
En yakın hedef "uzay yolcusu"
Programdaki en yakın hedeflerden biri olan "Bir Türk vatandaşının uzaya gönderilmesi" noktasında bu yıl Alper Gezeravcı ve Tuva Cihangir Atasever Türkiye'nin ilk uzay yolcuları olarak belirlenmişti. Alper Gezeravcı'nın 2024'ün başında uzay yolculuğuna çıkması planlanıyor.
"Ay'a ilk teması gerçekleştirme" hedefi kapsamında sert inişin 2026'da, yumuşak inişin de sonraki yıllarda gerçekleştirilmesi bekleniyor.
Program kapsamında yeni nesil uydu geliştirme alanında dünyayla rekabet edebilecek ticari marka ortaya çıkarmak, Türkiye'ye ait bölgesel konumlama ve zamanlama sistemi geliştirmek, uzaya erişimi sağlamak ve bir uzay limanı işletmesi kurmak, ülkeyi astronomik gözlemler ve uzay nesnelerinin yerden takibi konularında daha ileri seviyeye taşımak, ülkede uzay sanayi ekonomisini geliştirmek ve bir uzay teknolojisi geliştirme bölgesi kurmak da hedefler arasında yer alıyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiye-2025ten-itibaren-uzayin-havasini-arastiracak/3049490 | 1,546 | 3,190 |
Türkiye sanayisi dijital dönüşüm ve nitelikli kadrolarla güçlendirilecek
Türkiye, bilim, teknoloji ve inovasyona dayalı, rekabetçi, sürdürebilir, yerli ve milli dijital sanayi ekosistemi oluşturmak için TEKNOFEST'lerden DENEYAP atölyelerine, yazılım envanterinden dijital rozet platformuna kadar kapsamlı adımlar atacak.
Ankara
AA muhabirinin, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı 2024-2028 Stratejik Planı'ndan derlediği bilgiye göre, "Teknolojisiyle öncü, sanayisiyle güçlü bir Türkiye" hedefiyle çeşitli projeler uygulamaya alınacak.
Bu kapsamda, Milli Teknoloji Hamlesi ile sanayinin teknolojik dönüşümü ve nitelikli insan kaynağının geliştirilmesi hedefleniyor. Uygulamaya alınacak projelerle imalat sanayisinin rekabet gücünün artırılması öngörülüyor. Plan döneminde, işletmelerde dijital dönüşüm ve farkındalığın artırılması, Ulusal Dijital Dönüşüm Olgunluk Değerlendirme Modeli'nin geliştirilmesi de amaçlanıyor.
TEKNOFEST atölyeleri geliyor
Planın önemli ayaklarından birini eğitim modelleri oluşturuyor.
2028'e kadar her yıl 1 TEKNOFEST yapılacak. 81 ilde TEKNOFEST atölyeleri kurulacak. Sürecin bu yıl 10 atölye kurulmasıyla başlaması ve 2028'e gelindiğinde sayının 100'e ulaştırılması planlanıyor.
Milli Teknoloji Akademisi çatısı altında verilen ders sayısının bu yıl 200, gelecek yıl 250 ve 2028'de 400'ü bulması, buralarda eğitim alan öğrencilerin sayısının ise her yıl 1000 artırılarak gelecek yıl 8 bine ve 2028'de 11 bine çıkarılması hedefleniyor.
DENEYAP Türkiye Projesi ile eğitim hakkı elde eden öğrenci sayısının geçen yılki 18 bin seviyesinden bu yıl ve 2025'te 34 bine, 2028'de ise 66 bine yükseltilmesi öngörülüyor.
Söz konusu çalışmalar için 160 milyon lira bütçe ayrıldı.
Dijitalleşmede stratejik adımlar
Bilişim ve yazılım ekosistemini geliştirmek için siber dayanıklılığı artırılan işletme sayısı da çoğaltılacak. Bu kapsamda yapılan çalışmalarla 2026'da 50, 2027'de 75 ve 2028'de 100 işletmeye ulaşılması hedefler arasında yer alıyor.
Türkiye Yazılım Envanteri oluşturularak bu yıl 20 işletmenin kaydedilmesi planlandı. Bu sayının gelecek yıl 1000'e ve 2028'de 9 bine çıkması bekleniyor.
Dijital Rozet Platformu üzerinden sertifika üreten kuruluş sayısının da bu yıl 20'yi bulması için çalışmalar yapılıyor. Bu sayede sayının gelecek yıl 40'a ve 2028'de 100'e çıkarılacağı tahmin ediliyor. Buradaki kişi sayısının ise bu yıl 400, gelecek yıl 800 ve 2028'de 2 bin olması planlanıyor.
İmalat sanayisindeki kritik işletmelerin belirlenmesi, sivil toplum kuruluşlarıyla görüşülüp ihtiyaç duyulacak yeni belge türlerinin belirlenmesi ve bu sayede Türkiye'nin dijital yetkinlik envanterinin çıkarılması gibi çalışmalara 19 milyon 891 bin lira kaynak ayrıldı.
İşletmelerde dijital dönüşüm
Sanayinin dijital dönüşümü sürecinde destek verilen büyük ölçekli firma sayısının her yıl 20 artırılarak, bu yıl 20 ve 2028'de 100'e çıkarılması hedeflendi. Bu desteğin verildiği KOBİ sayısının da bu yıl 250'ye ve 2028'de 1500'e yükseltilmesi öngörülüyor.
Programa başvuran imalat sanayisi işletmelerinin dijital uygunluk değerlendirmesinin yapılması, dijital dönüşüm yol haritası hazırlanması, uygun yatırım listesi oluşturulması, dijital dönüşüm kapsamında yatırım teşvik belgesi oluşturulması ve dijital olgunluk seviyesinin belirlenmesi için 4 milyon 653 bin lira ödenek kullanılacak.
Dijital dönüşüm uzmanlığı eğitimine katılan firma sayısının bu yıl 250'ye ve 2028'de 1500'e ulaştırılması planlanıyor. Ekosistemdeki dijital dönüşüm uzmanı sayısının artırılması çalışmalarına da 2 milyon 576 bin lira ayrıldı.
"Ulusal Dijital Dönüşüm Olgunluk Değerlendirmesi" yapılan büyük ölçekli işletme sayısının 2026'da 60, 2027'de 70 ve 2028'de 100 olması bekleniyor.
Bu değerlendirmesi yapılan KOBİ'lerin de 2026'da 750'ye, 2027'de 1000'e ve 2028'de 1500'e ulaştırılması amaçlanıyor.
Geliştirilecek olgunluk modelinin küresel çapta uygulanabilecek nitelikte olması ve kullanılmasının sağlanmasıyla katma değerin artırılması için 1 milyon 500 bin lira bütçe sağlanacak.
Tüm bu adımlarla Türkiye sanayisinin nitelikli kadrolarla dijital dönüşümünün gerçekleştirilmesi hedefleniyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiye-sanayisi-dijital-donusum-ve-nitelikli-kadrolarla-guclendirilecek/3163083 | 2,132 | 4,245 |
Türkiye savunmadaki başarısını uzay sanayisine taşıdı
TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Mandal, Türkiye'nin savunma sanayisindeki başarısını uzay sanayisine taşıdığını belirterek, Türksat 6A'nın uzaya fırlatılmasının Türkiye ve içinde bulunduğu bölge açısından önemli bir gelişme olduğunu ifade etti.
Cape Canaveral
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Türksat 6A uydusunun fırlatma törenine katılmak üzere bulunduğu Florida'daki Cape Canaveral'da AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
- Türkiye'nin yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A uzaya fırlatıldı
- Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türksat 6A ile uydu üretiminde yeni safhaya geçtik
- Türksat 6A, 10 yıllık çalışmanın ürünü
- Türksat 6A'nın ihtiyaç duyduğu enerji güneş panelerinden sağlanacak
- ANALİZ-Dışa bağımlılığı azaltan Türksat 6A haberleşme uydusuyla Türkiye ilk 11'de
- Türksat 6A Türkiye'ye "sınıf atlattı"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Türkiye Yüzyılı"nın bilim ve teknoloji odaklı olacağına dair sözlerini anımsatan Mandal, bunun en güzel örneklerinden birine Türksat 6A ile şahitlik edildiğini söyledi.
Mandal, son dönemde Türkiye'nin uzay ile ilgili çalışmalarına değinerek, geçen yıl metre altı çözünürlüğe sahip gözlem uydusu İMECE'nin fırlatıldığını, yılbaşında Türkiye'nin ilk insanlı uzay misyonunun gerçekleştirildiğini ve ardından yörünge altı araştırma uçuşunun yapıldığını hatırlattı.
Son olarak Türkiye'nin ilk yerli ve milli haberleşme uydusunun fırlatıldığını belirten Mandal, Türksat 6A'nın yaklaşık 36 bin kilometre irtifada görev yapacağını dile getirdi.
Mandal, Türkiye'nin uzay sanayisi, teknolojisi ve ekonomisine ismini yazdıran ülkelerden olduğunu ifade etti.
Uzayın ülkeler arası rekabette en önemli lig olarak değerlendirildiğini bildiren Mandal, "Artık Türkiye savunma sanayisindeki başarısını bir üst lig olan uzay sanayisine çıkarmış oluyor. Bu, gerçekten ülkemiz açısından, bölgemiz açısından, insanlık açısından önemli bir gelişme." dedi.
Bir sonraki hedef aya sert iniş
Mandal, yeni projeler için öncelikle mevcut uydunun "tarihçe kazanması" gerektiğini belirterek, Türksat 6A'dan ilk sinyalin başarıyla alındığını ancak uydunun görevini gerçekleştirdiğini söyleyebilmek için en az 3 aylık zamana ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Uzayda kalifiye olunmasının önemini vurgulayan Mandal, Türkiye'nin başarıyla çalışan uydu bileşenlerini veya platformlarını ihraç eder konumda olabileceğini kaydetti.
Mandal, "Uydu ekosisteminde artık biz bu ekonominin içinde olan bir ülkeyiz ama hedefleri tabii ki daha yüksek tutmak zorundayız." diye konuştu.
Milli Uzay Programı'nda bir sonraki hedefin aya sert iniş olduğunu hatırlatan Mandal, "2026 yılının sonunda veya 2027 yılının başında ayağa sert inişi, sonrasında takip eden 2 yıl içinde de yumuşak inişi gerçekleştirmiş olacağız." dedi.
Mandal, Türksat 6A misyonunun Türkiye'nin uzayda varlığını devam ettirme yolculuğunun bir parçası olduğuna dikkati çekerek, bundan daha büyük hedefin aya gitmek, ondan daha sonraki hedefin aya insanlı gitmek ve ayın ötesinde derin uzayda çalışmak olduğunu sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiye-savunmadaki-basarisini-uzay-sanayisine-tasidi/3269993 | 1,659 | 3,269 |
Türkiye'nin "dijital birliği" sahaya çıktı
HAVELSAN'ın, insansız hava ve kara araçlarının, sürü dronların birlikte görev yapabilmesine olanak sağlayan Karma Sürü Operasyon Merkezi'nin saha testi Anadolu Ajansı tarafından görüntülendi.
Ankara
Kalecik'teki İHA Test Merkezi'ndeki testte, belirlenen bir senaryo çerçevesinde 2 Bulut Altı İnsansız Hava Aracı BAHA, 2 İnsansız Kara Aracı BARKAN ve 5 drondan oluşan dron sürüsü birlikte görev yaptı. Tüm araçlar yetenekleri doğrultusunda görev paylaşımı yaparak kendilerine verilen görevi yerine getirdi.
HAVELSAN Genel Müdürü Mehmet Akif Nacar, AA muhabirine, 2020 yılında başlayan AR-GE projesiyle sürü insansız araçlar konusundaki yol haritasını adım adım gerçekleştirdiklerini söyledi.
Bu kapsamdaki çalışmaların İnsansız Kara Aracı BARKAN ile başladığını ve aracı otonom görev yapabilir hale getirdiklerini ifade eden Nacar, daha sonra bulut altı insansız sistemlerle ilgili çalışmalara başladıklarını ve BAHA'yı ortaya çıkardıklarını belirtti.
Bu araçlar ve sürüye elverişli dronlar ile otonom şekilde sürü zekasını uygulamak için çalışmalar gerçekleştirdiklerini anlatan Nacar, gelinen noktada birlikte havalanıp farklı formasyonlar çerçevesinde beraber görev yapabilen bir altyapıyı hayata geçirdiklerini ifade etti.
Son saha testinde Karma Sürü Operasyon Merkezi'ni test ettiklerini bildiren Nacar, teste ilişkin şu bilgileri verdi:
"2 öncü İHA'mız havada keşif yapıyorlar. Bunların tespit ettiği hedeflere yerdeki insansız kara araçları yönlendirilebiliyor. Yerdeki insansız kara araçları hedefleri tespit ettikten sonra ayrıca o bölgeye sürü dronlarımızı da göndererek bölgedeki keşfi oradan sürdürmeyi sağlıyoruz. Öncü İHA'lar görev bölgelerine gidiyorlar, o bölgeye sürü sistemlerimizi göndererek bu senaryoyu, bu operasyonu tamamlamış oluyoruz. Bu, dijital birlikler ve sürü teknolojileri anlamında gelmek istediğimiz en önemli dönüm noktalarından biriydi. Bunu sahada gerçekleştirerek çok önemli bir adım atmış oluyoruz. Bundan sonra gelecek sistemlerde daha farklı senaryolar, daha fazla sayıda insansız hava aracının, insansız kara aracının ve sürü dronların olabildiği, birkaç sürü dronun aynı anda faaliyet yapabildiği senaryolar üzerinde çalışarak bu ekosistemi geliştiriyor olacağız. Bugün önemli bir başarıyı yerinde gerçekleştirmiş olduk."
"Satabileceğimiz ülkeler var"
Çalışmalarının semeresini yavaş yavaş almaya başladıklarını dile getiren Nacar, BAHA'yı ihraç ettiklerini, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kullanılmasının planlandığını, BARKAN'ı da envantere teslim ettiklerini söyledi.
Nacar, "Bu operasyon merkezi sayesinde birden fazla çoklu görevi aynı anda tek bir komuta merkeziyle yapabilme kabiliyetine otonom olarak erişmiş olacağız. Bundan sonra daha büyük sürüler, daha büyük ekosistemleri gerçekleştirmek üzere yolumuza devam edeceğiz." dedi.
Mehmet Akif Nacar, sürü konsepti ya da karma sürüyü paket halinde ilk defa satabilecekleri ülkeler olduğunu düşündüklerini, bunu başardıklarında ilklerden birini gerçekleştireceklerini bildirdi.
"Algoritmalarımızın olgunluk seviyesini gösterdi"
Karma Sürü Operasyon Merkezi ile yapılan testin "sürü zekasının" algoritma ve yazılım anlamında sahaya çıkabilecek olgunluğa geldiğini ortaya koyduğunu vurgulayan Nacar, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Yazılımlarımızın ve yapmış olduğumuz, geliştirmiş olduğumuz algoritmaların gerek dağıtık sistem olsun gerek merkezi sistemle bu sürülerin yönetilmesi olsun ve gerekse de sürü zekasıyla yapmış olduğumuz bu karma kombine sistem aslında yazılımların gelmiş olduğu olgunluk seviyesini gösteriyor. Dronların birbirine göre göreceli konumları, kendi arasındaki haberleşmeleri, link bağlantıları, haberleşme neticesinde konumlarını değiştirmeleri hepsi bu işin aslında birer parçası. Tabii ki yerden kumanda ediliyor. Sürünün başında bir de komutan var. Komutan yerden komutları veriyor, komutları İHA'lara veriyor. Onlar hedefi bulduğu zaman yere bildiriyor komutana ve o komutan sürüleri oraya intikal ettiriyor. Yerden insansız kara araçlarını, havadan da sürü dronları oraya intikal ettirerek operasyonu tamamlamış oluyor. Bu algoritmalarımızın olgunluk seviyesine gelmiş olduğunu gösteren bir test oldu. Daha zor şartlarda, daha farklı sahalarda bu testleri sürdüreceğiz ve daha başarılı işler yapacağız diye düşünüyoruz."
Mehmet Akif Nacar, farklı firmaların insansız araçlarını bu sisteme entegre etmeyi hedeflediklerini, bir otonomi modülüyle ya da mevcut otonomisiyle haberleşmeyi sağlayarak bunu başarabileceklerini düşündüklerini söyledi. Nacar, envanterdeki mevcut ürünlerin de aynı şekilde karma sürüye dahil edilebilmesiyle ilgili bir yol haritaları bulunduğunu kaydetti.
Yeni ihracat haberleri yolda
HAVELSAN Ürün Geliştirme ve Üretim Direktörü Veysel Ataoğlu da uzun süredir sahada çeşitli testler yaptıklarını ve farklı araçların müşterek görev konseptini yerine getirebilmesini sağlamaya çalıştıklarını söyledi.
Karma Sürü Operasyon Merkezi ile insansız hava-kara araçlarının yönetilebildiğini, onların birbiriyle haberleşmesinin sağlanabildiğini, verilen görevlerin yerine getirilebildiğini doğruladıklarını vurgulayan Ataoğlu, bundan sonra farklı tip araçlarla "dijital birliğin" alanını genişletmeye çalışacaklarını belirtti. Ataoğlu, şöyle konuştu:
"Biz bu platformların üreticisi değiliz, bunların akıl noktasındayız. Bu platformları üreten firmalar var ve biz bunları akıllandırıyoruz, bunları bir robot haline getiriyoruz. Bu robotlar da hem maliyet açısından, hem askeri kayıpların azalması açısından, hem de yüksek seviyede başarı oranıyla katkı sağlayacaklar. HAVELSAN bünyesinde yapay zeka dediğimiz bir algoritmayı çalıştırarak bu sistemleri birbirleriyle hareket edebilir seviyeye getirmiş bulunmaktayız."
"Dijital birlik" konseptini müşterilere de anlattıklarını ve bu ürünlere yönelik ilgi oluştuğunu dile getiren Ataoğlu, ihracat faaliyetlerine ilişkin şu bilgileri verdi:
"BAHA'yı ihraç ettik. İkinci ihracatımız da yolda diyebilirim. Orta Asya'da bir ülkeden talep var, yüzde 90 seviyesine geldik diyebiliriz. Hedefimiz BAHA ile birlikte BARKAN'ın da bu sisteme entegre olabildiğini gösterip, yurt dışında kullanılabilecek bir konsept oluşturmaya çalışıyoruz. Hedefimiz yakın zamanda BARKAN'ın ihracatını da gerçekleştirmek."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-dijital-birligi-sahaya-cikti-/2972134 | 3,095 | 6,395 |
Türkiye'nin ikinci astronotu Atasever, uzay yolculuğunu "VSS Unity" aracıyla yapacak
Türkiye'nin ikinci uzay yolcusu Tuva Cihangir Atasever'in yörünge altı araştırma uçuşu, Virgin Galactic'e ait "VSS Unity" adlı uzay aracının son ticari uçuşu olacak.
Washington
Atasever'in 8 Haziran'da ABD'nin New Mexico bölgesinde bulunan Spaceport'un gerçekleştireceği uzay seferi, uçuş yapacak uzay aracı açısından da özel bir önem taşıyor.
Virgin Galactic'in bu yıl ikinci ve bu zamana kadar 12'nci uçuş uçuşunu gerçekleştirecek ve Atasever'in de içinde olacağı "VSS Unity", bu uçuştan sonra emekliye ayrılacak.
Taşıyıcı uçakla havalanıyor
Atasever'in uzay yolculuğunu yapacağı "VSS Unity", hibrit itki sistemiyle çalışan ve yeniden kullanılabilir bir yörünge altı uzay aracı olarak dikkat çekiyor.
Virgin Galactic'in internet sitesinde yer alan bilgiye göre, sahip olduğu hibrit roket motoru, "VSS Unity"nin yaklaşık 60 sensör ses hızının 3 katı hıza erişmesini sağlıyor.
"VSS Unity", yüksek irtifaya ve ağır yük bileşenlerine sahip, özel yapım, dört motorlu, çift gövdeli bir taşıyıcı uçakla havalanıyor.
Ana gemi olarak da üretilen bu taşıyıcı uçak, yaklaşık 50 bin fit irtifaya kadar çıkabiliyor. Bu irtifa, normal bir uçuş veya nakliye uçağının uçabileceği seviyenin çok üzerinde bulunuyor.
Roket motorunu ateşleyerek uzay yolculuğuna devam ediyor
Tuva Cihangir Atasever'in de yer miktarı "Galactic 07" uçuşunda, "VSS Unity" uzay aracının taşıyıcı aracıyla yaklaşık 45 bin fit irtifaya yakalanması, ardından hibrit roket motorunun ateşlenmesiyle yaklaşık 90 kilometre irtifaya alınması planlanıyor.
Roket motorunun yanmayı bitirdiği andan itibaren, serbest düşüş aşamasına kaydedilmesi ve bu andan itibaren mikro yer çekim koşullarının oluşturulması bekleniyor.
Yaklaşık 3 dakika boyunca ilerlemeli serbest düşüş aşamasından sonra araç atmosferine tekrar giriş kalktığı pist doğru süzülerek inmesi öngörülüyor.
Uzaya gidiş ve dönüşte sorunsuz ve güvenli bir yolculuğun sürdürülmesi için uçuşa iki uzman pilot liderlik ediyor.
• Türkiye'nin ikinci astronotu Tuva Cihangir Atasever'in yörünge altı araştırma uçuşu bugün başlıyor
— Anadolu Ajansı (@anadoluajansi) June 8, 2024
• Atasever, 1,5 saat sürecek bilim misyonu çerçevesinde 7 bilimsel deneye imza atacak
AA Muhabiri Dilara Zengin Okay, detayları ABD'den aktardı https://t.co/0GflYxYvhz pic.twitter.com/ayw1EZCJZp
İlk uçuşunu 2018'de yaptı
VSS Unity, ilk uçuş uçuşunu 13 Aralık 2018'de gerçekleştirdi. Bu uçuşta, California'daki Mojave Hava ve Uzay Limanı'ndan kalkan araç ilk kez uzaya ulaştı. 22 Şubat 2019'da gerçekleşen ikinci uçuşta, Virgin Galactic'in iki pilotun yanı sıra bir mürettebat üyesi yer aldı.
Spaceport'un kesilmesiyle ilk uçuş olan ve 22 Mayıs 2021'de gerçekleşen "Unity 21" uçuşunda da uçuş sistemi testine devam edilmeye başlandı.
Virgin Galactic'in ilk tam mürettebatlı uzay uçuşu olan "Unity 22" ise 11 Temmuz 2021'de yapıldı. Bu uçuşa üç çalışanın yanı sıra Virgin Galactic'in kurucusu Richard Branson da katıldı.
Ticari hizmet başlatılmadan önce tam uçuş uçuş sistemi ve astronot deneyiminin son değerlendirmeleri 25 Mayıs 2023'te gerçekleşen "Unity 25" uçuşuyla yapıldı.
Virgin Galactic'in izlediği yolcularla ilgili ilk ticari uçuş olan "Galactic 01" uçuşu 29 Temmuz 2023'te gerçekleşti.
Virgin Galactic, yeni nesil Delta uzay gemilerinin üretimine yöneldi
Atasever'in katılacağı "Galactic 07" uçuşu, VSS Unity'nin son ticari uçuş olması açısından önem taşıyorken, Virgin Galactic'in kaynakları 2026'da hizmete sunulması hedeflenen yeni nesil Delta uzay gemilerinin üretimine adadığı tarihi bir dönüm noktası olacak.
Virgin Galactic, 6 Mayıs'ta yaptığı açıklamada, Delta sınıfı uzay gemileri için Güney Kaliforniya'da yeni bir sistem entegrasyonunun oluşturulduğunu duyurmuştu.
Açıklamada, Delta sınıfı uzay gemilerinin, "VSS Unity"nin aylık kapasitesinin 12 katı kapasiteyle ayda 8 uzay görevi gerçekleştirebilecek şekilde inşa edildiği aktarılmıştı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-ikinci-astronotu-atasever-uzay-yolculugunu-vss-unity-araciyla-yapacak/3242820 | 1,982 | 4,093 |
Türkiye'nin ilk elektrikli zırhlı aracı Akrep II tanıtıldı
Otokar, Türkiye'nin ilk elektrikli zırhlı aracı Akrep II'yi tanıttı. Akrep II, Türkiye'nin ilk elektrikli zırhlı aracı olarak IDEF'19'da sergilenecek.
Sakarya
Türk savunma sanayisinin zırhlı kara aracı üreticilerinden Otokar, Türkiye'nin ilk elektrikli zırhlı aracı Akrep II'yi tanıttı.
Otokar Genel Müdürü Serdar Görgüç, savunma sanayisindeki gelişmeleri değerlendirmek ve yeni nesil zırhlı araçlarını tanıtmak için basın toplantısı düzenledi.
Görgüç, kara sistemleri alanında sektöre öncülük eden ve birçok ilki kazandıran Otokar'ın, savunma sanayisindeki iddiasını yeni nesil zırhlı Akrep II ile farklı bir boyuta taşıdığını söyledi.
Serdar Görgüç, "İlk versiyonu Türkiye'nin ilk elektrikli zırhlı aracı olan Akrep II, bize elektrikli araç teknolojisinin askeri araçlara uygulanmasına yönelik bilgi ve tecrübe kazandırırken Türkiye'nin askeri tip elektrikli, hibrit ve otonom araçlar konusunda ilk adımları olacak." dedi.
Akrep II'nin 14. Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı'nda (IDEF'19 ) ilk kez sergileneceğini, fuarda aracı özel bir konfigürasyonla sunmak için çalışmaların aylardır devam ettiğini dile getiren Görgüç, şunları kaydetti:
"Teknolojik gelişmelerden bahsederken elbette alternatif yakıtlar da gündemimizdeydi. Akrep II'yi alternatif güç gruplarına da uygun olarak tasarladık. Elektrik motoru ve gelişmiş pillerle donatılan Akrep II, Türkiye'nin ilk elektrikli zırhlı aracı olarak IDEF 2019'da sergilenecek.
Geleneksel zırhlı araçlara kıyasla çeviklik, düşük termal iz, yüksek hız ve sessizlik avantajlarını bir arada sunan Akrep II, tüm dünyada orduların zorlu isterlerini karşılayabilecek yeterlilikte bir elektrik motora sahip. Taktik performans beklentilerine de en iyi şekilde cevap veren Akrep II, özellikle yakıt verimliliği, hareket, beka kabiliyeti ve entegre lojistik destek anlamında da avantajlar sunuyor.”
Görgüç, bu gelişmenin, geleceğin hibrit ve otonom zırhlıları için ilk adım niteliği taşıdığına işaret ederek, "Hedefimiz, Akrep II'nin Türkiye'nin teknoloji ihracatında öncü ürünlerden biri olmasıdır." diye konuştu.
"32 farklı ülkede askeri aracımız var"
Tamamen milli bir savunma sanayisi şirketi olan Otokar'ın, farklı pazarlarda geniş bir ürün yelpazesiyle başarılı olmaya çalıştığını anlatan Görgüç, yarı askeri güçler, silahlı kuvvetler ve silahlı kuvvetlerdeki değişik ihtiyaçlara cevap verecek ürünleri bulunduğunu ifade etti.
Tüm askeri ürünleri kendi Ar-Ge'leriyle geliştirdiklerini vurgulayan Görgüç, son 10 yılda 1 milyar liralık Ar-Ge harcaması yaptıklarını, bunun da yeni ürün, çözüm ve yatırımlara dönüştüğünü anlattı. Görgüç, şirketin aynı zamanda teknoloji ihracatı yoluyla pazarını genişletmeye çalıştığını dile getirdi.
Görgüç, Ural, Cobra II, Birleşik Arap Emirlikleri için üretilen Rabdan ve Tulpar gibi zırhlı araçlara ilişkin çalışmalar hakkında bilgi vererek, "32 farklı ülkede askeri aracımız var. Ayrıca bakım ve idame hizmeti veriyoruz." dedi.
Yeni ihtiyaçlara yeni çözüm
Son 20 yılda dünyada değişen tehditler nedeniyle silahlı devriye, keşif ve gerektiğinde meskun mahal çatışmalarında kullanılabilecek araçlara olan ihtiyacın arttığına işaret eden Görgüç, yeni nesil zırhlı araç Akrep II'nin buradan yola çıkarak geliştirildiğini söyledi.
Görgüç, şu ifadeleri kullandı:
"1994 yılında Akrep isimli bir araç devreye almıştık. Bu, Türkiye'de hafif zırhlı araçta ilk termal kamera kullanan araçtı. Özellikle sınır bölgesindeki geçişlerdeki problemlerimize çözüm bulmak için o tarihlerde Akrep aracımızı devreye soktuk. O Akrep aracı düşük siluetli, sessiz ve 3 kişilikti. Akrep'in imalatını 2000'de bitirdik. Otokar, dünyadaki gelişen trendleri ve değişen ihtiyaçları göz önüne alarak yine çok düşük siluetli, görünmesi az ama yüksek atış kabiliyeti olan bir Akrep platformunu günümüz teknolojisine göre yenileme kararı aldı. Keşif-gözetleme ve ateş destek ihtiyacını karşılamak üzere hazırladığımız bir platform. Hem elektronik keşif hem de cebri keşif uygulamaları için kullanılabilecek. Drone veya robotlarla entegre edilebilecek, ileride otonom görevlendirilebilecek bir araç."
Hem elektrikli hem dizel tasarım
Aracın hem elektrikli hem de dizel olarak tasarlandığı bilgisini veren Görgüç, tümüyle elektrikli versiyonun tanıtılacağını, dizel versiyonun da bir yıl içinde hazır olacağını söyledi.
Muharip, insan taşıyan, elektrikli araç Akrep II'nin Türk savunma sanayisi açısından ilk olduğunu vurgulayan Görgüç, aracın etkin kullanılabilir bir hacme sahip olduğunu, bakım ve idame ihtiyacı ve masrafının azaldığını, elektrikli motor sayesinde termal ve akustik izinin düştüğünü ayrıca yüksek hıza çıkmanın kolaylaştığını dile getirdi.
Akrep II'de Cobra II seviyesinde koruma bulunduğunu ancak bu araçtan daha hafif olduğunu anlatan Görgüç, aracın yüksekliğinin düşük kalmasının tanksavar gibi tehditlere karşı avantaj sağladığına dikkati çekti.
Görgüç, aracın hem önünde hem arkasında batarya konulacak yerler bulunduğunu, müşteri isteğine göre ilave bataryalarla menzili artırmanın mümkün olduğunu bildirdi. Görgüç, aracın yerdeki muharip güçlere yakın atış desteği verebilecek yapıda olmasının da önemine işaret etti.
Patente konu unsurlara sahip
Görgüç, basın mensuplarının soruları üzerine, bataryalar bittiğinde aracın şarjının 3 saat sürdüğünü, herhangi bir zamanda yapılan 15-20 dakikalık enerji takviyesinin da şarja yüzde 20-30'luk katkı yaptığını söyledi.
Otokar Genel Müdürü Serdar Görgüç, aracın menzilinin 250 kilometre civarında olacağını, enerji yoğun yeni bataryalarla bunun artırılabileceğini bildirdi.
Görgüç, aracın göreve hazır hale gelmesine ilişkin, "Bir yıl içinde Akrep II'yi satabilir duruma geleceğiz." dedi.
Aracın testlerine yeni başlayacaklarını ifade eden Görgüç, Akrep II üzerinde patente konu birkaç unsur bulunduğunu sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-ilk-elektrikli-zirhli-araci-akrep-ii-tanitildi/1461628 | 2,945 | 5,958 |
Türkiye'nin ilk silahlı deniz aracı ULAQ, Mavi Vatan ile buluştu
Denizdeki tecrübe seyirlerine başlayan Türkiye'nin ilk silahlı deniz aracı ULAQ'ın, deniz testlerinin ardından bu yılın ilk çeyreği sonunda atış testlerinin gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Ankara
Türk savunma sanayisi şirketlerinin iş birliğiyle geliştirilen silahlı insansız deniz aracı ULAQ suya indirildi.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, ARES Tersanesi ve Meteksan Savunma, birkaç yıldır sürdürdükleri araştırma-geliştirme çalışmaları sonunda Türkiye'nin ilk insansız muharip deniz aracı çözümünü hayata geçirdi.
Prototip üretimi tamamlanan ve "ULAQ" serisinin ilk platformu olan Silahlı İnsansız Deniz Aracı (SİDA) denize indirildi ve tecrübe seyirlerine başlandı.
SİDA, 400 kilometre seyir menziline, saatte 65 kilometre sürate, gündüz/gece görüş kabiliyetine, milli kriptolu haberleşme altyapısına sahip ve gelişmiş kompozit malzemeden üretildi. SİDA, keşif, gözetleme ve istihbarat, su üstü harbi, asimetrik harp, silahlı eskort ve kuvvet koruma, stratejik tesis güvenliği gibi görevlerin icrasında karadan mobil araçlarla ve karargah komuta merkezinden veya yüzer platformlardan kullanılabilecek.
Türkiye'nin ilk silahlı insansız deniz aracı ULAQ, milli füze sistemleri üreticisi ROKETSAN'ın ürünleri 4'lü lazer güdümlü füze Cirit podu ve 2'li Lazer Güdümlü Uzun Menzilli Tanksavar Füze Sistemi (L-UMTAS) lançeri ile donatıldı.
8 kilometrelik menziliyle sınıfının lideri konumundaki Cirit, kara ve deniz platformlarının yanı sıra helikopter, sabit kanatlı uçak ve insansız hava araçlarına (İHA) entegre edilebiliyor. Hassas güdümlü tanksavar füze sistemi L-UMTAS ise 8 kilometrelik menzili, lazer güdüm yeteneği ve zırh delici tandem harp başlığıyla sabit ve hareketli kara ve deniz hedeflerine karşı etkin bir silah sistemi olarak öne çıkıyor. Cirit ve L-UMTAS silah sistemleri, kara araçları, sabit platformlar ve deniz platformlarında da kullanılan ROKETSAN'ın stabilize taret sistemi ve gemi üstü ekipmanlarıyla birlikte ULAQ üzerinde yer alıyor. Deniz testlerinin tamamlanmasının ardından bu yılın ilk çeyreği sonunda atış testlerinin gerçekleştirilmesi planlanıyor.
SİDA'yı farklı araçlar izleyecek
SİDA, farklı operasyonel harekat ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde füze sistemlerinin yanı sıra elektronik harp, jamming (karıştırma) gibi farklı tiplerde faydalı yükler ve farklı haberleşme ve istihbarat sistemleri ile donatılabilecek. Bununla birlikte, araç, kendisiyle eş veya farklı yapıya sahip diğer SİDA'larla operasyon yapma, İHA, SİHA, TİHA'lar ve insanlı hava araçları ile müşterek harekat kabiliyetlerine sahip olabilecek. Diğer yandan SİDA sadece uzaktan kontrol edilen bir insansız deniz aracı olmanın haricinde, yapay zeka ve otonom davranış özellikleriyle üstün ve çağın ilerisinde yeteneklerle donatılacak.
İnsansız deniz araçları alanında ARES Tersanesi ve Meteksan Savunma tarafından başlatılan projenin ilk fazı olan ve prototipi denize indirilen SİDA'nın ardından istihbarat toplama, mayın avlama, denizaltı savunma harbi, yangın söndürme ve insani yardım/tahliye amaçlı insansız deniz araçlarının da üretime hazır olacağı bildirildi.
"Önemli ilgiyle karşılaştık"
ARES Tersanesi Genel Müdürü Utku Alanç ve Meteksan Savunma Genel Müdürü Selçuk Alparslan, ULAQ'a ilişkin ortak değerlendirmede bulundu.
Türkiye'nin ilk silahlı insansız deniz aracı ULAQ-SİDA'nın denize indirilmesi ve deniz testlerine başlamasından büyük bir gurur ve mutluluk duyduklarını belirten Alanç ve Alparslan, şunları kaydetti:
"Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin Mavi Vatan savunmasının, deniz kıta sahanlığımızın ve münhasır ekonomik bölge korunmasının ne kadar önemli olduğunun hepimiz farkındayız. Bu kapsamda bizler de iki özel şirket bir araya gelerek, milli menfaatlerimizi ön planda tutup tamamen öz sermaye yatırımları ile ULAQ projesine başladık ve yoğun faaliyetlerimizi devam ettiriyoruz. Bunun savunma sanayisinde de bir örnek olduğunun bilincinde olarak büyük bir iş birliği halinde gece gündüz demeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bundan sonra hedefimiz deniz testlerini tamamlayıp, güdümlü mermi atış testlerini icra etmek olacak. ULAQ'ın ilk tanıtımını gerçekleştirdiğimiz tarihten itibaren hem ülkemizden hem de dost ve müttefik ülkelerden önemli ilgiyle karşılaştık. Bu ilgi bizlerin de dünyanın en iyi insansız deniz araçlarını tasarlamak ve üretmek üzere büyük bir motivasyonla çalışmamızı sağlıyor. ULAQ'ın ilk tanıtımından itibaren desteklerini esirgemeyen Milli Savunma Bakanlığımıza, Savunma Sanayii Başkanlığımıza, Deniz Kuvvetleri Komutanlığımıza ve tüm vatandaşlarımıza şükranlarımızı sunarız."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-ilk-silahli-deniz-araci-ulaq-mavi-vatan-ile-bulustu/2142341 | 2,306 | 4,773 |
Türkiye'nin ilk uçak fabrikası HÜRJET'i kanatlandıracak
Türkiye'nin ilk uçak fabrikası olan ve Kayseri'de yeniden kurulan TOMTAŞ Havacılık ve Teknoloji AŞ, jet eğitim ve hafif taarruz uçağı HÜRJET'in üretiminde görev alacak.
Ankara
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "küllerinden yeniden doğduğunu" ve tüm savaş uçaklarına parça üretip, montaj yaptığını ifade ettiği TOMTAŞ, Türkiye'nin ilk insanlı jet motorlu uçağı HÜRJET'in üretimine katkı sağlayacak.
TOMTAŞ Havacılık İcra Kurulu Üyesi Ali Ekşi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Erdoğan'ın TOMTAŞ ile ilgili ifadelerinden çok mutlu olduklarını söyledi.
"Ülkemizin 'Gök Vatan'a altın harflerle yazdığı destanın bir parçası olmak bizim için gerçekten gurur verici." diyen Ekşi, şöyle konuştu:
"Açıkçası HÜRJET gibi önemli bir projede görev almayı bekliyorduk. Bu hedef için de durmadan, yorulmadan çalıştık. Köklü tarihimizden de aldığımız güçle Kayseri'yi havacılıkta merkez haline getirmek istiyoruz. HÜRJET de bu hayallerimiz için önemli bir dönüm noktası. Buradaki görevimiz sadece bir parçanın üretilmesi ya da montajı değil. On binlerce parçadan oluşan dev kuşların 45 bin fitte, 1600-1700 kilometre/saat hızla hareket etmesi için gerekli bilgisayar ve aviyonik birimleri de başarıyla tamamlamak. Milyonda bir hataya dahi yer olmayan bir alandan bahsediyoruz. O sebeple burada önemli bir risk ve meydan okuma var. Biz TOMTAŞ olarak bu meydan okumayı gerçekleştiriyor, ülkemiz için hazırız diyoruz. Burada Türk Havacılık Uzay Sanayiine (TUSAŞ) de gönülden bir teşekkür etmemiz lazım. Ülkemizin gurur kaynağı, ortağımız TUSAŞ'ın elini taşın altına koyarak bu süreçte bize yaptığı hamilik çok kıymetli. Allah bizi mahcup etmesin inşallah."
Kayseri'de geçmişte "gömülen uçak" olduğu iddialarından hareketle bugün gelinen noktayı değerlendiren Ekşi, şunları söyledi:
"Gömülen uçaklar var mı diye biz de çok araştırdık fakat bir şey bulamadık. Gömülen uçaklar var mıdır bilmiyorum fakat Türk insanının uçak üretebileceğine, muasır medeniyetler seviyesinde teknoloji geliştirebileceğine dair inanç ve umudunun çok güçlü olduğunu söylemek isterim. Bir nebze olsun üretimine katkı sağlamaktan gurur duyduğumuz Milli Muharip Uçağımız KAAN'ın havalanması ve ondan önce HÜRKUŞ, HÜRJET, Bayraktar TB2, ATAK ve nicelerinin başarı öyküleri şairin de dediği gibi 'Umudumuzun gömüldüğü mezarlardan yükselen bahar çiçekleri oldular.' Biz kendimize inanmalıyız. Çok zeki ve kabiliyetli insanlarımız, gençlerimiz var. TOMTAŞ olarak biz de birçok ilki başaran havacılık firmalarımıza destek olmaya hazırız."
Eğitimler tamamlanacak, üretim başlayacak
Ekşi, "Türkiye Yüzyılı" anlayışı çerçevesinde gelişen, üreten ve her alanda dünyanın en iyisi olmak için gayret eden bir Türkiye bulunduğunu dile getirerek, Türkiye'nin bu yüzyılın parlayan yıldızı olacağına inandıklarını ifade etti.
Bu vizyonun en önemli sac ayaklarından birinin savunma sanayisi ve havacılık olduğunu vurgulayan Ekşi, bu kapsamda sorumluluklarının farkında olduklarını belirtti. Ali Ekşi, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O yüzden çok çalışıyoruz. Yılın ikinci yarısından itibaren TUSAŞ Kahramankazan Tesisleri'nde personellerimizin eğitimine başlayacağız. 500 kişilik bir ekiple montaj faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. Buradaki gereksinimlere göre planlarımız 2 katına da çıkabilir. İlk hedefimiz, ayda 2 HÜRJET komponent seviyesi montajını Kayseri'de yapmak. Bu arada talaşlı imalat hattımızda da bu yıl içinde 200 kişilik bir ekibe ulaşarak milli projelerimize parça üretimine büyük bir özveriyle devam edeceğiz.
Bu üretimler çok önemli, çünkü oluşturduğu ekosistemle birlikte binlerce insanımıza nitelikli istihdam oluşturacak. Sahip olduğumuz tüm kabiliyet ve birikimimizi, borçlu olduğumuz bu topraklara adadık ve Kayseri'mizi tıpkı geçmişte olduğu gibi yine havacılıkta bir marka haline getirmek için emin adımlarla yürüyoruz."
"TOMTAŞ'ın kapısı gençlerimize sonuna kadar açık"
Gençlere çağrıda bulunan Ali Ekşi, "Hayal kurmaktan ve kurdukları hayalin peşinden koşmaktan hiç ama hiç geri durmasınlar. Tarihimizden de ilham alarak tıpkı geçmişteki havacılık kahramanları gibi isimlerini tarihe altın harflerle yazdırabileceklerini unutmasınlar. Biz gençlerimizi çok seviyoruz. Onlar geleceğimizin teminatı. Oğuz Kağan'ın 'Güneş tuğumuz, gök çadırımız' sözü 'Kızılelmamız' olsun. TOMTAŞ'ın kapısı gençlerimize sonuna kadar açık. Hayallerimize ortak olmak isteyen gençlerimizle birlikte yol yürümeye her zaman hazırız." dedi.
Hedef, 2025
TUSAŞ, HÜRJET'in seri üretim sürecinde ilk yıl 6-7 uçak yapıp sonraki seneden itibaren ayda 2, yılda 24 uçak imal etmeyi hedefliyor. 2025'ten sonra her ay 2 HÜRJET'in müşteriye teslim edilebilir olması amaçlanıyor.
HÜRJET'in Türk Hava Kuvvetlerine teslimatlarının da 2025'te başlaması planlanıyor.
HÜRJET için Savunma Sanayii İcra Komitesinde seri üretim kararı alındı. Bu doğrultuda ilk aşamada Hava Kuvvetlerine 16 HÜRJET teslim edilecek.
Tek motorlu ve tandem kokpitli HÜRJET, üstün performans özellikleriyle modern savaş uçağı eğitiminde kritik rol oynamak üzere tasarlandı. HÜRJET, harbe hazırlık geçiş eğitimi, hava devriyesi (silahlı ve silahsız) ve akrobatik gösteri uçağı gibi roller icra edebilecek.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-ilk-ucak-fabrikasi-hurjeti-kanatlandiracak/3172427 | 2,685 | 5,319 |
Türkiye'nin ilk uzay yolcularının bavulları hazır
Türkiye'nin ilk uzay yolcuları Alper Gezeravcı ile Tuva Cihangir Atasever'in yanlarına almayı planladıkları en önemli simgelerden biri, isimlerinin açıklandığı gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kendilerine verilen Türk bayrağı olacak.
İzmir
Gezeravcı ve Atasever, Anadolu Ajansının (AA) 9'uncu kez global iletişim ortağı olduğu, Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3 Vakfı) ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yürütücülüğünde İzmir Çiğli Havaalanı'nda gerçekleştirilen dünyanın en büyük uzay, havacılık ve teknoloji festivali TEKNOFEST'te AA muhabirine değerlendirmede bulundu.
TEKNOFEST İzmir'de heyecanın yüksek olduğunu belirten Gezeravcı, "Uzaya çıkarak başlatacağımız yolculuğun asıl sahipleri minikler. Dolayısıyla gelecek nesillerin teminatı olan kardeşlerimizin gözlerindeki heyecanı görmek çok değerli." dedi.
Gökmen Uzay Havacılık Eğitim Merkezinin (GUHEM) ev sahipliğinde, Uzay Kaşifleri Derneğince kısa süre önce de Bursa'da Gezegen Kongresi'nin (Planetary Congress) 34'üncüsünün gerçekleştirildiğini dile getiren Gezeravcı, etkinliğin Cumhuriyet'in 100'üncü yılında ve uzaya çıkmayı planladıkları yeni yüz yılın başlangıcında yapılmasının anlamlı olduğunu söyledi.
Gezeravcı, kongrenin önemli faaliyetlere imza atmış astronot, kozmonot ve Çin'den bir taykonotun katılımıyla yapıldığını ifade ederek, henüz bu topluluğun üyesi olmamasına rağmen orada bulunmanın Türkiye açısından önemli bir faaliyet olduğunu kaydetti.
"Bayrağımızı yanımızda götüreceğiz"
Gezeravcı, uzay yolculuğu hazırlıklarına ilişkin de bilgi verdi.
Eğitim programlarının çok planlı ve hiçbir vakti boş geçirmeyecek şekilde düzenlendiğini vurgulayan Gezeravcı, şöyle konuştu:
"Bavulum hazır. Ait olduğum Yörük kültürüne ait temsili malzemeleri, ilk görev yaptığım F-16 filomun peçini ve minik yeğenimin fotoğrafını yanımda götüreceğim. Bizi uzaya taşıyan bayrağımız da bizimle birlikte geliyor. Sayın Cumhurbaşkanı'mız tarafından 29 Nisan 2023'te halka isimlerimizin duyurulduğu gün bize hediye edilen bayrağı yanımızda götüreceğiz, uzayda dalgalandırdıktan sonra getirip kendisine teslim edeceğiz."
"Uzayda hayatta kalmayı öğrenmek aylar süren bir süreç"
Tuva Cihangir Atasever de Bursa'daki kongrenin son derece keyifli olduğunu belirterek, "Orada 70'e yakın astronot, kozmonot ve taykonotla buluşmak, onların tecrübelerini dinlemek ve bizim heyecanımızı onların gözünde görmek çok güzeldi. O kadar destekleyicilerdi ki onların tecrübelerini dinlemek ve onlarla kişisel ve profesyonel bağlar kurmak hem bizim astronotluk kariyerimize hem de ülkemizin insanlı uzay misyonlarının geleceğine önemli katkılar sağlayabilecek verimli bir etkinlik oldu." ifadelerini kullandı.
TEKNOFEST'in ve Milli Teknoloji Hamlesi'nin kendisi için özel bir yerinin olduğunu vurgulayan Atasever, tekrar o jenerasyonun bir parçası olarak etkinlikte bulunmanın kendisine gurur verdiğini anlattı.
Atasever, NASA'nın son derece yetkin astronotlarıyla birlikte aldıkları son eğitimlere ilişkin de şunları kaydetti:
"Bir astronotun günlük yaşamında uğraşacağı bazı görevleri orada simüle ettik. Son derece keyifli ve öğreticiydi. Lunaparkta bulunmak gibi benim için orada bulunmak. Uzayda hayatta kalmayı öğrenmek aylar süren bir süreç. Farklı disiplinlerin bir araya gelerek medikalden istasyon alt sistemleri acil durumlarına müdahale etmeye kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan eğitimler alıyoruz. Eğitimimizin sonuna geldiğimizde, fırlatmaya hazır sertifikasyonu aldığımızda uzayda nasıl yaşayacağımızı da umuyoruz ki öğrenmiş olacağız."
"Azerbaycan bayrağını da yanımda taşımak istiyorum"
Atasever, gelecek yılın ilk çeyreğinde gerçekleştirilmesi planlanan yörünge altı uçuşta yanında taşımayı planladığı en önemli simgelerden birinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kendilerine teslim edilen Türk bayrağı olduğunu söyledi.
Aynı zamanda annesinin memleketi Azerbaycan'ın bayrağını da yanında götürmek istediğini vurgulayan Atasever, "İki devlet, tek millet olarak iki bayrak ve belki birkaç tane de aile fotoğrafıyla yukarı çıkıp çeşitli deneyler gerçekleştirip dönmek niyetindeyim. Bavulum hep hazır, 'Yarın gidiyorsun.' deseler çıkabilirim. Sıkıntı yok." dedi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-ilk-uzay-yolcularinin-bavullari-hazir/3003679 | 2,141 | 4,349 |
Ankara
Uluslararası Uzay İstasyonu'na (ISS) gidecek tüm Avrupa'yı kapsayan ilk ticari astronot misyonu olan Axiom Mission 3'ün (Ax-3) resmi X sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, "Takvimlerinizi ayarlayın. A3 görevi, 9 Ocak'tan daha erken olmayacak şekilde bir fırlatma tarihi hedefliyor. Tamamı Avrupalı ekibimiz, SpaceX Dragon ile Uzay İstasyonu'na havalanacak." ifadelerine yer verildi.
- İlk Türk uzay yolcusu Gezeravcı'ya, Ax-3 misyon lideri Lopez-Alegria'dan övgü: Alper titiz ve donanımlı biri
- Türkiye Uzay Ajansı 5 yaşında
- Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye'nin ilk uzay yolcularını açıkladı
- Türkiye'nin ilk uzay yolcuları ABD'deki eğitim süreçlerini anlattı
- Türkiye'nin uzay yolcusu Gezeravcı'nın ailesi, mutluluklarını yakınlarıyla paylaştı
- Türkiye'nin ilk uzay yolcusu olması beklenen Gezeravcı: Böyle bir görevde rol model olabilmek son derece mutluluk verici
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır da X sosyal medya hesabından "9 Ocak 2024" tarihine dikkati çekerek videolu paylaşımda bulundu.
"Tarihi anlamı olan uzay görevimiz için hazırız"
Kacır'ın paylaşımında, Türkiye'nin ilk uzay yolcusu Alper Gezeravcı, taşıyacağı uzay armasına ilişkin bilgi verdi. Gezeravcı, şunları kaydetti:
"Armalar her görev için özel tasarlanmaktadır. Armanın içerisindeki her bir detay, bir mesaj taşımakta ve anlam ifade etmektedir. Yakın zamanda üniformamın üzerinde uzaya yapacağımız ilk görevde gururla taşıyacağım arma şu anlamları taşımaktadır: Bizler bayrağında ay ve yıldız taşıyan bir milletiz. Bayrağımızdaki sembollerin uzaya olan merakımız ve tutkumuza vesile olduğu şüphesiz. Sırf bu yüzden armanın en dikkat çeken yerinde, yuvarlak formda bayrağımız yer alıyor. Hemen üstünde ise Cumhuriyetimizin 100. yılını simgeleyen 100 sayısını görmektesiniz. Etrafında ise 16 yıldız yer almakta. Bunlar şanlı tarihimizin gurur kaynağı 16 Türk devletini simgeleyen yıldızlar. Yıldızların hemen altındaki dünya haritasında evrensel olarak kabul gören Turkuaz rengiyle ülkemizi görüyorsunuz. Son olarak çok önemli anlamları olan 8 köşeli Selçuklu yıldızı var. Yerle gök arasındaki bağlantı geçişini simgeleyen ve ayrıca İslam'ın temel prensiplerini temsil eden 8 köşeli yıldızla da armamızın bütünlüğünü sağlamış olduk. Omzumuzda armamız, kalbimizde Türkiye sevgimiz, tarihi anlamı olan uzay görevimiz için biz hazırız."
13 farklı deney yapacak
Türkiye'nin İnsanlı İlk Uzay Misyonu kapsamında Alper Gezeravcı, ocak ayındaki fırlatmanın ardından ISS'de 14 gün kalacak, 13 farklı bilimsel deneye imza atacak.
İlk Türk astronot Gezeravcı, misyonda İspanyol, İtalyan ve İsveçli astronotlarla birlikte görev alacak.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Kacır, biyoloji, tıp, malzeme bilimi ve genetik gibi alanlarda gerçekleşecek deneylerden birinin Muş Bilim ve Sanat Merkezi'ndeki öğrenciler tarafından hazırlandığını duyurmuştu.
Uçuş hakkında
Ocak 2024'te fırlatılması planlanan ve yaklaşık 14 gün sürmesi beklenen uçuş, Axiom Space tarafından gerçekleştirilecek ve bir Crew Dragon uzay aracı kullanılacak.
Uzay aracı Florida'daki Kennedy Uzay Merkezi'nde bulunan Fırlatma Kompleksi 39A'dan kalkacak. Oradan Uluslararası Uzay İstasyonu'na uçacak. Görev tamamlandığında okyanusa düşecek.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-ilk-uzay-yolcusu-gezeravcinin-9-ocakta-uzaya-gonderilmesi-planlaniyor/3082257 | 1,655 | 3,355 |
Türkiye'nin milli havacılık motorları Paris Airshow'da sergileniyor
Dünyanın en önemli havacılık organizasyonlarından Paris Airshow'da, TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI) de stant açtı.
Eskişehir
TEI'den yapılan açıklamada, Türkiye'nin havacılık motorlarındaki lider şirketi TEI'nin, Fransa'nın başkenti Paris'te bugün başlayıp 25 Haziran'da sona erecek dünyanın en eski havacılık fuarında, faaliyet alanlarındaki kabiliyetleri ve milli havacılık motorlarıyla yer aldığı belirtildi.
Türkiye'nin ilk milli helikopter motoru TEI-TS1400, en güçlü turbodizel havacılık motoru TEI-PD222, iki zamanlı benzinli havacılık motoru TEI-PG50S, turbojet motorları TEI-TJ90U, TEI-TJ60 ve TEI-TJ30'un fuarda sergilendiği ifade edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
"Özgün motorlarıyla TEI, sahip olduğu son teknoloji tasarım ve üretim kabiliyetleri ile geliştirdiği elektrik, elektronik kontrol ve gömülü sistem ürünlerini de fuarda ziyaretçilere sunuyor. Geleceğin imalat teknolojisi olarak adlandırılan eklemeli imalat yönteminde sahip olduğu kabiliyetleri de örnek parçalarla gösteriyor. TEI, fuarda ayrıca, dünyadaki en büyük tedarikçisi olduğu, sivil havacılık tarihinin en çok satan havacılık motoru LEAP için ürettiği parçaları da ziyaretçilerine sunuyor. "
TEI'nin fuarda tüm faaliyet alanlarında yeni işbirliği fırsatları için çok sayıda ikili görüşme gerçekleştireceği belirtilen açıklamada, iştirakleri olan Varzene ve Gürmetal'in de TEI standında havacılık motorlarında kullanılan kritik parçaların imalatına dair yürüttükleri çalışmaları dünyanın dört bir yanından ziyaretçilere tanıttığı aktarıldı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-milli-havacilik-motorlari-paris-airshowda-sergileniyor/2925845 | 868 | 1,757 |
Türkiye'nin su altındaki gözleri 7/24 görev başında
Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye'de, deniz kıyısındaki kritik tesisleri korumak için çeşitli su altı çözümleri geliştiriliyor.
Ankara
Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye'de, deniz kıyısındaki kritik tesisleri korumak için çeşitli yerli ve milli su altı çözümleri geliştiriliyor. Bu amaçla son dönemde üretilen Dalgıç Tespit Sonarı, halen bir rafinerinin güvenliğini sağlıyor.
Koç Bilgi ve Savunma Teknolojileri AŞ, su altı elektroniği ve su altı akustiği alanlarında yürüttüğü çalışmaların geldiği noktayı 14'üncü Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'nda (IDEF'19) sergiledi.
Şirketin Mühendislik Yöneticisi Mehmet Hakan Öktem, AA muhabirine, 2007'de kurulan Koç Bilgi ve Savunma Teknolojileri AŞ'nin özellikle 2011'den sonra bütün konsantrasyonunu su altı çözümlerine yönlendirdiğini söyledi.
Bu alanda milli, özgün ve yerli ürünlerle çözümler ürettiklerini belirten Öktem, özellikle sonar sistemleri geliştirdiklerini ve anayurt güvenliğine katkı sunduklarını bildirdi.
Öktem, denizaltı platformlarına yönelik de sistemler üzerinde çalıştıklarına işaret ederek, Yeni Tip Denizaltı Projesi'nde 4 ayrı alt sistemi şirketin geliştirdiği bilgisini verdi.
Denizaltıların acil durumlarda yerini bulacak "sonar beacon"ları milli bir ürüne dönüştürdüklerini vurgulayan Öktem, su altı ölçüm ve konumlandırma sistemleriyle torpido, insansız araç veya denizaltı gibi platformların yerlerini hassas olarak bulabildiklerini anlattı.
Öktem, şöyle konuştu:
"Bunlarla ilgili şamandıralarla poligonlar kuruyoruz. Aynı zamanda mermilerin denize düşme noktalarını bulan test sahaları kuruyoruz. Su altı haberleşmesi konusunda ürünlerimiz var. Denizaltıyla deniz üstü platformların haberleşmesini sağlayan kablosuz su altı telefonları geliştiriyoruz. Simülasyon ve modelleme alanlarında hassas ve yüksek sadakatli akustik ortam modellerini Deniz Kuvvetlerimizin kullanımına milli olarak sunmaya çalışıyoruz."
Erken ihbar sağlıyor
Şirketin son dönemde geliştirdiği Dalgıç Tespit Sonarı'nın, sahilde konuşlu stratejik ve ekonomik değeri yüksek tesislere, limanlara, petrol platformlarına yönelik yüzücü, dalgıç, dalgıç intikal vasıtaları ve otonom/insansız su altı araçlarıyla düzenlenebilecek saldırılara karşı keşif ve gözetleme yaparak erken ihbar imkanı sağladığını vurgulayan Öktem, sonarın, otomatik hedef tespit, izleme ve sınıflandırma işlemi yapabildiğini aktardı.
Mehmet Hakan Öktem, Dalgıç Tespit Sonarı'nın gönderdiği sinyalle ortamı dinlediğini ve genellikle anayurt güvenliği projelerinde kullanıldığını ifade etti.
Ekonomik ve askeri kritik tesislerin güvenliğini sağlayan sonarın, rafineriler, askeri ve ticari limanlar, yakın dönemde Türkiye'nin de gündeminde olacak nükleer santral gibi denize kıyısı olan tesislerin su altından gelecek asimetrik terör tehditlerine karşı savunulması amacıyla geliştirildiğine dikkati çeken Öktem, bu sayede 360 derece dinleme yapılabildiğini dile getirdi. Öktem, sonarı Türkiye'nin önemli bir rafinerisinde kullanıma sunduklarını belirterek, "Rafinerinin su altı güvenliğini böyle bir sistemle sağlıyoruz." dedi.
"Her şeyi bize ait"
Sonarın tamamen yerli ve milli imkanlarla geliştirildiğini vurgulayan Öktem, şunları kaydetti:
"Herhangi bir şekilde yurt dışına bağımlılığı yok. Tamamen Türk mühendisliği tarafından geliştirilmiş bir sistem. Yazılımı, elektroniği, donanımı her şeyi bize ait. Bu sistem 7/24 görev yapabiliyor. Başında uzman personel bulunmasına gerek yok, genel maksat güvenlik personeli tarafından da kullanılabiliyor. Otomatik izleme yapıyor, başında sürekli beklemenize gerek yok. Bir şey bulduğunda sizi uyarıyor. Aynı zamanda gelen tehdide karşı da su altından duyulabilir ve dalgıcı rahatsız edecek ses göndererek tehdidi savuşturacak unsurları var."
Sonarın muadil ürünlere göre çok daha portatif olduğuna işaret eden Öktem, "Deniz altına yerleştirdiğinizde başka bir şeye ihtiyaç duymadan çok kolay kurulabilen ve işletmeye geçirilebilen bir sistem. İkinci olarak ülkemiz için önemli olan unsur da herhangi bir dışa bağımlığı yok, tamamen yerli ve milli. Bu, Türk mühendisliğinin gelmiş olduğu noktayı gösteren önemli bir ürün." diye konuştu.
1 kilometreye kadar tespit
Türkiye'nin 3 tarafının denizlerle çevrili olduğuna ve denize kıyısı olan birçok kritik tesis bulunduğuna dikkati çeken Öktem, "Hem devlet tesisleri hem özel tesisler var. Buralara yaygınlaştırılması söz konusu olabilir. Aynı zamanda da Türkiye'deki kullanımı yaygınlaştıkça yurt dışı pazarda rekabet gücümüz artacak. Çünkü böyle ürünlerin milli kullanımının olması, öncelikle ülkenizdeki kullanım alanının gelişmesi gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.
Bu gibi akustik sistemlerin tespit kabiliyetinin deniz koşullarına çok bağımlı olduğunu belirten Öktem, "Denizin günlük durumuyla değişir ama optimumda 800 metre veya 1 kilometre menzilde açık devre tüpü olan bir dalgıcı, scuba dalgıcını rahatlıkla tespit edip izleyebiliyoruz." dedi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-su-altindaki-gozleri-7-24-gorev-basinda-/1471370 | 2,480 | 5,089 |
Türkiye'nin uzaydaki gözleri
Uzay teknolojileri alanındaki çalışmalarını yoğunlaştıran Türkiye, dünyanın nabzını uzaydaki gözlem uydularıyla tutuyor.
Ankara
Uzay teknolojileri alanındaki çalışmalarını yoğunlaştıran Türkiye, Rasat, Göktürk-1 ve Göktürk-2 gözlem uydularıyla dünyanın nabzını uzaydan tutuyor.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Türkiye'nin 3'ü haberleşme, 3'ü gözlem olmak üzere toplam 6 aktif uydusu bulunuyor. Türksat 3A, Türksat 4A ve Türksat 4B uyduları haberleşme ihtiyacını karşılarken, Rasat, Göktürk-1 ve Göktürk-2 uyduları gözlem amacıyla kullanılıyor.
Türkiye'de tasarlanarak üretilen ilk yer gözlem uydusu Rasat, 17 Ağustos 2011'de Rusya'dan fırlatıldı. Hiçbir sınırlama olmadan dünyanın her yerinden görüntü alabilen Rasat, bu görüntüleri TÜBİTAK Uzay'da bulunan yer istasyonuna iletiyor. Rasat'tan elde edilen görüntüler haritacılık, afet izleme, akıllı tarım, çevre, şehircilik ve planlama çalışmalarında kullanılıyor.
Rasat 2 bin 716 görevi başarıyla yerine getirdi
Uzayda görev yaptığı süre boyunca dünya üzerinde toplam 14 milyon 956 bin 200 kilometrekare alanın görüntüsünü çeken Rasat, 2 bin 716 görevi başarıyla yerine getirdi.
Tasarım ömrü 3 yıl olmasında rağmen 8 yıldır başarıyla çalışan Rasat, dünya yörüngesinde 40 bin 855 tur attı.
Rasat uydusu, güneşe eş zamanlı dairesel yörüngede, 700 kilometre irtifada bulunuyor ve 7,5 metre siyah-beyaz, 15 metre çok bantlı uzamsal çözünürlükte süpürçek (pushbroom) kamerayla görev yapıyor.
Görev yörüngesinde 33 binin üzerinde tur attı
Türkiye'nin yüksek çözünürlüklü yerli keşif uydusu Göktürk-2 de 2012'de gerçekleştirilen fırlatma operasyonuyla görev yörüngesine yerleştirildi.
TÜBİTAK Uzay ile Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ) iş ortaklığında üretilen Göktürk-2, Çin'deki Jiuquan Fırlatma Merkezi'nden uzaya gönderildi.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından işletilen ve 2,5 metre çözünürlüğe sahip Göktürk-2, Türkiye'nin savunma, çevre, şehircilik, tarım ve ormancılık alanlarındaki ihtiyaçlarına yanıt veriyor.
Görev yörüngesinde attığı 33 binin üzerinde turla 7 yaşını dolduran Göktürk-2, Rasat uydusuna göre 3 kat daha yüksek görüntü çözünürlüğüne ve 4 kat daha yüksek kütleye sahip bulunuyor.
Söz konusu uyduda TÜBİTAK Uzay tarafından geliştirilen milli uçuş bilgisayarı ve yazılımı kullanılıyor.
TSK'nın hedef istihbaratını karşılıyor
Göktürk-1 uydusu da hem sivil hem de askeri uygulamalar için çok yüksek çözünürlüklü uydu görüntüleri sağlayan ve bu özellikleriyle en gelişmiş sistemlere sahip keşif, gözlem uyduları arasında yer alıyor.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) hedef istihbaratına yönelik ihtiyacını, coğrafi kısıtlama olmaksızın dünyanın her yerinden yüksek çözünürlüklü uydu görüntüsüyle karşılayan Göktürk-1, 2016'da Fransız Guyanası'nda bulunan Koruou Fırlatma Merkezi'nden gönderildi.
Göktürk-1, Hava Kuvvetleri Komutanlığının projesi olarak, TUSAŞ, ASELSAN, TÜBİTAK, Ulusal Elektroni̇k ve Kri̇ptoloji̇ Araştırma Ensti̇tüsü, ROKETSAN, TR TECNOLOGY gibi Türk ortaklarının katılımı ve Thales Alenia Space sorumluluğunda geliştirildi.
Yakıtsız olarak yaklaşık bin 70 kilogram kütleye sahip Göktürk-1, yörüngede yüksek çözünürlüklü optik kamerasıyla güneş eş zamanlı görev yapıyor.
Dünyadaki herhangi bir yerde keşif yapmak için tasarlanan 0,50 metre çözünürlüklü uydunun ömrü 7 yıl olarak öngörülüyor.
İMECE için 2021 hedefi
Türkiye'nin uydu teknolojileri alanındaki yatırımları sürerken, yüksek çözünürlüklü İMECE adlı gözlem uydusunun geliştirilmesine yönelik çalışmalar da ilerliyor.
İMECE ve Türkiye'nin ilk haberleşme uydusu Türksat 6A uydularının 2021 yılında uzaydaki yerlerini alması planlanıyor.
Haberleşme uydularından Türksat 5A ve Türksat 5B'nin tasarım ve üretim faaliyetleri de Airbus D&S firmasının Fransa ve İngiltere'deki tesislerinde takvime uygun şekilde devam ediyor. Türksat 5A uydusunun 2020'de, Türksat 5B'nin de 2021'de uzaya gönderilmesi hedefleniyor.
Daha önce uzaya yollanan 3 haberleşme uydusu Türksat 1B, Türksat 1C, Türksat 2A ile BİLSAT isimli bir gözlem uydusu ise ömrünü tamamladı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-uzaydaki-gozleri/1448858 | 2,238 | 4,200 |
Türkiye'nin yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A uzaya fırlatıldı
Türkiye'nin ilk yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A, Türkiye saatiyle 02.30'da ABD'nin Florida eyaletinde bulunan Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu'ndan uzay yolculuğuna başladı.
Cape Canaveral/Ankara
Türksat 6A'nın fırlatılması nedeniyle Florida'daki Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu'nda düzenlenen törene, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, Türksat Genel Müdürü Hasan Hüseyin Ertok, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) Genel Müdürü Mehmet Demiroğlu, ASELSAN Genel Müdürü Ahmet Akyol, CTECH Genel Müdürü Cüneyd Fırat ve diğer yetkililer katıldı.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türksat 6A ile uydu üretiminde yeni safhaya geçtik
- Türksat 6A, 10 yıllık çalışmanın ürünü
- Türksat 6A'nın ihtiyaç duyduğu enerji güneş panelerinden sağlanacak
- ANALİZ-Dışa bağımlılığı azaltan Türksat 6A haberleşme uydusuyla Türkiye ilk 11'de
- Türksat 6A Türkiye'ye "sınıf atlattı"
Türk mühendisleri tarafından geliştirilen ilk yerli ve milli uydu Türksat 6A, Türkiye saatiyle 02.30'da Space X firmasına ait Falcon 9 roketiyle Fırlatma Kompleksi 40'tan uzaya gönderildi.
Olumsuz hava koşulları nedeniyle birkaç kez ertelenen fırlatma operasyonu gecikmeli yapıldı.
Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA
42 derece doğu boylamındaki yörüngesinde hizmet verecek
Fırlatma anından itibaren yaklaşık yarım saat sonra Türksat 6A'nın roketten ayrılması bekleniyor. Uydunun roketten ayrılmasının ardından yaklaşık 70'inci dakikada ilk sinyalin alınması öngörülüyor.
Türksat 6A'nın başarıyla uzaya gönderilmesi sonrasında istasyonlar aracılığıyla tüm yörünge ile alt sistem kontrolleri gerçekleştirilecek ve uydu, 42 derece doğu boylamındaki yörüngesine doğru uzay yolculuğuna başlayacak.
Bu yolculuğun tamamlanmasıyla yörünge testleri aşamasına geçilecek ve Türksat 6A, en az 1 ay sürecek testlerin ardından Türksat tarafından teslim alınarak faaliyete geçecek.
Türkiye'nin uydularının ulaştığı nüfus 5 milyarın üzerine çıkacak
Dünyadan 35 bin 786 kilometre uzaklıkta konumlanacak Türksat 6A, 20 adet Ku Band aktarıcısıyla hizmet verecek. 8,4 kilovat güce sahip, 4 bin 229 kilogram ağırlığındaki Türksat 6A ile Türksat'ın hizmet verdiği kapsama alanı Hindistan, Tayland, Malezya ve Endonezya'yı içerecek şekilde genişleyecek.
Uydunun faaliyete geçmesiyle Türkiye, kendi haberleşme uydularıyla dünya nüfusunun yüzde 65'inden fazlasına ulaşabilir hale gelecek. Türkiye'nin uydularının ulaştığı nüfus da 3,5 milyardan 5 milyarın üzerine çıkacak.
Türksat 6A, yüzde 80'in üzerindeki yerlilik oranıyla Ankara'da TUSAŞ'taki Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezi'nde (USET) Türk mühendisleri tarafından üretildi. Türksat 6A Projesi'nde, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Türksat müşteri, TÜBİTAK UZAY proje yöneticisi, ASELSAN, TUSAŞ ve CTECH firmaları ise proje yürütücüsü kurumlar olarak yer alıyor.
— Anadolu Ajansı (@anadoluajansi) July 8, 2024
Türksat 6A uydusundan ilk sinyal alındı
Bakan Uraloğlu, sosyal medya hesabı X'ten, ABD'nin Florida eyaletindeki Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu'ndan uzaya fırlatılan Türksat 6A uydusuna ilişkin son durumu paylaştı.
Uraloğlu, paylaşımında "Ve uydumuzdan ilk sinyali, planlanan şekilde 67. dakikada başarıyla aldık. Hayırlı olsun." ifadesini kullandı.
Uydudan ilk sinyalin alınması, fırlatma ve uydunun roketten ayrılma sürecinin başarıyla tamamlandığı anlamına geliyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu'ndan ilk değerlendirmeler
Türksat 6A'nın geri sayımla uzaya fırlatılmasının ardından Türksat'ın Gölbaşı yerleşkesinde düzenlenen törende konuşan Kacır, bunun tarihi bir an olduğunu belirtti.
Kacır, projeye inanmış, gayretle, azimle gece gündüz demeden çalışan Türk mühendis ve teknisyenleri ile onların yürüttüğü çalışmaları himaye eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın destekleriyle bugünlere gelindiğini söyledi.
Türk milletinin, tarihte olduğu gibi büyük işleri gerçekleştiren bir millet olma yolunda yeni adımlar atacağına dikkati çeken Kacır, "Türk milleti, yeni projeler gerçekleştirecek, yeni başarılara imza atmaya devam edecek." dedi.
Bakan Uraloğlu da ABD'nin Florida eyaletindeki Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu'ndan yaptığı canlı bağlantıda, Türksat 6A ile uzay vatana daha fazla sahip çıkacaklarını bildirerek, "Yeni uyduları da inşallah Türksat 6A'nın arkasından göndereceğiz. Emek veren bütün kurumlarımıza teşekkür ediyorum. Gerçekten güzel bir an. Bunu bütün milletimizle paylaşmanın gururunu yaşıyoruz." ifadesini kullandı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turkiyenin-yerli-ve-milli-haberlesme-uydusu-turksat-6a-uzaya-firlatildi/3269774 | 2,402 | 4,858 |
Türksat 6A Türkiye'ye "sınıf atlattı"
Türksat Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Kemal Yüksek, "Türksat 6A, bizim artık uydu kullanan rolünden uydu tedarik eden rolüne geçtiğimiz bir hamleyi gösteriyor. Bu çok kritik, çok önemli bir adım. Artık ülke olarak sınıf atlıyoruz." dedi.
Ankara
Yüksek, Türksat 6A Fırlatma Töreni'nde AA muhabirine, bugün gerçekten tarihi bir gün yaşadıklarını ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde tam bağımsız, büyük Türkiye idealinin en önemli stratejik hamlesini gerçekleştirdiklerini söyledi.
Bunun birçok ilki bünyesinde barındıran bir faaliyet olduğuna dikkati çeken Yüksek, "Özellikle Türkiye'nin en büyük AR-GE projesi olarak öne çıkıyor. Türksat 6A, bizim artık uydu kullanan rolünden uydu tedarik eden rolüne geçtiğimiz bir hamleyi gösteriyor. Bu çok kritik, çok önemli bir adım. Artık ülke olarak sınıf atlıyoruz. Kendi haberleşme uydusunu yerli ve milli üreten 11 ülkeden biri olduk. Türksat 6A bizim bayrağımızın, bizim yerli ve milli ürünlerimizin uzayda en uzak mesafedeki temsili olacak." diye konuştu.
Yüksek, Türksat 6A ile Türkiye'nin dünyada televizyon ve haberleşmeyle ilgili olarak yaklaşık 5 milyar nüfusa yani dünyanın yüzde 65'ine etki edeceğinin altını çizdi.
Endonezya, Malezya, Hindistan bölgelerine de artık haberleşme ve televizyon yayıncılığı anlamında ulaşma imkanı bulacaklarını vurgulayan Yüksek, ayrıca uyduların yedeklenmesi noktasında da bir kazanım elde edeceklerini söyledi.
"Haberleşme imkanlarımız tamamen kontrolümüzde olacak"
Yüksek, uydunun 9 Temmuz 00.20'de fırlatılmasının beklendiğini hatırlatarak, şöyle devam etti:
"Uydu, ilk etapta 35 dakika ve 59 saniye kadar, 300 kilometrelik bir mesafeye roketle taşınacak. Bunun akabinde roketten ayrılarak 70 dakikalık bir zaman zarfı sonrasında da ilk haberleşme bilgileri gelecek. Uydunun 42 derecedeki yörüngeye yerleşmesi 10-15 gün sürecek. Uydu yerine ulaştıktan sonra da testler yapılacak ve 1 ay içerisinde de uydumuz artık fonksiyonel anlamda aktif hale gelecek. 15 yılın üzerinde ömrü olduğunu öngördüğümüz uydumuz, Türkiye'nin büyük, bağımsız Türkiye olma ve veri iletişimi noktasında bağımsızlığını garanti edecek. Milli güvenlik anlamında haberleşme imkanlarımız tamamen kontrolümüzde olacak. Bu da bir ilk. Uydumuzu büyük ölçüde stratejik bir yatırım ve ürün olarak değerlendiriyoruz. Burada edindiğimiz bilgi birikimiyle artık uydu tedarik eden bir ülke sınıfına girmiş oluyoruz."
Türksat 5B'de ASELSAN'ın ürettiği parçaların test amaçlı uzaya gönderildiğini hatırlatan Yüksek, teknolojinin yanı sıra insan kaynağının yetiştirilmesi anlamında da büyük kazanımlar sağladıklarını anlattı.
❝Kendi haberleşme uydusunu yerli ve milli üreten 11 ülkeden biri olduk❞
— Anadolu Ajansı (@anadoluajansi) July 8, 2024
Türksat Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yüksek, Türksat 6A Fırlatma Töreni'nde açıklamalarda bulundu https://t.co/x0RNkymE8y pic.twitter.com/xzMLOcSMc6
"Bu aslında topyekun bir ayağa kalkıştır"
Yüksek, bu noktada TÜBİTAK'ın efektif bir şekilde kullanıldığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Bugün bu geliştirmeyi yapan yaklaşık 1000 kadar kişi burada şu an uydu teknolojilerinde gerçekten bir haberleşme uydusunu yapabilecek kabiliyete sahip bir kaynak oldu. Biz bunları özellikle dijitalleştirerek, özellikle içerikleri de oluşturarak, yerli ve milli olarak üniversitelerdeki öğrencilerimize, sektöre veya işte dost ve kardeş ülkelerin insanlarına da bu eğitimleri sunacak çalışmaları beraberinde yürütüyoruz. Aslında biz bir ekosistemin bütün parametrelerini kurmuş olduk. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde hedef konulan büyük Türkiye'nin önemli adımı bugün atılmış oluyor. Çalışanlarımız, yöneticilerimiz Bakanlarımız dahil bu aslında topyekun bir ürün, topyekun bir ayağa kalkıştır."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turksat-6a-turkiyeye-sinif-atlatti/3269720 | 1,998 | 3,909 |
Türksat 6A'nın haberleşme görev yükleri ASELSAN'dan
Türk savunma sanayisinin önde gelen firmalarından ASELSAN, uzay alanında sahip olduğu bilgi birikimini Türkiye'nin ilk yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A'ya aktararak, uydunun haberleşme görev yüklerini millileştirdi.
Ankara
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, ASELSAN, Türkiye'nin uzay alanındaki ihtiyaçlarını milli çözümlerle karşılamak için çalışmalarını sürdürüyor.
Şirket, uydu ve uzay teknolojileri alanındaki faaliyetlerini yer sabit yörünge (GEO), alçak yörünge haberleşme (LEO), uydu tabanlı navigasyon, uzaydan istihbarat, gözetleme ve keşif alanlarında gerçekleştiriyor.
GEO haberleşme alanında Türksat 5B'deki işbirlikleriyle Türkiye'nin ilk milli ekipmanları Ku-Bant Almaç ve Ka-Bant LNA'yı geliştiren ASELSAN, 2022'den bu yana uzayda operasyonel olarak görev yapan ekipmanlarıyla ilk "milli uydu haberleşme görev yükü ekipmanlarını" geliştiren kuruluş unvanını kazandı.
ASELSAN'ın geliştirdiği Uydu Tabanlı Düzeltme Sistemi, ilk etapta GPS ve takiben diğer GNSS sistemlerinin kaynak sinyallerini, bu sistemlere ait verilerin doğruluk, güvenilirlik, elverişlilik değerleri ile bütünlük bilgisini içerecek düzeltme verileri vasıtasıyla iyileştirerek, kapsanacak coğrafyadaki kullanıcılar için performans artışı getirecek.
Bilgi birikimleri Türksat 6A'ya aktarıldı
Türksat 5B'de edindiği bilgi birikimiyle Türkiye'nin ilk yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A'da da görev alan ASELSAN, Ku-Bant ve X-Bant haberleşme görev yükleri çözümlerini bir üst seviyeye çıkardı.
Proje kapsamında uzay kalifiye tasarım, üretim, entegrasyon ve test süreçleri ASELSAN bünyesine kazandırıldı. Ayrıca, projede görev alan 100'den fazla personelle uzaya yönelik tecrübeli insan kaynağı Türkiye'nin diğer uzay projelerinde görev almak üzere deneyim elde etti.
Türksat 6A ile yeryüzünden her türlü haberleşmeye imkan sağlayacak "haberleşme görev yükleri"ni geliştiren ASELSAN, Türkiye'nin gelecekteki alçak yörünge haberleşme ihtiyaçlarını karşılayacak görev yükleri için teknoloji yatırımlarını öz kaynaklarla gerçekleştirdi.
ASELSAN, bu uydulardan elde ettiği deneyim, tecrübe ve kazanımlarla Türkiye'nin gelecekte sahip olacağı takım uydulardaki tüm görev yüklerini ve haberleşme alt sistemlerini takvim ve maliyet etkin bir şekilde milli olarak sağlamayı hedefliyor.
24 çeşit ekipman yerlileştirildi
Alt sistemleri, uydu yer istasyonu yazılımları, uçuş bilgisayarları, güç dağıtım düzenleme birimleri yerli ve milli geliştirilen Türksat 6A, yüzde 80'in üzerinde yüksek yerlilik oranıyla üretildi. Kurumların kendi temiz odaları kullanılarak geliştirilen ve üretilen ekipmanlar Ankara TUSAŞ'taki Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezi'nde bir araya getirildi ve sistem seviyesi testlerine tabi tutuldu.
Bu süreçte 24 çeşit ekipman yerlileştirilirken uçuş modelinde 84 yerli ekipman kullanıldı. Proje süresince 400'e yakın çevresel ve fonksiyonel testler tamamlandı.
Türksat 6A, TÜBİTAK, TUSAŞ, ASELSAN, CTech ekiplerinden dönem dönem 400'e yakın kişinin ortak çalıştığı ve Türkiye'nin uzay alanında yetişmiş personel gücünün artırılmasını sağlayan bir proje olarak kayıtlara geçti.
Bu kurum ve şirketlerin küresel deneyim kazanma fırsatı yakaladığı projeden elde edilen bilgi birikiminin, gelecek dönemde uydu geliştirme faaliyetlerinde artan oranda kullanılması amaçlanıyor.
Türkiye, Türksat 6A ile uzaydaki iddiasını daha ileri boyuta taşırken bundan sonra milli bir uydu markası oluşturmayı amaçlıyor.
Türkiye'yi kendi yerli ve milli uydusunu geliştirebilen 11 ülkeden biri yapan Türksat 6A, fırlatma merkezinden Falcon 9 roketi ile ABD yerel saati ile 8 Temmuz saat 17.20'de, Türkiye saati ile 8 Temmuz'u 9 Temmuz'a bağlayan gece 00.20'de uzaya gönderilecek.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turksat-6anin-haberlesme-gorev-yukleri-aselsandan/3268305 | 1,925 | 3,896 |
Türksat 6A'nın uzay yolculuğu planlanan şekilde devam ediyor
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Türkiye'nin ilk yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A'nın uzay yolculuğuna planlanan şekilde devam ettiğini bildirdi.
Ankara
Uraloğlu, yazılı açıklamasında, Türksat 6A'nın, ABD'nin Florida eyaletinde bulunan SpaceX'e ait Cape Canaveral'daki fırlatma merkezinden Falcon 9 roketiyle 9 Temmuz saat 02.30'da uzaya gönderildiğini hatırlattı.
Uydunun, fırlatılmasından sonra 35. dakikada roketten ayrıldığını anımsatan Uraloğlu, "Uydudan ilk sinyal fırlatılışından 67 dakika sonra alındı. Fırlatıldıktan yaklaşık 3 saat sonra ise saat 05.25'te uydumuz güneş panellerini açtı. Şu an itibarıyla uydunun bütün fonksiyonları normal ve süreç planlandığı gibi başarıyla ilerliyor." değerlendirmesini yaptı.
Uraloğlu, yörünge yolculuğu için gerekli olan 5 ateşlemeden ikisinin başarıyla tamamlandığının altını çizerek, uydunun yörünge manevralarının yapılması amacıyla 10 Temmuz'da gerçekleştirilen ilk ateşlemede 300 kilometre yükseklikten 11 bin kilometre yüksekliğe çıktığını vurguladı.
Uydunun 12 Temmuz akşamı tamamlanan ikinci ateşlemede ise 11 bin kilometreden 32 bin kilometreye çıktığına işaret eden Uraloğlu, "Şu anda uydumuz 32 bin kilometre yükseklikte güvenle yolculuğuna devam ediyor. Üçüncü ateşleme 14 Temmuz'da, dördüncü ateşleme 16 Temmuz'da, beşinci ateşleme ise 17 Temmuz'da yapılacak. Bu son ateşlemeyle uydunun uzaklığı 35 bin 786 kilometrede sabitlenecek." ifadelerini kullandı.
"Ekim 2024'te nihai yörüngesine hareket edecek"
Bakan Uraloğlu, Türksat 6A'nın 50 derece doğu test yörüngesine 23 Temmuz'da ulaşacağını belirterek, şunları kaydetti:
"Uydunun antenleri de burada ilk kez açılacak ve yapılacak doğrulamaların ardından bu yörüngede 90 gün kalacak. 3 ay sonra Ekim 2024'te ise normal operasyona alınacağı 42 derece doğu yörüngesine hareket ettirilecek. 42 derece doğu yörüngesine doğru hareketinde de uydumuz 4 ateşleme daha yapacak. Türksat 6A'nın nihai kabulünün 42 derece doğu yörüngesinde tamamlanmasının arından yörünge testleri yapılacak. Daha sonra ise ülkemizin yerli ve milli ilk haberleşme uydusu Türksat 6A'yı hizmete sunacağız."
84 uydu ekipmanı geliştirildi
Mevcut uyduların yedekliliğini sağlayacak Türksat 6A'nın Türkiye'nin uydu kapasitesini de önemli ölçüde artıracağına dikkati çeken Uraloğlu, uydunun 15 yıl hizmet vereceğini belirtti.
Uraloğlu, 8,4 kilovat güce sahip olan uydunun bir yer sabit haberleşme uydusu olarak, TV yayıncılığı başta olmak üzere haberleşme hizmetleri ve geniş bir kapsama alanında ülkenin uydu haberleşme ihtiyaçlarını karşılayabileceğinin altını çizerek, ana paydaşların yanı sıra alt yüklenicilerle ülkede bir uydu üretim ekosisteminin kurulmasını sağlayan Türksat 6A sayesinde artık uluslararası alanda rekabet edebilecek 84 uydu ekipmanı geliştirildiğini vurguladı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/turksat-6anin-uzay-yolculugu-planlanan-sekilde-devam-ediyor/3274963 | 1,484 | 3,014 |
Üniversite öğrencilerinden, blok zincir alt yapısıyla hasta takip sistemi
Bilkent Üniversitesi öğrencileri, üniversite-sanayi işbirliği kapsamında blok zincir alt yapısı ile sağlıkta veri güvenliği sağlayan uzaktan hasta takip sistemi geliştirdi.
Ankara
Bilkent Üniversitesi Bilişim Sistemleri ve Teknolojileri Bölümü son sınıf öğrencileri Merter Eker, Fatma Helin Ay, Berrin Yava, İrfan Laçin tarafından geliştirilen sistem, kandaki oksijen, kan şekeri ve tansiyon ve kalp ritim hızını ölçen cihazlardan gelen verilerin transferini daha çok kripto paralar için gündeme gelen blok zincir ile sağlıyor.
Öğrencilerin üniversite bitirme tezi olarak bir yıllık çalışma sonucu geliştirilen "CipherMed" isimli projenin danışmanı Öğretim Görevlisi Ceren Serim, projeye ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, uzaktan hasta takibinde veri güvenliğinin önemine işaret etti.
Hasta takibinde ön plana alınması gereken en önemli noktanın da verilerin koruma altına alınması olduğunu vurgulayan Serim, "Teknoloji, bulut veri tabanı ile entegre edildi. Bir dizi gelişmiş özelliğe sahip yenilikçi web uygulaması doktorlara hasta verilerine anında erişme ve analiz imkanı sağlıyor." bilgisini verdi.
Sistemin, göze çarpan en önemli özelliğinin blok zincir teknolojisini kullanılarak veri transferi sağlaması olduğunu vurgulayan Serim, "Blok zincir, kripto paraların transferinde gündeme geldi ancak başka alanlara da yayılmaya başladı. Blok zincir ile verilerin gizliliğini korumak mümkün. Bu sebeple siber tehditlere karşı internet ortamındaki verilerin güvenliğini sağlamak için blok zincir teknolojisi kullanıldı." dedi.
Sistem sayesinde, hasta verilerinin, gizlilik, bütünlük ve kullanılabilirlik protokollerine uyan web3 teknolojisi ile blok zincirde güvenli şekilde saklandığını bildiren Serim, "Hasta bilgilerine yalnızca yetkili kullanıcılar erişebiliyor. Sistem, hasta verilerinin acil durumlarda alarm vermesini sağlıyor, böylece anında müdahale ve takibe imkan sağlanıyor. Bu da hastaya optimum fayda sağlanmasına yardımcı bir mekanizma oluşturuluyor." diye konuştu.
Uygulamanın hasta raporlarının oluşturulmasına da imkan sağladığını belirten Serim, "Böylece doktorlar için zaman tasarrufu sağlayarak hasta verilerine erişimi kolaylaştırır." ifadesini kullandı.
Sistemi hayata geçirmek için Ankara Üniversitesi Teknokenti ile işbirliğine gidildiğini aktaran Serim, "Sistemde, kandaki oksijen, kan şekeri ve tansiyon ve kalp ritim hızını ölçen cihazlardan gelen veriler işlenerek kaydediliyor ve blok zincire aktarılıyor. Blok zincirde veri güvenliği sağlandıktan sonra sıra veri aktarımına geliyor. Böylece üniversite sanayi işbirliği ile teletıp alanında alternatif bir çözüm olarak ortaya çıkmış oldu." dedi.
"Yakında kalp pilleri de uzaktan takip edilebilecek"
Ankara Üniversitesi Teknokenti'nde kurulu Esentech AR-GE'te Kurucu Ortaklarından Özgü Özköse Erdoğan da sistemin cihaza bağlı hastaların evde takibinde hızlı ve güvenli bir yöntem olduğunu söyledi.
Cihaz arıza verdiğinde yetkili firmaya ve teknisyenlere de kolaylıkla bir rapor gönderdiğini aktaran Özköse, böylece sorunun kısa sürede çözümüne olanak sağlandığını anlattı.
Şu anda cihazın sağlıkta sınırlı kullanım alanının bulunduğunu ifade eden Özköse, yakında kalp pillerinin de uzaktan takibini yapacak bir sistemin geliştirilmesinin bu teknolojilerle mümkün olduğunu söyledi.
Sistemin geliştiricilerinden İrfan Laçin ise sistemin tüm teletıp uygulamalarında kullanılma potansiyeli taşıdığını söyledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/universite-ogrencilerinden-blok-zincir-alt-yapisiyla-hasta-takip-sistemi/2924601 | 1,722 | 3,633 |
Uzaydaki 7. yılını tamamlayan GÖKTÜRK-1 dünyanın etrafını 37 bin 378 defa turladı
Milli Savunma Bakanlığı (MSB), sosyal medya hesabından GÖKTÜRK-1 uydusunun uzaya fırlatılmasının 7. yılına özel paylaşımda bulundu.
Ankara
Paylaşımda, "Uzaydaki gözümüz olan GÖKTÜRK-1 uydusu 7 yaşında. GÖKTÜRK-1, uzaydaki görevi sırasında dünyanın etrafını 37 bin 378 defa turlayarak 82 bin 913 görüntü çekimi yaptı." ifadesi kullanıldı.
Paylaşımda yer verilen infografikte ise dünya üzerinde herhangi bir bölgeden coğrafi kısıtlama olmaksızın görüntü alabilen GÖKTÜRK-1'in 5 Aralık 2016'da Türkiye saatiyle 16.51'de uzaya fırlatıldığı hatırlatıldı.
GÖKTÜRK-1 uydusunun 680 kilometre yörünge yüksekliğinde, saniyede 7,5 kilometre hızla hareket ettiği ve uydunun Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki Keşif Uydu Tabur Komutanlığı personelince komuta edildiği bilgisi de aktarılan infografikte şunlar kaydedildi:
"GÖKTÜRK-1, harekatın uzay desteği kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu yüksek çözünürlüklü uydu görüntü desteğinin sağlanmasında, uzay ve uydu sistemlerine yönelik teknoloji kazanımı, uzman insan gücü ve altyapısının geliştirilmesi, orman alanlarının kontrolü, doğal afet sonrası en kısa sürede hasar tespiti, coğrafi harita verilerinin üretilmesi gibi pek çok sivil faaliyet alanında da ihtiyaçlara cevap verecek şekilde planlandı."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/uzaydaki-7-yilini-tamamlayan-gokturk-1-dunyanin-etrafini-37-bin-378-defa-turladi/3074122 | 792 | 1,513 |
Uzayın bilinmeyenlerini keşfetmek için yürütülen çalışmalar hız kesmeden devam ediyor
İnsanoğlunun uzayın bilinmeyenlerini keşfetmek için ilk yapay uyduyu 1957'de dünya yörüngesine fırlatmasıyla başlayan ve uzaya ilk insanın gitmesiyle devam eden serüven, farklı uzay ajansları tarafından yürütülen çalışmalarla hız kesmeden sürüyor.
Ankara
Dünya'nın ötesini keşfetmek amacıyla yapılan misyonlarla Ay, Güneş Sistemi'ndeki gezegenler ve diğer galaksiler hakkında bilgi edinilmesi amaçlanıyor.
İnsanlığın uzayın derinliklerini keşfetme macerası eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) "Sputnik 1" yapay uydusunu 67 yıl önce dünya yörüngesine fırlatmasıyla başladı.
1961'de uzaya ilk insanın gitmesinden bu yana başta ABD ve Rusya olmak üzere bazı ülkeler, birçok insanlı uzay seyahati düzenledi.
AA muhabirleri, ilk insanlı uzay aracının Ay'a ulaşmasının yıl dönümünde önemli bazı uzay çalışmalarını derledi.
Uzaya giden ilk insan
SSCB, 1961'de uzaya ilk insanı göndererek uzay çalışmalarında önemli bir başarı elde etti. Uzaya ilk giden Sovyet kozmonot Yuri Gagarin, "Vostok 1" uzay mekiğiyle Dünya'nın yörüngesini 108 dakika boyunca turladı.
ABD Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA) da aynı yıl "Merkür Projesi" çerçevesinde geliştirdiği mekiklerle önce maymunları sonra da astronot Alan Shepard'ı uzaya gönderdi. Fakat Shepard Dünya'nın yörüngesine ulaşamadı.
"İnsan için küçük, insanlık için büyük bir adım"
ABD, 20 Temmuz 1969'da "Apollo 11" misyonuyla Neil Armstrong, Michael Collins ve Edwin Aldrin'i Ay'a yolladı. Ay'a ayak basan ilk insan olarak bilinen Armstrong'un Ay'a indiğinde sarf ettiği "İnsan için küçük, insanlık için büyük bir adım" sözü akıllara kazındı.
Misyon süresince astronotlar, Ay'da bulunan kayalardan ve tozlardan örnek topladı.
NASA'nın "Apollo" programı çerçevesinde 12 kişi Ay'a indi. Program ise "Apollo 17" misyonuyla 1972'de son buldu.
Uzay İstasyonları
Dünyanın ilk uzay istasyonu 19 Nisan 1971'de eski Sovyetler Birliği'nin Dünya yörüngesine "Salyut 1" aracını fırlatılmasıyla kuruldu. ABD'nin Ay'a ilk insanı göndermesine cevaben kurulan istasyon çok sayıda misyonda bulundu.
İstasyona giden ilk mürettebatı taşıyan "Soyuz 10", Salyut 1'in güvertesinde yeterince iyi kenetlenemediği için başarısız oldu. İkinci misyon "Soyuz 11" ise istasyona ulaşmayı başardı ve 23 gün istasyonda çalışmalar yürüttü.
Ancak Soyuz 11'in dönüş yolculuğunda yaşanan bir sorun üzerine kapsülün Dünya yörüngesine girmeden açılmasıyla üç kişilik mürettebat uzayda hayatını kaybetti. Bu, uzaydaki ilk ölüm vakası olarak kayıtlara geçti.
Bugün ise NASA, uzaydaki araştırmalarını sürdürebilmek için düzenli olarak Uluslararası Uzay İstasyonu'na (ISS) mürettebat yolluyor.
Uluslararası Uzay İstasyonu, bilim insanlarına uzun süreli uzay yolculuklarının insan bedeni ve psikolojisi üzerindeki etkisini inceleyebilecekleri çalışmalar için platform ve olanak sağlıyor.
Uzay Teleskopları
NASA tarafından 2009'da uzaya fırlatılan Kepler Uzay Teleskobu gibi araçlar, Güneş Sistemi dışındaki diğer yıldızların yörüngesindeki gezegenleri keşfetti.
"Hubble Uzay Teleskobu", Nisan 1990'da fırlatılmasından bu yana insanlığa uzaya dair görüntü ve bilgi akışı sağlıyor.
James Webb Uzay Teleskobu (JWST) da 2021'de daha önce oluşmuş galaksileri ve evrenin tarihini keşfetmek için fırlatıldı. Uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olarak bilinen JWST'nin kayda değer keşifleri arasında pek çok yıldız, ötegezegen ve genç galaksiler yer alıyor.
Eskiyen Hubble Uzay Teleskobu'nun yerini alması planlanan teleskop, NASA öncülüğünde Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ve Kanada Uzay Ajansı (CSA) destekleriyle fırlatıldı.
Ay'a dönüş: "Artemis Programı"
NASA, Ay'a dönüş projesi olarak bilinen "Artemis Programı" ile astronotları yeniden Ay'a göndermeyi amaçlıyor. Programın ilk aşaması "Artemis I", Orion uzay aracının Ay'ın yörüngesinde bir tur atmasının ardından Dünya'ya dönmesiyle Aralık 2022'de tamamlandı.
Orion uzay aracının ilk mürettebatlı misyonu "Artemis II" görevinde ise astronotların, Ay'a iniş yapmadan Dünya'ya dönmesi planlanıyor. 10 gün sürecek yolculuğu, uzay aracıyla ilgili güvenlik endişelerinin yanı sıra astronotların giysisi ve iniş araçlarıyla ilgili sorunlar yaşandığı için 2025'in sonlarına ertelendi.
Her şey planlandığı şekilde ilerlerse programın son aşaması "Artemis III" misyonu 2026'da hayata geçebilecek.
Çin'in Ay Misyonları
Çin, uyduları tamir edebilecek ve insanlı uzay uçuşu yapabilecek üç ülkeden biri konumunda bulunuyor.
ABD ve Rusya'dan bağımsız olarak uzaya insan gönderen üçüncü ülke olan Çin'in uzay programlarını Çin Ulusal Uzay İdaresi (CNSA) ve Çin İnsanlı Uzay Programı Ajansı (CMSA) yürütüyor.
Ülkenin en büyük uzay misyonları ise Tiangong-1 Uzay İstasyonu, Shenzhou insanlı uzay uçuş programı ve Çin Ay Keşif Programı (CLEP) olarak öne çıkıyor.
Çin'in Ay'a yürüttüğü ilk misyon serisi Çang'ı misyonu ise 2007'de başladı. Çin'in "Çang'ı 4" araştırma aracı, 2019'da Ay'ın karanlık yüzüne iniş yapan ilk araç oldu.
"Çang'ı-5" 2020'de Ay'a iniş yapıp Dünya'ya 2 kilogram Ay toprağıyla döndü. "Çang'ı 6" ise bugüne dek Ay'ın karanlık yüzeyinden kaya ve toprak örneği toplayan ilk keşif görevi oldu.
Çin, Rusya Federal Uzay Ajansı (Roscosmos) ile Ay yüzeyinde üs kurma projesini yürütmeye devam ediyor.
Hindistan'ın Ay misyonu
Hindistan tarafından Ekim 2008'de fırlatılan Chandrayaan-1 de ülkenin ilk derin uzay misyonu ve Ay'da su moleküllerinin keşfedilmesinde önemli rol oynadı.
Uzay endüstrisi alanında ilerleme kaydeden Hindistan, Ay'ın güney kutup bölgesinde inceleme yapması için 14 Temmuz 2023'te keşif aracı Chandrayaan-3'ü uzaya gönderdi.
Hindistan, Chandrayaan-3'ün başarılı inişiyle ABD, eski Sovyetler Birliği ve Çin'den sonra Ay'a yumuşak iniş yapan 4'üncü ve Ay'ın "güney kutbu yakınlarına yumuşak iniş yapabilen" ilk ülke oldu.
Japonya'nın Ay misyonu
Japonya'nın Ay yüzeyine hassas iniş teknolojilerini test etmeyi hedefleyen "Ay'ı Araştırmak için Akıllı İniş Aracı (SLIM)", Japonya Uzay Araştırma Ajansı (JAXA) ve NASA'nın galaksilerin hızını ve yapısını incelemek üzere başlattığı "X-Ray Görüntüleme ve Spektroskopi Misyonu" (XRISM) kapsamında Eylül 2023'te uzaya fırlatıldı.
"Moon Sniper" takma isimli aracın 20 Ocak'ta Ay'a başarılı şekilde iniş yapmasıyla Japonya, eski Sovyetler Birliği, ABD, Çin ve Hindistan'dan sonra Ay'a yumuşak iniş yapma başarısını gösteren 5'inci ülke oldu.
Aracın, taşıdığı küre şeklinde ve tenis topundan biraz daha büyük bir sonda vasıtasıyla Ay yüzeyinde hareket edebilmesi hedefleniyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/uzayin-bilinmeyenlerini-kesfetmek-icin-yurutulen-calismalar-hiz-kesmeden-devam-ediyor/3279483 | 3,322 | 6,638 |
Yerli motorlu ilk zırhlı araçlar teslimata hazırlanıyor
BMC, yıl sonunda Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) yerli motorlu zırhlı araç teslimatına başlayacak.
İstanbul
Türk savunma sanayisinin kara aracı üreticilerinden BMC, geliştirdiği ve ürettiği platformları, araçlara ilişkin güncel gelişmeleri 16. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'nda (IDEF'23) sergiledi.
Fuarda, Çok Amaçlı Zırhlı Araç VURAN 4x4, BMC Power tarafından üretilen 400 beygir gücündeki TUNA motoruyla yerini aldı.
BMC Savunma Sanayi Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Altınhan, AA muhabirine, VURAN'ın 2019'dan beri TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının hizmetinde olduğunu söyledi.
Altınhan, fuarda VURAN'ı yerli motorla sergilediklerini ifade ederek, "Yerli motor test ve kalifikasyon faaliyetleri tamamlanmak üzere. Uzun süredir üzerinde çalışıyoruz. Kendi iç testlerimizi tamamlamıştık. Şu anki testleri heyetlerimizle gerçekleştiriyoruz. Seri üretim aşamasına geçmiş bulunmaktayız." dedi.
BMC Power'ın, test tezgahında kendi testlerini tamamladıktan sonra prototip motorları üretip BMC'ye teslim ettiğini anlatan Altınhan, bu motorlarla birkaç araç üzerinde yol testlerini gerçekleştirdiklerini dile getirdi. Altınhan, "Bu testleri tamamladıktan sonra en son heyetlerimizle test ve kalifikasyon muayenelerine devam ettik. Neredeyse tamamlanmak üzere. Tamamlandıktan sonra seri üretim faaliyetlerini gerçekleştireceğiz." diye konuştu.
Mehmet Altınhan, yerli motorlu VURAN teslimatının ne zaman başlayacağına ilişkin soruya, "İlk etapta 2019'da VURAN aracını ithal motorla ürettik. Yüzlerce araç envanterde hizmetini görmekte. Sözleşme gereği son parti teslimatlarının yerli motorla olması gerekiyordu. Bu şekilde bu faaliyetleri yürütüyoruz. Bu yıl sonunda ciddi oranda yerli motorlu araç teslimatını gerçekleştireceğiz." yanıtını verdi.
Altınhan, VURAN'ı bu yıl bir ülkeye daha ihraç edeceklerini, birçok ülkenin envanterinde de bu araçların kullanıldığını kaydetti.
VURAN'ın yurt içinde ve dışında yoğun şekilde kullanıldığına işaret eden Altınhan, "VURAN aracına TUNA motorunu entegre ederek çok önemli bir hale getirdik. İthal muadiliyle kıyasladığımızda gerek tork, gerek güç kapasitesi çok daha iyi durumda." ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/yerli-motorlu-ilk-zirhli-araclar-teslimata-hazirlaniyor/2957402 | 1,141 | 2,392 |
Yerli tanı kitiyle yapılan araştırmalar Türk üniversitesini "referans gösterilenler" listesinin zirvesine çıkardı
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Prof. Dr. Özcan Erel'in geliştirtiği ve vücuttaki "kimyasal stresi" ölçen yerli tanı kiti kullanılan çalışmalarla dünya tıp literatüründe en çok referans gösterilen üniversiteler sıralamasında zirveye çıktı.
Ankara
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesini Web of Science veri tabanında taranan dergilerde en çok bilimsel çalışma yapan üniversite unvanına kavuşturan Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Ankara Şehir Hastanesi Tıbbi Biyokimya Laboratuvarı sorumlusu Prof. Dr. Erel, kan örneği ile vücudun oksidan ve antioksidan dengesini gösteren "tiyol" ve "disülfit"i ölçen bir kit geliştirerek 1,5 milyon dolar değerindeki 500 bini aşkın testi Türk araştırmacılara hibe etti.
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) asli üyesi Prof. Dr. Özcan Erel, ABD'deki Stanford Üniversitesi koordinatörlüğünde yürütülen "Dünyanın En Etkili Bilim İnsanları" listesinde üst sıralarda yer alan Türk akademisyenler arasında bulunuyor.
The Eleventh John M. Kinney International Award (ABD), TÜBİTAK ve Aziz Sancar Bilim, Hizmet ve Teşvik Ödülleri'nin de sahibi olan Erel'in geliştirdiği biyokimya test ölçüm yöntem ve kitleri dünya çapında kullanılmaya devam ediyor.
Yayımladığı makalelere 14 binin üzerine atıf yapıldı
Prof. Dr. Özcan Erel, dünya tıp literatürüne imza atan çalışmalarına ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
Bilimin kendisi için bir hayat felsefesi ve yaşam tarzı olduğunu ifade eden Erel, hastalara verdikleri hizmetlerin yanında eğitim ve araştırma alanında da ekibiyle çok güçlü çalışmalar yaptıklarını belirtti.
Sadece bu yıl Web Of Science veri tabanındaki yayın sayısının 70'in üzerinde olduğunu, çalışmalarının ülke refahına katkı vermesi için üniversitenin teknokentinde inovasyon odaklı AR-GE şirketi kurduklarını anlatan Erel, şunları aktardı:
"Bugüne kadar uluslararası alanda 700'e yakın makalem yayımlandı ve 14 binin üzerinde atıf aldım. Ayrıca, bu çalışmaların 11'i somut ürünlere çevrildi. 'Tiyol ve Disülfit Dengesi' adlı araştırma testimiz ile Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ve ben Web Of Science veri tabanında liste başında yer aldık. Dünyada bu alanın öncüleriyiz. Ülkemiz araştırmacılarının bu alanda önde ve öncü olmalarına katkı sağlamak için bu testimizi isteyen araştırmacılara da ücretsiz destek verdik ve bu desteğimizi sürdürüyoruz. Türk bilim insanlarımız, verilen bu destekle 1000'in üzerinde ulusal ve uluslararası alanda prestijli dergilerde yayınlar çıkardı. Bu desteğimizle ülkemiz ve üniversitemiz dünyada üst sıralara taşındı."
"Testlerimiz, yüksek katma değerli ürünler"
Prof. Dr. Erel, 25 ülkeye ihraç edilen araştırma testlerinin laboratuvarlarda kullanılmaya devam ettiğini belirterek, "Testlerimiz, yüksek katma değerli ürünler." dedi.
Gençlere, analitik düşünme ve iyi kritik yapma önerisinde bulunan Erel, "Öğrenilmiş çaresizliğe düşmesinler, kendilerine güvensinler, çok çalışsınlar, hata yapmaktan hiç korkmasınlar. Zaten AR-GE'nin temel felsefesi budur, 100 tane deney yaparsınız, 95'i yanlış çıkar, ama doğru çıkan 5 tanesi sizi alır götürür, o da size yeter." diye konuştu.
Özcan Erel'in araştırma ekibinden Öğretim Üyesi Doç. Dr. Salim Neşelioğlu, tiyol ve disülfit dengesini ölçen araştırma testinin 2014'ten itibaren AR-GE amaçlı kullanıldığını bildirdi.
Basit bir kan testiyle önemli veriler elde ediliyor
Yöntemlerinin bir tür icat olduğunu anlatan Neşelioğlu, şöyle konuştu:
"Tiyol ve disülfit denge sistemi, vücutta var olan bir sistem. Geliştirilen bu test sayesinde hastaların antioksidan ve tam tersi olarak oksidasyon dengesini basit bir kan testiyle artık ölçebiliyoruz. Bu testi geliştirebilmek 3,5 yıl sürdü. Doğruluk oranları çok yüksek. Tüm dünyada her laboratuvardaki mevcut donanımla ölçülebilen bir sistem geliştirilmiş oldu. Bu test, şu anda rutin uygulamaya geçmedi ve AR-GE amaçlı kullanılıyor. Ancak yıllar sonra makalelerin toplanmasıyla ve ortaya çıkabilecek bilgilerle bu testin klinik anlam kazanma olasılığı yüksek."
"Test, hastalıkların tanısından tedavi takibine kadar bir belirteç olma potansiyeli taşıyor"
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Ergin Tunçay da oksidan-antioksidan dengesinin bugüne kadar pek çok hastalıkta çalışıldığını belirterek, şunları kaydetti:
"Bu testin ileride kliniklerde kullanımı söz konusu. Test, AR-GE çalışmalarında hastalığın ilk anından tedavi sürecine kadar bir belirteç olarak kullanılabiliyor. Makale sayılarıyla veriler biriktikçe hangi hastalıklarda nasıl kullanılacağı daha net ortaya çıkacaktır. Bu testi şu an klinisyenlerle birlikte çalışıyoruz. Mesela enfeksiyon hastalıklarında bu oksidan-antioksidan denge nasıl artıyor, nasıl azalıyor, sabit mi kalıyor bu farkları tespit ediyoruz."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/yerli-tani-kitiyle-yapilan-arastirmalar-turk-universitesini-referans-gosterilenler-listesinin-zirvesine-cikardi/2779267 | 2,436 | 4,973 |
Yerli uçak bombası SARB-83 göreve hazır
TÜBİTAK Savunma Sanayii Araştırma ve Geliştirme Enstitüsünün (SAGE) öz kaynaklarıyla yürüttüğü çalışmalar sonunda geliştirdiği ardışık delicili uçak bombası SARB-83, seri üretime hazır hale getirildi.
Ankara
TÜBİTAK SAGE Enstitü Müdürü Gürcan Okumuş, AA muhabirine, SARB-83 ve SERT-82'yi, projelerin belli bir aşamaya gelmesiyle IDEF 2019 fuarında kamuoyuyla paylaştıklarını söyledi.
Envanterdeki nüfuz edici bombanın (NEB-84) geliştiril me sürecinde elde edilen tecrübenin benzer mühimmatların gelişiminin yolunu açtığını belirten Okumuş, şöyle konuştu:
"Uçak bombası olarak kullanılmayan, bildiğimiz kadarıyla ilk defa Türkiye'nin kullandığı bir teknoloji var, ardışık delicili harp başlığı teknolojisi. Bu teknolojiyi uçak bombalarında NEB-84 olarak dünyada ilk biz kullandık. Yerden atılan mühimmatlarda var ama uçak bombası olarak ardışık delicili yani çukur imlalı harp başlığı teknolojisi olarak yoktu. NEB-84'ten edindiğimiz tecrübeyle bunu Mark-83 (MK-83) geometrisinde ve kütlesinde yine ardışık delicili harp başlığı etkinliği olan bir mühimmat geliştirme projesi olarak öz kaynaklarımızla başlattık."
MK-83 uçak bombalarında kullanılabilen tüm güdüm kitlerinin SARB-83'te de kullanılabileceğini ifade eden Okumuş, SARB-83 projesinin SERT-82'ye göre biraz daha hızlı ilerlediğini, bombanın alt sistem testleri ve çevresel testlerinin sonuçlandırıldığını ve projenin nihai testleri kapsamında son olarak kalifikasyon ve delici etkinliğini görme testlerinin tamamlandığını bildirdi.
TÜBİTAK SAGE Enstitü Müdürü Gürcan Okumuş, konuya ilişkin AA muhabirine açıklamalarda bulundu
Duvarı saatte 280 kilometre hızla aştı
Okumuş, testlerin gerçekleştirildiği Hedef Balistiği Raylı Sistem Dinamik Test Altyapısı'nın (HABRAS) çok önemli bir altyapı olduğuna işaret ederek, şu değerlendirmede bulundu:
"NEB-84 testini İngiltere'de yapmak zorunda kalmıştık, bu altyapı yoktu. Artık kendi altyapımızda kendi geliştirdiğimiz mühimmatı, SARB-83'ü test etmiş olduk. Çok güzel görüntüler de aldık ve test de çok başarılı oldu. Yaklaşık 1,5 metrelik, 35 megapascal güçlendirilmiş duvarı SARB-83 mühimmatı ön delicisiyle deldi ve ana delici duvarın içinden geçerek etkinliğini gösterdi. SARB-83 yaklaşık saatte 300 kilometre hızla ilerledi, duvarı deldikten sonra ana delicimizin hızı yaklaşık saatte 280 kilometreydi. Yani 1,5 metrelik güçlendirilmiş duvarın yavaşlatma etkisi yüzde 10'dan bile az oldu. Bu gerçekten çok yüksek bir etkinlik göstergesi. SARB-83 için belki son kez uçaktan tamamen canlı bir atış yapılmasını planlıyoruz. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığımızın ve Hava Kuvvetlerimizin ihtiyacı doğrultusunda gelecek taleplere göre seri üretimi yapılabilir durumda. SARB-83, yakın zamanda farklı güdüm kitleriyle kullanılabilecek stratejik bir mühimmatımız olarak kullanıma hazır."
"İhraç potansiyeline sahip"
SARB-83'ün güvenlik güçlerine sunacağı operasyonel kabiliyetlere değinen Okumuş, şunları kaydetti:
"SARB-83'ün eş değeri olarak MK-83 uçak bombalarımız var. Bunların delici özelliği bulunmuyor, SARB-83'te ardışık delici harp başlığı var ve bu tip uçak bombası olarak dünyada belki tek ülkeyiz. Bunun avantajı daha düşük hızlarda ve açılarda dahi delici etkinlik gösterebilmesi. SERT-82'de tekil kinetik delici var. O, çeliğin kendi gücüyle bir delme etkisi gösteriyor. SARB ve NEB'de ardışık delicili harp başlığı teknolojisi olduğu için çukur imlalı ön delici duvarda bir açılma sağlıyor ve ana delici buradan yoluna devam edebiliyor, çok ciddi etkinlik gösteriyor. SARB-83 şu anda envanterde olmayan, dünyada da benzeri çok az olan bir mühimmat. En büyük avantajı MK-83 geometrisinde ve kütlesinde olduğu için yine TÜBİTAK SAGE tarafından geliştirilen Hassas Güdüm Kiti, Kanatlı Güdüm Kiti ile uyumlu şeklide görev yapabilecek, yurt dışına ihraç potansiyeli olan bir ürün olması. MK-83 geometrisine uygun yurt dışında kullanılan güdüm kitleriyle kullanılabilecek stratejik bir mühimmat. Karargahlar, hava alanları, sert zemine sahip baraj gibi stratejik hedeflerde çok yüksek etkinlik gösterebilecek bir mühimmat."
Okumuş, SERT-82 projesinin de 2021 içinde önemli bir aşamaya geleceğini bildirdi.
"Biz teste giderken, bize teste gelinecek"
Gürcan Okumuş, HABRAS ile Türkiye'nin Avrupa'daki örneklerinden daha gelişmiş, daha teknolojik ve daha fazla yeteneğe sahip bir test altyapısına kavuştuğuna dikkati çekerek, böylece yurt dışında katlanılan büyük maliyetlerin önüne geçilirken, stratejik mühimmatların bilgilerinin de ülkede kaldığını dile getirdi.
HABRAS'taki testlerin mühimmatla sınırlı kalmayacağını vurgulayan Okumuş, "Ses hızının 2 katına kadar hızlandırma yapabildiğimiz bir altyapı. Burada çok farklı testler, bileşen testleri yapılabiliyor. Milli Muharip Uçak Projesi kapsamında fırlatma koltuğu geliştirilmesi, paraşütlerle ilgili testler HABRAS'ta yapılabilecek." dedi.
Bu testleri yerde yapabilmenin de maliyetleri ciddi oranda azalttığını belirten Okumuş, aksi halde uçak kullanılarak yapılacak testlerin zorlu, çok daha maliyetli ve riskli yapılmak durumunda kalınacağını ifade etti. Okumuş, HABRAS'ı kullanmaya yönelik taleplere değinerek, "Biz yurt dışına teste giderken bize yurt dışında test talepleri gelecek, geliyor da zaten." diye konuştu.
Okumuş, SARB-83 testi yurt dışında yapılmak zorunda kalınsa sadece test firmasına ödenecek bedelin 500 bin dolardan aşağı olmayacağını, lojistik harcamalarla bu miktarın milyon doları bulabileceğini sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/yerli-ucak-bombasi-sarb-83-goreve-hazir/1901034 | 2,743 | 5,617 |
Yerli uzaktan kumandalı mayın imha cihazı yabancı ülkelerin radarına girdi
Balıkesir Teknokent'te büyük oranda yerli imkanlarla geliştirilen uzaktan kumandalı deniz mayını imha cihazına, Karadeniz'de haziran ayında yapılan uluslararası tatbikatta kullanılmasının ardından yurt dışından talep gelmeye başladı.
Balikesir
Balıkesir Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi'nde (Balıkesir Teknokent) büyük oranda yerli imkanlarla geliştirilen uzaktan kumandalı deniz mayını imha cihazına, Karadeniz'de haziran ayında yapılan uluslararası tatbikatta kullanılmasının ardından yurt dışından talep gelmeye başladı.
Kara Harp Okulundan 2010 yılında emekliye ayrılan öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Kalender tarafından Balıkesir Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi'nde (Balıkesir Teknokent) 2011'de KOSGEB'den girişimcilik desteği alınarak kurulan ve Melis Kızıldağ Karakaş ile iki ortaklı olarak faaliyetlerine devam eden mekatronik firması, 60 kişiden oluşan ekiple özellikle savunma sanayisinin ihtiyacı olan alanlarda AR-GE ve üretim yapıyor.
Emniyet ve askeri tasarımlar üzerine üretimini sürdüren firma tarafından yapılan çalışmalarla karada ve denizde çalıştırılabilen uzaktan kumandalı mayın imha cihazları geliştirildi. Normal şartlarda patlayıcı yerleştirilen cisme bir kablo döşenerek imha süreci yapılırken, yüzde 90 yerlilik oranıyla geliştirilen Uzaktan Komutalı Test ve Patlatma Cihazı (USAS) ile mayın uzaktan kumandayla kriptolu sinyal gönderilerek imha ediliyor.
Uygun hava koşullarında karada 20 kilometre, denizde ise 8 kilometre uzaklıktan çalıştırılabilen ve Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kullanılan USAS, Türkiye'nin bir sualtı savunma timiyle katıldığı, 19-30 Haziran'da Romanya'nın ev sahipliğinde Batı Karadeniz'de gerçekleştirilen "EURASIAN PARTNERSHIP MCM DIVE-2023" tatbikatında yabancı ülkelerin dikkatini çekti.
Personelin zarar görmeden daha güvenli şekilde çalışmasına imkan tanıyan, ithal edilen emsallerine göre 10'da bir maliyetle üretilen cihaza başta Romanya olmak üzere bazı ülkelerden talep geldi.
"Bu sefer çıtayı yükselten biz olduk"
Daha önce Iğdır Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde de görev yapan KZ Mekatronik firmasının kurucusu Prof. Dr. Osman Kalender, AA muhabirine, şirketin operasyonel ihtiyaçları karşılayıp ürün geliştiren ve bunları üreterek sahaya teslim eden bir yapılanmaya sahip olduğunu söyledi.
Ürettikleri ürünlerin polis ve askerler tarafından birkaç yıldır sahada kullanıldığını belirten Kalender, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Son dönemde Deniz Kuvvetleri için yaptığımız bir ürün NATO tatbikatında da kullanıldı. Ürünümüz, Milli Savunma Bakanlığının sosyal medya hesabında yer aldı, bundan dolayı da çok gurur duyduk. Ürünümüz Romanya basınında da yer aldı. Basında, 'ABD dahil olmak üzere tatbikata katılan birçok ülke denizdeki tehlikeli cisme müdahale etmek için botla, gemiyle yaklaşıp kablolarla imhasını yapabiliyorlar. Sadece Türkler ultra hızlı bir yöntemle müdahale edebiliyorlar' şeklinde yer almış. Bu da bizim için keyif verici bir durum. Hep 'ABD veya Avrupa ülkeleri yapar biz de kullanırız' diyerek düşünürdük, bu sefer çıtayı yükselten biz olduk."
Kalender, cihazı geliştirmek ve yeni özellikler eklemek için yürüttükleri AR-GE çalışmaları kapsamında ikinci versiyonunun projesini hazırlayarak teknokent yönetimine sunduklarını dile getirdi.
Cihazı yurt dışından ithal edilen emsallerine göre 10'da bir maliyetle ürettiklerine dikkati çeken Kalender, "Ürünümüz karada da kullanılıyor. NATO tatbikatından sonra Romanya'daki bir firma bizimle irtibata geçerek Romanya Deniz Kuvvetlerine tedarik edilmek üzere teklif istedi. Mekanizmalarımızın izin verdiği ülkelere satışımız olacak. İnşallah ürünümüzü yurt dışına satmak da bizim için bir keyfi vesilesi olacak." dedi.
Kalender, USAS'a Azerbaycan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan ve Kırgızistan'dan da talep geldiğini kaydetti.
"İşbirlikleri devam edecek"
Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu da tam kapasite çalışan teknokentte başarılı çalışmalar yürütüldüğünü ifade etti.
Teknokentte yapılan çalışmaları çok önemsediklerini, üniversiteye bağlı Teknoloji Transfer Ofisinin de bulunduğunu belirten Oğurlu, "Biz bu işbirliklerini devam ettirip büyüyerek hem Balıkesir'de hem de Türkiye'de çalışmalarımızı sürdürmeye gayret edeceğiz." diye konuştu.
Balıkesir Teknokent Genel Müdürü öğretim görevlisi Burcu Aydemir de teknokentte farklı sektörlerden çok sayıda firmanın AR-GE çalışması yürüttüğünü dile getirdi.
Aydemir, mayınları uzaktan kumanda yardımıyla güvenli şekilde imha eden cihazın Balıkesir Teknokent'te üretilmesinin kendilerini çok gururlandırdığını ifade etti.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/yerli-uzaktan-kumandali-mayin-imha-cihazi-yabanci-ulkelerin-radarina-girdi/2964262 | 2,337 | 4,809 |
Cape Town
Doğal yaşam alanı kıtanın güney kıyıları olan bu penguen türü, Uluslararası Doğa Koruma Birliği'nin (IUCN) soyu tükenme tehdidi altındaki hayvanların bulunduğu kırmızı listede yer alıyor.
Gönüllülerin çabalarına rağmen endüstriyel balıkçılıktan akaryakıt sızıntılarına kadar çok sayıda insan faktörü, Afrika penguen nüfusunu yok etmeyi sürdürüyor.
Afrika penguenlerinin nüfusu bir asırda yüzde 98'lik düşüş yaşadı
Başta Afrika penguenleri olmak üzere çok sayıda kuş türünün, 1968 yılından bu yana rehabilitasyonu ve doğaya geri kazanmaları için öncü faaliyetler yürüten Güney Afrika Kıyı Kuşlarını Koruma Vakfı'nın (SANCCOB) yetkilileri, son bir asırdır penguen nüfusunda yaşanan hızlı düşüşün nedenlerini, kurtarma faaliyetlerini ve bu türün yakın gelecekte yok olma ihtimalini AA muhabirine değerlendirdi.
Araştırma Direktörü Dr. Katta Ludynia, 20. yüzyılın başındaki nüfusun sadece yüzde 2'si kadar penguen kaldığını belirterek "20. yüzyıl başında bölgede milyonlarca penguen vardı. 2021 verileri Güney Afrika'da sadece 10 bin üreme çiftimiz kaldığını gösteriyor." dedi.
Ludynia, sadece 20 yıl öncesine kadar, bölgedeki tek bir adada bile 20 bin çift yaşarken, bugün artık bütün ülkede 10 bin çiftin kalmasının tehlikeyi gözler önüne serdiğine işaret ederek "Bu düşüş o kadar dramatik ki, elimizdeki modellemeler bu türün sadece birkaç on yıl içinde yok olabileceğini gösteriyor." diye konuştu.
Bugün nüfustaki düşüşün ana nedeninin, balık eksikliği olduğuna dikkati çeken Ludynia, bu durumun Güney Afrika'daki gelişmiş balıkçılık endüstrisi kapsamında penguenlerin temel besin maddeleri sardalya ve hamsilerin aşırı avlanmasından kaynaklandığını ifade etti.
Ludynia, bunun dışında iklim değişikliğinin, akaryakıt sızıntılarının, yoğun deniz trafiğinin yol açtığı su altı gürültü kirliliğinin ve bazı salgın hastalıkların, Afrika penguen nüfusunun hızla yok olmasında önemli faktörler olduğu söyledi.
Penguenlerin rehabilitasyonu
Penguenlerin Rehabitasyon Direktörü Romy Klusener, SANCCOB'un Cape Town'daki tesisinde, acil rehabilitasyona ihtiyaç duyan penguenleri iyileştirerek doğaya geri kazandırmak için uzun yıllardır çalışmalar yürüttüklerini kaydetti.
Klusener, güvenli olmayan yuvalama bölgelerinden getirilen yumurtaların, kuluçkadan çıkıp doğaya salınana kadar yaklaşık üç aylık rehabilitasyona ihtiyaç olduğunu; yaralanma, zayıflık ve bacak kırığı gibi vakalarda bu sürenin 1 yıla kadar çıkabildiğini belirtti.
Rehabilitasyondan geçen Afrika penguenlerinin doğaya geri salınmasına karar verilmesinde, öncelikle farklı yaş aralıklarında belirli kiloya ulaşmış olma kriterini aradıklarına değinen Klusener, bunun penguen yavruları için 2,6 kilo, genç ve yetişkinler içinse 2,8 kilo ve üzeri olduğunu aktardı.
Klusener ayrıca penguenler için hayati önem taşıyan "su geçirmezlik" özelliğinin sağlanmasının da salıverilmede öncelikli şartlar arasında yer aldığını belirterek bunun için bu hayvanların, günde üç kez yüzdürülerek teste tabi tutuldukları uzun bir süreçten geçirildiğini kaydetti.
Afrika penguenleri için uluslararası gönüllülük programı
Kaynak Geliştirme Direktörü Ronnis Daniels da penguenlerin kurtarılması konusunda çok daha fazla sayıda gönüllüye ihtiyaç duyulduğuna dikkati çekerek bunun için dünya genelinde herkesi gönüllü çalışmaya davet ettiklerini anlattı.
Daniels, "Afrika penguenlerini kurtarmak isteyenler 6 haftalık uluslararası gönüllük programımıza dahil olabilir. Ayrıca kalifiye olmayanlar da 3 aylık staj programımıza katılabilir." dedi.
Staj programına katılacaklarda aranan en önemli özelliğin, Afrika penguen türünü korumak için kesin bir duruş sergilemeleri olduğunu söyledi. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/afrika-penguenlerinin-soyu-on-yillar-icinde-tukenebilir/2549957 | 1,753 | 3,631 |
Atmosferdeki karbondioksit oranı 142 yılda yüzde 44 arttı
Karbondioksit değerleri, 1880 yılında yaklaşık 291 ppm iken 2021 yılında 418'e ulaştı.
İstanbul
Atmosferdeki karbondioksit oranı, 1880 yılından bugüne yüzde 44 artarak rekor seviyeye ulaştı.
Atmosferdeki sera gazları insan faaliyetleri, üretim ile tüketimin artması, aşırı fosil yakıtlarının kullanımı nedeniyle her geçen gün artıyor.
AA muhabirinin, Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA) verilerinden derlediği bilgilere göre, sanayileşme dönemi öncesindeki son 400 bin yılda atmosferdeki karbondioksit (CO2) oranı 200 ile 280 ppm (milyonda bir birim) civarında seyretti.
Sera etkisine neden olan başlıca gazlardan karbondioksitin değeri 1880 yılında yaklaşık 291 ppm iken bu değer 2021 yılında yüzde 44 artarak 418 ppm'ye ulaştı.
"Her yıl karbondioksit değeri yaklaşık 2 ppm'nin üzerinde artış göstermektedir"
Uluslararası Hava Kirliliğini Önleme ve Çevre Koruma Birliği Başkanı Prof. Dr. Selahattin İncecik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, atmosferdeki karbondioksit seviyesinin sürekli artmasının temel nedeninin insan faaliyetleri olduğunu söyledi.
İnsan faaliyetleri ve fosil yakıtların kullanımının sürekli artmasının karbondioksit seviyesini daha da artırdığını belirten İncecik, "Bu durum Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) raporlarında kanıtlanmıştır. Her yıl karbondioksit değeri yaklaşık 2 ppm'nin üzerinde artış göstermektedir." dedi.
İncecik, pandemide kapanmanın en yoğun döneminde insan etkinliğinin azalması nedeniyle günlük karbondioksit emisyonlarının küresel olarak yüzde 17'ye kadar azaldığının tahmin edildiğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Ancak kısıtlama önlemlerinin süresi belirsizliğini koruduğunda 2020 yılı boyunca toplam yıllık emisyon azaltımının tahmini çok belirsizdir. Küresel ölçekte bir karbon emisyon azaltımı atmosferik karbondioksitin düşmesine neden olmamaktadır. Karbondioksit biraz azaltılmış bir hızda yılda 0,08-0,23 ppm daha düşük olsa da yükselmeye devam edecektir. Bu 1 ppm, doğal yıllık değişkenlik aralığına oldukça uygundur. Kısa vadede Kovid-19 kapanma etkisinin doğal değişkenlikten ayırt edilemeyeceği anlamına geliyor."
"Yeşil sanayi devrimine geçiş bu yüzyılın anahtar özellikleri olacaktır"
Karbondioksit seviyelerinin azaltılması için fosil yakıt kullanımından uzaklaşılması gerektiğinin altını çizen İncecik, enerji, ulaşım ile tarım gibi sektörlerde bunun mutlaka gerçekleşmesi ve yeni teknolojilerle verimliliğin öne çıkması gerektiğini anlattı.
Prof. Dr. İncecik, "Ancak insanların atmosfere büyük miktarlarda pompaladığı karbondioksiti hızla azaltmanın yanı sıra iklim değişikliğine ilişkin son bilimsel değerlendirmelerin tümü tek başına emisyonları azaltmanın, küresel sıcaklıkların 1,5 veya 2 dereceden fazla yükselmesini engellemek için yeterli olmayacağını da gösterdi. Başta ormanlaştırmanın yaygınlaştırılması olmak üzere sanayide de 'yeşil sanayi devrimine' geçiş bu yüzyılın anahtar özellikleri olacaktır." değerlendirmesini yaptı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/atmosferdeki-karbondioksit-orani-142-yilda-yuzde-44-artti/2480260 | 1,549 | 3,156 |
BEST for Energy ile Türkiye ve İspanya'nın temiz enerjide iş birliği alanları araştırılacak
Enerjide Etkin ve Sürdürülebilir Dönüşümün Desteklenmesi (BEST For Energy) projesi kapsamında İzmir'in yenilenebilir enerji sektör temsilcileri İspanya'daki kuruluşlarla bir araya gelerek sektördeki potansiyel iş birliği alanlarını ele alacak.
Bilbao
Avrupa Birliği tarafından Türkiye Cumhuriyeti Mali İş Birliği çerçevesinde finanse edilen, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen rekabetçi sektörler kapsamında desteklenen proje, İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) ile Enerji Sanayicileri ve İşadamları Derneğinin (ENSİA) ortaklığıyla uygulanıyor. Proje dahilinde İspanya'ya düzenlenen çalışma ziyaretinde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve İZKA'dan yetkililer ile Türkiye'den 25 temiz enerji sektörü iş temsilcisi yer alıyor.
Bu kapsamda ilk olarak Bilbao'daki ileri imalat, yüzey mühendisliği, ürün mühendisliği ve imalat için ICT'lerde uzmanlaşmış teknoloji merkezi Tekniker ile İspanya'daki en büyük uygulamalı araştırma ve teknolojik geliştirme merkezi TECNALIA'ya ziyaretler düzenlenecek.
İspanya ve Avrupa'nın rüzgar enerjisi ekipman ihracatında merkez haline gelen Bilbao Limanı'na yapılacak ziyarette, şebekeye bağlı yüzer rüzgar santrali çözümlerinde ilk deneyimi temsil eden ve limana 2 megavatlık yüzer deniz üstü rüzgar kurulumları yapılmasını içeren DemoSATH projesi incelenecek.
WindEurope'ta Türkiye sunumu
Rüzgar enerjisi endüstrisinden sektör temsilcilerini ve akademisyenleri her yıl bir araya getiren ve bu yıl Bilbao'da düzenlenen WindEurope Konferansı'na da katılacak ekip, burada Türkiye'deki rüzgar enerjisi sanayisinin gelişimine ilişkin sunum yapacak.
Sektör temsilcileri WindEurope Konferansı kapsamında, "Rüzgar Enerjisi Uluslararası Eşleştirme Etkinliği"ne de katılarak, yabancı şirketlerle potansiyel iş birliği alanlarını ele alacak.
Sektör temsilcileri, Barcelona Şehir Konseyi ile bir araya gelerek kentlerin temiz enerji dönüşümünün desteklenmesi, ekonomik rekabet gücünün ve topraklarının yeniden dengelenmesi ve temiz enerji yatırımlarının teşvik edilmesi gibi konularda fikir alışverişinde bulunacak.
Son gün ise CEEC Katalan Enerji Verimliliği Kümelenmesi ile ESCI içinde Avrupa Küme Mükemmeliyeti Vakfına (EFCE) ziyaretlerde bulunulacak. İspanya'da temiz enerjide kümelenme faaliyetleri incelenerek bunların İzmir'e uygulanabilirliği tartışılacak.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/best-for-energy-ile-turkiye-ve-ispanyanin-temiz-enerjide-is-birligi-alanlari-arastirilacak/2555404 | 1,211 | 2,550 |
Beyşehir Gölü'nden 10 ton hayalet ağ çıkarıldı
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, "Beyşehir Gölü'nde toplam 683 dalış gerçekleştirdik, 35 kilometre uzunluğunda 10 bin kilogram ağırlığındaki hayalet ağı gölümüzden çıkardık." dedi.
Konya
Bakan Kurum, AA muhabirine, Bakanlık olarak insan hayatını tehdit eden çevre kirliliği, küresel ısınma, su kıtlığı, tarımsal ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi konuların üzerinde hassasiyetle durduklarını söyledi.
Beyşehir Gölü'nün Türkiye'nin doğal güzelliklerinden biri olduğunu belirten Kurum, gölü geleceğe en güzel haliyle taşımak için önemli adımlar attıklarını dile getirdi.
Kurum, bu kapsamda Beyşehir Gölü'nde 3 aşamalı proje yürüttüklerini ifade ederek, şöyle konuştu:
"Beyşehir Gölü dip çamuru ve hayalet balıkçılık ağlarının tespitine ilişkin izleme ve fizibilite projemizi 2019 yılında tamamladık. Buradaki sorunların tamamını tek tek yerinde tespit ettik. Akabinde Beyşehir Gölü'ndeki hayalet ağlar ve diğer kirleticilerin temizlenmesine yönelik koruma ve izleme faaliyetleri için Konya Büyükşehir Belediyemize ilk etapta 5 milyon lira hibe destek sağladık. Bu kapsamda Beyşehir Gölü'nde toplam 683 dalış gerçekleştirdik, 35 kilometre uzunluğunda 10 bin kilogram ağırlığındaki hayalet ağı gölümüzden çıkardık. İnşallah en kısa sürede de gölümüzü tamamen hayalet ağlardan arındırmış olacağız."
Temizlik çalışmaları hızla sürüyor
Göl temizliğinin 7 gün 24 saat esasına göre tüm hızıyla devam ettiğini vurgulayan Kurum, "Ekiplerimiz, Beyşehir Gölü'nü yeniden eski ihtişamına, güzelliğine kavuşturmak için gece gündüz demeden sahada çalışıyor. Yine gölümüzde su seviyesi, su kalitesi ve hava kalitesi ölçüm istasyonları kurduk. Böylece göldeki su seviyesi değişikliklerini, iklim değişikliği verilerini, hava kalitesi verilerini, suyun kalite özelliklerini anlık olarak izliyoruz." dedi.
Bakan Kurum, kuraklık nedeniyle göldeki su seviyesinin istenmeyen seviyelere düştüğünü, bu konuda da çalışmalar yürüttüklerini ve mevsimsel kot seviyesini yakından takip ettiklerini anlattı.
Bakanlık balık popülasyonunu arttırmak istiyor
Göldeki su seviyesinin korunması, kaçak su alımlarının önlenmesi ve tarımsal sulama teknikleri konularında eylem planları hazırlayarak hayata geçirdiklerini ifade eden Kurum, şunları kaydetti:
"Tekne sayıları ve balıkçılık faaliyetlerini araştırarak, sorunların çözümüne yönelik projelerle balık popülasyonunu artıracak çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Yine Beyşehir Gölümüzde yapılan inceleme ve araştırmalarda gerekli malzemelerin taşınmasında kullanılmak üzere bir katamaran, yani yük taşıma salı satın aldık. Bu katamaranı su seviyesi ve su kalitesi izleme istasyonları projesi kapsamında Beyşehir Gölümüzde ölçüm ve analiz çalışmalarında da kullanıyoruz. Bunun yanı sıra Huğlu ve Üzümlü'deki ileri biyolojik atık su arıtma tesislerimizi önümüzdeki aylarda tamamlayacağız. İnşallah bu tesislerimiz de faaliyete geçtiğinde Beyşehir Gölümüz artık daha da temiz olacak. Beyşehir Gölümüzde bu eşsiz doğal güzelliği korumak için ne gerekiyorsa yapıyoruz. Beyşehir Gölü'nü geleceğe en güzel ve en temiz haliyle taşıyacağız. Her zaman olduğu gibi bundan sonra da turizmin en önemli cazibe merkezlerinden biri olacak."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/beysehir-golunden-10-ton-hayalet-ag-cikarildi-/2485702 | 1,718 | 3,379 |
Bursa'daki 'çevre dostu' meslek lisesi okullara enerjiden tasarruf ettiriyor
Bursa'daki Yeşilyayla Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, proje çalışmaları kapsamında başka okulların enerji verimliği konusundaki ihtiyaçlarını karşılayarak bu alanda öncülük ediyor.
Bursa
Milli Eğitim Bakanlığının başlattığı "Çevre Dostu 1000 Okul Projesi" kapsamında seçilen Yıldırım ilçesindeki meslek lisesi 4 alanda 800 öğrencisiyle eğitim öğretime devam ediyor.
Kimya Teknolojileri Alanı diğer okulların iç ve dış cephe boyalarını üretiyor. Elektrik-Elektronik Teknolojileri Alanı enerji tasarrufu için okulların kompanzasyon panolarını (enerji güç katsayısını düzeltmek için kondansatör ve ölçü aletlerinin bulunduğu pano) yeniliyor. Bilişim Teknolojileri Alanı da Bursa Valiliği Enerji Yönetim Birimince yürütülen Enerji Verimliliği Portalı (EVeP16) kapsamında yazılım çalışmaları yapıyor.
Bursa'da tek olan Yenilenebilir Enerji Teknolojileri Alanı ise hem Yeşilyayla Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'ne hem de başka okulların çatılarına güneş enerjisi santrali kurmak amacıyla çalışma yürütüyor.
Okulun Müdür Yardımcısı Çetin Öztürk, AA muhabirine, meslek lisesinin "Çevre Dostu 1000 Okul Projesi"nde tüm alanlarıyla aktif çalıştığını söyledi.
Bu kapsamda 17 okulun iç ve dış cephe boyalarının, öğretmenler gözetiminde lisenin öğrencileri tarafından üretileceğini belirten Öztürk, "Aynı zamanda 17 okulun güneş enerjisi santralleri okulumuz tarafından kurulacak. Ayrıca okulların enerji verimliliğini artırmak için Elektrik-Elektronik Teknolojileri Alanı öğretmen ve öğrencileri tarafından bu okulların panoları yapılacak. Bu kapsamda oluşacak döner sermaye ile öğrencilerimize ücret verilecek ve okulumuzun bazı giderleri karşılanacak." dedi.
Öğrencilerin yerinde öğrenerek mezun olduktan sonra işletmelerde daha rahat uygulama yaptığını vurgulayan Öztürk, bu sayede büyük bir tecrübe kazandıklarını anlattı.
Projeyle hem okulun ihtiyaçlarının karşılandığını hem de başka eğitim kurumlarına destek sağlandığını dile getiren Öztürk, "Günümüzde enerji çok değerli ve pahalı. Enerji maliyetlerini düşürmek için bütün okullarımızda güneş enerjisi sistemlerini kuruyoruz. Ayrıca çatımıza da güneş enerji sistemi kuruyoruz. İlgili kurumlarla protokoller yaptık. Ürettiğimiz enerjiyi okulumuzda kullanacağız, fazla olan enerjiyi de satıp okula kazanç sağlayacağız." diye konuştu.
"Okullarımızın önünde elektrikli şarj istasyonları kuracağız"
Yenilenebilir Enerji Teknolojileri Alanı Şefi Hüseyin Şahin de yenilenebilir enerjinin önemine dikkati çekti.
Devletin bu alanda teşvikler verdiğini hatırlatan Şahin, şöyle devam etti:
"Artık ev kullanıcıları bile kendi çatılarına bu sistemleri kurdurmaya başladı. Bundan dolayı sektörde teknik eleman ihtiyacı çok fazla oluştu. Öğrencilerimize okullara güneş enerji santrali kurulurken deneyim kazanmalarını sağlıyoruz. Okuldan mezun olduktan sonra çok rahat bir şekilde bu sektör iş imkanına sahip oluyorlar. Okullara kurulacak güneş enerji santrallerinin montajını tamamen biz yapacağız. Bununla birlikte rüzgarı iyi olan okullarda özellikle dağ bölgelerindeki okullarda da rüzgar enerji sistemleri kurmayı düşünüyoruz. Bursa otomotivde öncü olduğu için okullarımızın önünde elektrikli şarj istasyonları kuracağız."
Elektrik-Elektronik Teknolojileri Alan Şefi Zeki Özgen, kurdukları kompanzasyon panolarıyla okulların şebekeden çektiği elektrik yükünü azaltarak enerji tasarrufu sağlamayı amaçladıklarını belirtti.
Bunun yanı sıra okulların aydınlatma sistemlerini led teknolojili ürünlerle değiştirdiklerini kaydeden Özgen, "Sadece aydınlatmadan yüzde 60-70 tasarruf etmiş olacağız. Kompanzasyon panosu takılan okullarda ise yaklaşık yüzde 20-25 daha az enerji çekiliyor." ifadesini kullandı.
Elektrik, su ve doğal gaz verileri EVeP16 portalıyla takip ediliyor
Kimya Teknolojileri Alan Şefi Sabri Yıldırım, Bursa'daki 17 okulun iç ve dış cephe duvar boyalarını üretecekleri bilgisini verdi.
Lisede genel temizlik ürünlerinin de üretildiğini aktaran Yıldırım, "Evsel temizlik ürünleri, sıvı sabun, yüzey temizleyici gibi ürünler üretiyoruz. Burada öğrencilerimiz yaparak, yaşayarak öğreniyor. Kimya bölümünde 200 öğrencimiz var. Hem kamu kuruluşlarına hem de özel sektöre ürünler üretebiliyoruz. Kapasitemiz oldukça iyi. Hedefimiz önce merkez ve ilçelerdeki okulların ihtiyaçlarını karşılamak, sonra bütün Türkiye'ye ürün göndermek isteriz." değerlendirmesinde bulundu.
Bilişim Teknolojileri öğretmeni Ayhan Ateş ise proje kapsamında İl Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı okul ve kurumların kullandığı EVeP16 ile ilgili alanda öğrencilere eğitimler verildiğini dile getirdi.
Portalla elektrik, su ve doğal gaz verilerinin online takip edilebildiğine değinen Ateş, şu bilgileri paylaştı:
"Okullarımız bu portalı aktif bir şekilde kullanıyor. Portalda okulların ve kurumların uzaktan sayaç okuması, fatura takibi gibi bilgiler yer alıyor. Bu kapsamda okul ve kurumların sayaçları mekanik sayaçlardan uzaktan okumalı sayaçlara değiştirildi. Bununla beraber veriler otomatik bir şekilde serverlara aktarılıyor. Portal aracılığıyla okul ve kurumlar verilere kolaylıkla ulaşabiliyor. Ayrıca raporlamalar ve veri analizleri yapılıyor. Buradaki bilişim bölümü öğrencileri de hem yazılım öğreniyor hem de sayaç değiştirilmesi gibi belli kısımlarında görev alıyorlar."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/bursadaki-cevre-dostu-meslek-lisesi-okullara-enerjiden-tasarruf-ettiriyor/2593905 | 2,675 | 5,445 |
'Çatıdaki suyu bile israf etmeyin' uyarısı
Meteoroloji Uzmanı Dr. Güven Özdemir, ülke genelinde geçen yıllara göre daha iyi yağış alındığını, barajların dolduğunu fakat susuzluk riskinin bahar aylarından sonra suyun dikkatli kullanılmaması durumunda oluşabileceğini kaydetti.
Ankara
Türkiye'de tarım sezonuna rastlayan 5 aylık dönemde (ekim-şubat) yağışlar uzun yıllar ortalaması (1991-2020) olan 313 milimetrenin altında kalsa da geçen yılın (su/tarım yılı) aynı dönemine göre yüzde 36 arttı.
AA muhabirinin, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün "2021-2022 Su Yılı 5 Aylık Alansal Kümülatif Yağış Raporu" verilerinden derlediği bilgilere göre, 2022 su/tarım yılının ilk 5 aylık döneminde 309,1 milimetre, 2021 su/tarım yılının aynı döneminde ise 227,8 milimetre yağış düştü.
Buna göre, Türkiye'de 2022 su/tarım yılı yağışları, uzun yıllar ortalamasını gerisinde kalırken, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 36 artış gösterdi.
Beş aylık kümülatif yağışlarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri normallerinin altında yağış alırken, en fazla azalma yüzde 42 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde gerçekleşti.
"Her bölge istenilen düzeyde yağış almadı"
İstanbul Aydın Üniversitesi Anadolu BİL Meslek Yüksekokulu Müdür Yardımcısı ve Meteoroloji Uzmanı Dr. Güven Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mart ayında Marmara ve Karadeniz Bölgesinin iyi yağış aldığını, İç Anadolu'nun büyük kısmı ve Konya Ovası'nda istenilen düzeyde yağış olmadığını söyledi.
Özdemir, "Ülke geneline bakıldığında, bu yıl yağış geçen yıllara göre çok iyi. Bu durum barajların doluluğuna da yansıyor. Bölgeler açısından bakıldığında her bölge aynı şekilde, istenilen düzeyde yağış almadı. Marmara Bölgesi, geçen yıla göre iyi yağış aldı ama Trakya, Kırklareli, Tekirdağ Bölgesi de gerekli yağışı alamadı. Marmara'nın İstanbul tarafı, Doğu Marmara gerekli yağışı bu kış alırken, İzmir, Muğla, Batı Akdeniz ve sahil kesimleri yeterli yağış alamadı." dedi.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde de tarım için istenilen yağışın gerçekleşmediğini belirten Özdemir, "Ülke genelinde nisan ve mayıs ayı yağışlı geçmezse maalesef kurak bir döneme giriyoruz gibi görünüyor. Bahar mevsiminde çölden gelen yükselici hava hareketleri ile sıcaklıklar görülecek, yağış olmazsa işimiz kötü." diye konuştu.
"Suyu idareli kullanmalıyız"
İstanbul'da barajların dolduğunu ancak taşma riskinin olmadığını anlatan Özdemir, 860 milyon metreküp kapasiteli barajlarda bugün 730 milyon metreküp suyun olduğunu söyledi.
Dr. Özdemir, ülkenin en fazla nüfusa sahip kenti İstanbul başta olmak üzere Türkiye genelinde bugün için susuzluk riskinin olmadığını fakat dikkat edilmezse kuraklıkla riskiyle karşı karşıya kalınabileceğini aktardı.
Özdemir, "İstanbul'un su harcaması çok fazla. 20 milyon civarında nüfus ve 5 milyona yakın araç var. Suyu idareli kullanmalıyız, yoksa su hızlı tükenir. Barajların etrafında yerleşim yerleri çoğaldı, ağaç azaldı. Kuraklığın her şartta devam ettiğini bilmemiz, bunun önlemini vatandaş olarak almamız ve suyu idareli kullanmamız lazım. Yağmur suyunu biriktirmeliyiz. Çatıdan akan bir damla suyu harcamamalı, su sarnıçları, depolarda biriktirmeli ve bu suları günlük ihtiyaçlarımızda, bahçelerde, araç yıkamada kullanmalıyız. Bu da bize baraj rezervi gibi olacak." ifadelerini kullandı.
Eskiden İstanbul'da evlerde su sarnıcı ve bahçelerinde kuyu olduğunu, çatıdan akan suların sarnıca dolduğunu ve bununla bahçede sebze meyve yetiştirildiğini dile getiren Özdemir, suyun idareli kullanılmasına yönelik şu önerilerde bulundu:
"Yeşil su, yeşil enerjiyi hayata geçirmemiz lazım. Büyük rezidans, yeni binalar ve eski apartmanlarda su sarnıçlarının olmasını şart koşmamız lazım. Yeşil alanlara yağan suyun geçirgenliğini artırarak, altına bir depo yapmamız lazım ki, o suyu bile kullanalım. Su stresimiz, su kıtlığı var. Örneğin, İstanbul'da bir insanın 1000 metreküp suya ihtiyacı var. 20 milyon nüfuslu İstanbul'da, 2,8 milyon metreküp su harcanıyor. Bu kullanım da yaz gelince artacaktır. Türkiye'de şu an susuzluk riski yok. Bu kış, diğer yıllara bakıldığında yağışlı geçti ama çok su harcıyoruz. Tarım alanlarında içme suyunu kullanıyoruz. 6 yeraltı barajı yapıldı, bunu çok idareli kullanmalıyız. Tarımda artık damla sulama yapmalıyız."
Türkiye'de su/tarım yılı yağışları, her sene 1 Ekim'den başlanarak, 30 Eylül'e kadar 12 ay boyunca Meteoroloji Genel Müdürlüğünce takip edilerek hesaplanıyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/catidaki-suyu-bile-israf-etmeyin-uyarisi/2545507 | 2,311 | 4,531 |
Hakkari'deki Türkiye'nin en büyük vadi buzulu küresel ısınma nedeniyle eriyor
Hakkari'de, Türkiye'nin en yüksek ikinci zirvesi olan Uludurok'un yer aldığı Cilo Dağları'ndaki buzulların, iklim değişikliği ve hava şartları nedeniyle gittikçe küçüldüğü gözlendi.
Hakkari
Cumhurbaşkanı kararı ile "Milli Park" ilan edilen Hakkari ve Yüksekova arasındaki Cilo Dağları'nın eteklerindeki Türkiye'nin en büyük vadi buzulunda küresel ısınma nedeniyle yaşanan değişim dikkati çekiyor.
Son yıllarda yerli ve yabancı doğaseverlerin uğrak noktası haline gelen buzuldaki erime bölgeyi ziyaret eden bilim insanları tarafından kayıt altına alınıyor.
Bu kapsamda kente gelen Türk Coğrafya Kurumu üyelerinden oluşan bir grup öğretmen, buzulların olduğu alanda incelemelerde bulundu, yaşanan değişimi gözlemledi.
Geçen ay da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi ve Türk Coğrafya Kurumu Başkanı Doç. Dr. Ahmet Ertek başkanlığında kent merkezi ve Yüksekova ilçesinin farklı bölgelerinde 5 günlük arazi çalışması yürüten öğretmenler, elde ettikleri bulguları rapor haline getirerek üyesi oldukları kuruma sunacak.
"Böyle bir buzul Türkiye'nin hiçbir yerinde yok"
Türk Coğrafya Kurumu üyesi Engin Ulus, AA muhabirine, geçen ay da bölgeye geldiklerini ve buzulların o günden bu yana daha çok eridiğini söyledi.
Buzullardaki çatlakların genişlediğini ve şelalenin dibindeki büyük buz kütlesinin tamamen eridiğini gözlemlediklerini belirten Ulus, şunları kaydetti:
"Bu bizim için üzücü bir durum. Bu coğrafya muazzam. Dünyanın birçok bölgesinde böyle bir dağ sırası yok. Arıcılık hayvancılık bir kenara, ekoturizm buranın ekonomisine büyük bir ivme kazandırabilir. Bunu değerlendirmek lazım. Böyle bir buzul Türkiye'nin hiçbir bölgesinde yok. Türkiye'nin en büyük vadi buzulu. İnsanlar buzulları görmek için Antarktika'ya, İzlanda'ya, Patagonya'ya gidiyor. Ülkemizde uçakla iki saatte gelip buzulları görmek mümkün."
"Buzullarda gözle görülebilen çok hızlı bir erime var"
Öğretmenlerden Gazi Kotan ise bölgeye tekrar gelerek incelemelerde bulunduklarını ifade ederek, "Çok büyük çatlaklar oluşmuş. Buzullarda gözle görülebilen çok hızlı bir erime var. İklim değişikliğinin etkilerini burada bariz şekilde görebiliyoruz. İklim değişikliğinin birçok şeye etkisi var. Kuraklık, yağış rejimlerinin değişmesi, aşırı yağışlar. Kastamonu'da gördüğümüz gibi ya da orman yangınlarının artması. Bunların ekolojiye de etkisi oluyor. Buzullar da bunun somut gözlemini yapabiliyoruz. Burası önemli bir alan. Görülmesi gereken yerler." diye konuştu.
Büşra Körpe de buzulu ilk defa gördüğünü dile getirerek, "Umarım gelecek nesiller de burayı görebilir. Ama buzulların önümüzdeki 20, belki de 50 yıllık süreçte tamamen yok olma tehlikesiyle bile karşı karşıya kaldığını söyleyebiliriz." dedi.
Gruba rehberlik eden doğasever Emin Noyan da yerli ve yabancı turistlerin bölgeye ilgi gösterdiğini söyleyerek, buzulların erimesinden üzüntü duyduklarını, herkesin çevreye duyarlı davranması gerektiğini ifade etti.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/hakkarideki-turkiyenin-en-buyuk-vadi-buzulu-kuresel-isinma-nedeniyle-eriyor/2341168 | 1,589 | 3,167 |
Hatay'da izleme ve koruma çalışmaları deniz kaplumbağası yuvalarını artırdı
Nesli tükenme tehlikesi altındaki yeşil deniz kaplumbağalarının önemli üreme alanlarından Hatay'ın Samandağ ilçesindeki kumsallarda geçen yıl 1700 civarında olan yuva sayısı, bu sene koruma ve izleme çalışmalarıyla 2 bine yükseldi.
Hatay
Samandağ sahilinde yumurtalarından çıkan yavrular, Akdeniz'in mavi sularıyla buluşmaya başladı.
Sahilde deniz kaplumbağalarının izlenmesi ve korumasına yönelik gönüllü çalışma yürüten üniversite öğrencileri, erken saatlerde kumsalların yolunu tutuyor.
Yuvaların kontrollerini ve incelemesini yapan öğrenciler, çeşitli nedenlerle yuvadan çıkamayan yavruların denize ulaşmasını da sağlıyor.
"Gittikçe popülasyonları artıyor"
Samandağ Çevre Koruma ve Turizm Derneği Başkanı Mişel Atik, AA muhabirine, yaklaşık 14 kilometrelik Samandağ kumsalının Türkiye'de özellikle yeşil deniz kaplumbağalarının popülasyonu açısından çok önemli olduğunu söyledi.
Deniz kaplumbağalarının mayısta başlayan yuvalamalarının devam ettiğini belirten Atik, aynı zamanda bu dönemde yavruların yumurtadan çıkmaya başladığını dile getirdi.
Atik, bu yılki yeşil deniz kaplumbağası yuva sayısının önceki senelere göre daha yüksek olduğunu belirlediklerini ifade ederek, "Geçen sene 1700 civarında yuvamız vardı ve bu yuvalardan 170 bin yavru çıkışımız gerçekleşti. Bu sene 2 bin yuvadan 200 bine yakın yavru çıkışı bekliyoruz. Gittikçe popülasyonları artıyor." diye konuştu.
Son 5 yılda yeşil deniz kaplumbağalarının yuva ve yavru çıkışlarında artış gözlemlendiğini anlatan Atik, bunun sevindirici olduğunu söyledi.
"İzleme ve koruma çalışmaları yuva ve yavru sayısını artırdı"
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biyoloji Bölümü yüksek lisans öğrencisi Emre Sandık, 2 yıldır Samandağ sahilinde deniz kaplumbağalarının izlenmesi ve korunmasına yönelik gönüllü çalışmalara katıldığını ifade etti.
Yavruların sağlıklı şekilde denizle buluşmasını sağlamak için çaba gösterdiklerini belirten Sandık, şunları kaydetti:
"Yuvalarda bulunan yumurtaların kuluçka süresi yaklaşık 55 gün. Bu sürenin ardından yavru çıkışı gözlemlenmektedir. Bizler yuvaları koruduğumuz gibi aynı zamanda yavruları da korumak durumundayız. Çevredeki ışıklardan dolayı yavru kaplumbağalar denize değil farklı yerlere yönelmektedir. Bu yavruları ait oldukları denize ulaştırmaya çalışıyoruz. Yavruların yuvadan çıkışından sonra o yuvayı artık açıyoruz. Yumurta kabuğu ve yumurta sayımı yapıyoruz. Yuvanın çap ve derinlik ölçüsünü alıyoruz. Bunlar bize hem bilimsel bir veri hem de yavruların tahmini popülasyonu hakkında bilgi veriyor. Yumurtadan çıkamayan yavrularla ilgili de neden gelişmediği hakkında bilgi ediniyoruz."
Sandık, ekim ayına kadar yuvalardan yavru çıkışının sürmesini beklediklerini sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/hatayda-izleme-ve-koruma-calismalari-deniz-kaplumbagasi-yuvalarini-artirdi/2658835 | 1,495 | 2,937 |
Ankara
NDTV'nin haberine göre, Hindistan Başbakanı Narendra Modi, İskoçya'nın Glasgow kentinde gerçekleştirilen 26. Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı'nda (COP26) konuştu.
Modi, Hindistan'ın 2030'a kadar fosil olmayan enerji kapasitesinin 500 GW'a ulaşacağına işaret ederek, "net sıfır" karbon emisyonu hedefini ise 2070'de gerçekleştirmeyi amaçladıklarını söyledi.
Hindistan'ın 2030'a kadar enerji ihtiyacının yüzde 50'sini yenilenebilir enerjiden karşılayacağını vurgulayan Modi, "Öngörülen toplam karbon emisyonları 2030'a kadar 1 milyar ton azalacak." dedi.
Modi, Hindistan ekonomisinin karbon yoğunluğunu 2030'a kadar yüzde 45'in altına indireceğini dile getirerek, 2070'de "net sıfır" hedefine ulaşacaklarını kaydetti.
Net sıfır emisyon, insan faaliyeti nedeniyle atmosfere salınan karbondioksit, metan, azot gibi gazların miktarının yeryüzü tarafından doğal olarak emilen sera gazı miktarıyla dengelenmesi ve karbon nötr olması anlamına geliyor.
"Net sıfır emisyon" kavramı ilk olarak 2015'te imzalanan Paris Anlaşması'nda kullanılırken, bu kapsamda küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için verilen taahhütler kapsamında net sıfır emisyona ulaşmayı hedefleyen ülke sayısı giderek artış gösterdi. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/hindistan-net-sifir-karbon-emisyonu-hedefine-2070de-ulasmayi-planliyor/2409215 | 592 | 1,240 |
İklim krizi ve sıra dışı hava olayları leyleklerin göçünü aksatabiliyor
Biyoçeşitlilik Çalışmaları Derneği Başkanı ve kuş bilimci Özmen Yeltekin, leyleklerin göç esnasında yakalandıkları sıra dışı hava olaylarının göçü aksatabildiğini belirtti.
Edirne
Yeltekin, AA muhabirine, hava şartlarının leyleklerin göçünde önemli bir yer tuttuğunu söyledi.
İklim kriziyle birlikte hava olaylarında da değişiklikler görüldüğünü belirten Yeltekin, şöyle devam etti:
"Yağmur yağıyorsa eğer çok kuvvetli yağıyor, sel şeklinde. Fırtına ve rüzgar çok hızlı esiyor, tahribat gücü yüksek fırtınalar görüyoruz. Yine dolu yağışlarını çok yoğun görüyoruz, gözlemliyoruz. Bazen halkın da söylediği şekilde kışın geç gelmesi ya da baharın geç gelmesi leylek göçünü olumsuz etkileyebiliyor. Leyleklerin göç esnasında yakalandıkları bu ekstrem hava olayları göçü de aksatıyor."
Yeltekin, böyle durumlarda leyleklerin mola vermek ve dinlenmek durumunda kaldıklarını, göçün kesildiğini dile getirdi.
"Göç yolu üzerindeki her değişim leylekleri etkiliyor"
Bunun iklim krizinin leylekler üzerinde gözlemlenen bir etkisi olduğunu ifade eden Yeltekin, şunları kaydetti:
"Göç güzergahlarını değiştirmiyorlar, kısaltmıyorlar. Çok geleneksel konaklama noktaları var ve geleneksel olarak izledikleri bir yol var. Dolayısıyla bu yolu katetmek zorundalar. O yüzden o yol üzerindeki her değişim leylekleri olumlu ya da olumsuz etkileyebiliyor. Özellikle göç dönemindeki hava değişimleri, iklim üzerinde yaşanan değişimler çok önemli."
Yeltekin, leyleklerin sulak alanlar ve tarım arazileri etrafında çeşitli sürüngenler, amfibiler ve küçük kuşlarla beslendiklerini belirtti.
Leyleklerin beslendiği alanların temizliğinin, sağlıklı leylek popülasyonları anlamına geldiğini söyleyen Yeltekin, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Burada kullanılan zirai tarım ilaçlarının özellikle toprağı ve etrafta yaşayan canlıları kötü etkilemesi, leylekleri de kötü etkiliyor, doğal olarak leyleklerin sağlıklı bir diyete sahip olmasını engelliyor. Bu tarz zehirlenme durumları görüyoruz ve yaşıyoruz. Hem yavru büyüttükleri dönemde hem de göç döneminde oldukça yaralı leylek vakasıyla karşılaşabiliyoruz. Bunlar genellikle elektrik çarpması, zehirlenme ve araç çarpması oluyor. Birçok çeşitli etken var. Yaralı bir leylek bulduğunuzda en yakın Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğüne iletip gerekli bakım ve rehabilitasyonun yapılmasını sağlayabilirsiniz."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/iklim-krizi-ve-sira-disi-hava-olaylari-leyleklerin-gocunu-aksatabiliyor/2564994 | 1,309 | 2,574 |
İnsan kanında plastik görülmesi ne anlama geliyor?
Prof. Dr. Vethaak, "Yüksek miktarda plastik partiküller evlerde, özellikle ev tozunda görülüyor. Bu nedenle mikroplastiklerin yiyecek ve içecekler üzerinde birikmesinin önüne geçilmesi kritik önemde" dedi.
İstanbul
İnsanlar, endişe verici miktarlarda plastik yiyor, içiyor ve soluyor. Denizin dibinde de bir dağın tepesinde de plastik var. Hava, yiyecek ve içecekler ile kişisel bakım ürünleri yoluyla yutulan bu plastikler vücuda yerleşebiliyor.
Çevreye de zararlı oldukları bilinen mikroplastiklerin insan vücudu ve sağlığı üzerindeki etkisi hakkında ise halen çok az şey biliniyor.
Dışkı ve bebek plasentasının ardından Amsterdam Vrije Üniversitesinden bilim insanları, insanlar üzerinde yürüttükleri araştırmada, deneklerin yüzde 77'sinin kanında mikroplastik buldu.
Plastik atıkların azaltılmasıyla ilgili çalışmalar yapan İngiltere merkezli Common Seas kuruluşunun yaptırdığı araştırma, Environment International adlı akademik dergide de yayımlandı.
AA muhabirinin detaylarına ulaştığı araştırma, dünyada plastik partiküller için kan testi yapan ilk çalışma olma özelliğini taşıyor.
Kan örneklerinin yarısında PET plastiğe rastlandı
Araştırmacılar, tamamı sağlıklı yetişkin 22 bağışçıdan alınan kan örneklerini analiz etti ve deneklerin 17'sinin kanında ölçülebilir miktarda plastik parçacıklar bulundu.
Çalışmada, kan örneklerinin yarısında içecek şişeler, gıda ambalajları ve giysi üretiminde yaygın kullanılan PET plastik, üçte birinde gıda ve ev ürünlerinin paketlenmesinde kullanılan polistiren, dörtte birinde de plastik poşet yapımında kullanılan polietilene rastlandı.
Bu yeni bulgular, plastiğin sağlık üzerindeki etkisinin daha da ciddi olduğunu ortaya koydu.
Bilim insanları, plastik parçacıkların kan dolaşımı yoluyla organlara taşınabileceğini ve iltihaplanmaya neden olabileceğini vurguluyor. Önümüzdeki 20 yıl içinde plastik üretiminin yeni plastiklere yatırılacağı tahmin edilen 2,3 trilyon dolar ile ikiye katlanmasından duydukları endişeyi dile getiriyorlar.
Organlara dağılabileceği değerlendiriliyor
Konuyla ilgili AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Amsterdam Vrije Üniversitesinden Su Kalitesi ve Sağlığı biriminde çalışan Ekotoksikolog Prof. Dr. Dick Vethaak, 10 kişiden 8'inin kanında plastik bulunmasının ne anlama geldiğini değerlendirdi.
Vethaak, daha önce suda yaşayan birçok canlının vücudunda mikroplastiğe rastlandığını söyledi.
İnsanlardaki durumun gözlendiği bu öncü araştırmada ise ilk kez kanda plastik parçacıklar tespit edildiğini hatırlatan Vethaak, gündelik ortamlarda maruz kalınan ve kan dolaşımında görülen plastik parçacıkların organlara dağılabileceğini belirtti.
Hastalıkları tetikler mi?
Bu durumun sağlık üzerindeki etkisinin henüz bilinmediğine işaret eden Vethaak, plastiğin hastalıklara sebep olacak ya da etki edecek seviyelerde olup olmadığı, vücutta nereye gittiği, sistemden atıldığı mı yoksa doku ve organlarda birikip tutunduğu mu gibi cevaplanması gereken temel sorular olduğunu anlattı.
Plastiklerin kan-beyin bariyerini geçip geçemediği de araştırılan bir başka konu.
Dick Vethaak'a göre, plastik parçacıkları havadan da insan vücuduna girebiliyor. Hava kirliliğinin her yıl dünya çapında milyonlarca insanın hayatına mal olduğu göz önünde bulundurulduğunda plastiğin kronik hastalıklara etkisi olduğu söylenebilir. Ancak bunun üzerinde daha fazla çalışmaya ihtiyaç var.
"Plastik sistemde sıkışabildiği gibi vücuttan atılabilir de"
Mikroplastiklerin vücuttan atılıp atılamayacağıyla ilgili soruları da yanıtlayan Vethaak, "Plastik, idrar ve dışkı yoluyla vücuttan atılabildiği gibi bir yerde tutunuyor, sistemin bir yerinde sıkışıp kalıyor da olabilir. Örneğin beyinde birikme gibi..." diye konuştu.
Çok küçük yani nano plastiklerin kan-beyin bariyerini geçebileceklerinin deneysel çalışmalardan öğrenildiğini anlatan Vethaak, beyindeki bu çok ince parçacıkların insanlarda DNA'ya zarar vererek kansere yol açabildiğini, alzheimer, parkinson gibi beyinle ilgili nörodejeneratif hastalıklarla ilişkili olduğunun da bilindiğini aktardı.
Evlerde toza ve yiyeceklere dikkat
Vethaak, plastiklerin vücuda girmesinden en çok kimlerin etkilendiğiyle ilgili sorulara karşılık ise tekstil örneğini verdi. Buna göre, tekstil endüstrisindeki işçiler çok yüksek miktarda plastik tozuna sürekli maruz kaldıkları için akciğer hastalıkları ve kanser gibi vakaların sık görüldüğü grupların başında geliyor.
Daha savunmasız bir durumun evlerde karşımıza çıktığına işaret eden Vethaak, "En yüksek mikroplastik konsantrasyonlarının nerede bulunduğuna bakacak olursak, yüksek miktarda plastik partiküller evlerde, özellikle ev tozunda görülüyor. Bu nedenle mikroplastiklerin yiyecek ve içecekler üzerinde birikmesinin önüne geçilmesi kritik önemde." dedi.
"Özellikle bebeklerin korunması gerekiyor"
Ev söz konusu olduğunda çocuklarla özellikle yeni doğan bebeklerle ilgili bir tehlikeye de atıfta bulunan Vethaak, şöyle devam etti:
"Bebeklerin dışkısında yetişkinlerinkinden 10 kat daha fazla plastik parçacık olduğunu gösteren bir araştırmayı inceledim. Belki bu bebekler evlerde plastiğe daha çok maruz kalıyor, hatta muhtemelen öyleler çünkü yerde büyüyorlar, tozu yiyorlar, belki de plastik biberonlardan besleniyorlar. Ya da örneğin sentetik plastikten yapılmış oyuncakları çiğneyebilirler. Bunu önlemeye çalışabilir, evinizi havalandırarak bu maruziyeti azaltabilirsiniz. Çocuklarınıza çiğnemeleri için bu tür sentetik malzemeler vermeyin. Ve başka iyi bir şey, yemeğinizi örtmek. Yiyecek ve içeceklerinizi mutfak masasında saatlerce açık bırakmayın.”
Araştırmada anlamlı bir ilerleme için 5 ila 10 yıl gerektiğini ekleyen Profesör Vethaak, "Kanda baktığımız ilk çalışma ancak donör sayısı hala sınırlı; 22 ve örneklem büyüklüğünü artırmamız gerekiyor. Ayrıca yöntemin hassasiyetini de artırmalıyız. Tabii polimerlerin sayısını da… Çünkü bu çalışma, günlük hayatımızda kullandığımız plastiklerin deyim yerindeyse sadece beş yaygın olanından bahsediyor” dedi.
"Mikroplastikler boyutları nedeniyle dokulara sirayet edebiliyor"
Araştırmayı değerlendiren Beyin Sağlığı ve Hasta Derneği (BEYİNDER) Onur Başkanı Prof. Dr. Ahmet Taşkın Duman, kana geçebilen mikroplastiklerin insan vücuduna nasıl bir tahribat verdiğinin henüz yeterince belirlenmediğini söyledi.
Duman, şöyle devam etti:
"Hayvanlarda mikroplastiklerin 'kan-beyin bariyeri' dediğimiz beyin için koruyucu olan sistemi geçerek beyin dokusuna ulaşabildikleri gösterildi. İnsanda da beyin ve sinir dokusu üzerinde olumsuz etkilerinin olabileceğini düşündüren kanıtlar var. Bu konular nispeten yeni gündeme gelen konular olduğu için henüz uzun zamandaki etkilerine ilişkin yeterince araştırma yok. Ayrıca bazı deneylerin insanlar üzerinde yapılmasının mümkün olmadığı da bir gerçek. Elimizdeki bilgi ve verilere göre değerlendirerek bir görüş oluşturmak gerekirse mikroplastikler, doku ve hücreler için en azından yabancı madde, ayrıca tabii ki kimyasal ve fiziksel etkileri var."
Birçok sağlık probleminin günümüzde geçmişe göre çok daha yoğun olarak görüldüğünü aktaran Duman, "Bunlarda çevresel faktörlerin de etkisi olduğunu düşündüren birçok kanıt var. Bu önemli çalışma ile kanımıza bile girebildiklerini görmüş olduk. Oysa daha önce kana karışmalarının mümkün olamayacağı ifade ediliyordu. Mikroplastikler boyutları nedeniyle dokulara sirayet edebiliyorlar. Sağlıklı yaşamak, sağlıklı beslenmek, hareketli olmak, zararlılardan uzak durmak, her yönden yaşam önceliklerimiz arasında olmalıdır." ifadelerini kullandı.
"En sık karaciğer, böbrekler, kalp, sinir ve üreme sistemi etkileniyor"
Medipol Mega Üniversite Hastanesi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilal Boztosun ise "Şu anda mevcut olan tek veri, farelerin veya sıçanların çok miktarda mikroplastikle beslendiği ve olumsuz sonuçlar gösterdiği laboratuvar denemelerinden elde edildi. Araştırmalara göre mikroplastikler, ince bağırsakta iltihabı teşvik ediyor, doğurganlığı ve yavruları etkiliyor." diye konuştu.
Araştırmaların, metabolik rahatsızlık, sinir sistemi üzerine toksik ve kanserojen etkiler için mikroplastiklerin potansiyel olduğunu gösterdiğini dile getiren Boztosun, şunları kaydetti:
"Mikroplastiklerin hormon sistemini etkileyebildiği, böylece normal hormon işlevine müdahale ettiği ve potansiyel olarak kilo alımına neden olduğu gösterilmiştir. Önceki araştırmalar suyumuzda, havamızda ve hatta yiyeceğimizde mikroplastikler buldu. Yani kan dolaşımımıza girmesi an meselesiydi. Son çalışmada ise maalesef kanda da mikroplastiklerin bulunduğu gösterildi. Tüm bunların uzun vadede sağlığımız için tam olarak ne anlama geldiği ise tam olarak net değildir. Mikroplastiklerin içinde bulunan Bisfenol A (BPA), ev ürünleri ve gıda ambalajları yapmak için kullanılan, yutulduğunda veya solunduğunda insan sağlığına zarar verebilecek endokrin bozucular olduğu kanıtlanmıştır. En sık etkilenen iç organlar karaciğer, böbrekler, kalp, sinir sistemi (beyin dahil) ve üreme sistemidir." | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/insan-kaninda-plastik-gorulmesi-ne-anlama-geliyor/2552205 | 4,373 | 8,912 |
İstanbul'da, Karadeniz'de deniz kirliliğiyle mücadele pilot proje toplantısı yapıldı
KEİ Uluslararası Daimi Temsilcisi Comanescu "Karadeniz'de Deniz Kirliliği ile Mücadele İçin Pilot Yenilikçi Çözümler" projesinin, Karadeniz'de deniz kirliliği ve deniz atıklarının azaltılması noktasında yenilikçi çözümler sunduğunu söyledi.
İstanbul
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) Uluslararası Daimi Temsilcisi Lazar Comanescu, "Karadeniz'de Deniz Kirliliği ile Mücadele İçin Pilot Yenilikçi Çözümler" projesinin, Karadeniz'de deniz kirliliği ve deniz atıklarının azaltılması noktasında üye ülke ve ilgili kurumlara yenilikçi çözümler sunduğunu söyledi.
Proje kapsamında Boğaziçi Kültür ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen toplantıya, ABD'nin İstanbul Başkonsolosu Daria Darnell, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) Uluslararası Daimi Temsilcisi Lazar Comanescu, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç ve ilkokul öğrencileri katıldı.
Comanescu, Karadeniz'de deniz kirliliğinin önlenmesi için yenilikçi çözümlere dair bu pilot proje kapsamında şimdiye kadar yürütülen çalışmalar içinde yer almaktan büyük bir kıvanç duyduklarını belirtti.
Projenin Ocak 2021'de başladığını ve AB Komisyonu tarafından finanse edildiğini aktaran Comanescu,"Projenin amacı, Karadeniz'de deniz kirliliği ve deniz atıklarının azaltılması ve etkin şekilde ele alınması konusunda bölgesel diyaloğa katkıda bulunurken aynı zamanda ilgili kurumlarla yenilikçi çözümler aramaktır." diye konuştu.
Bugünkü etkinliğin, deniz kirliliği, plastik atık ve terk edilmiş balık ağlarının geri dönüşümü konusunda üye devletlerin genç kuşakları bilinçlendirmesine yönelik kampanyalarının bir parçası olduğunu ifade eden Comanescu, şu bilgileri paylaştı:
"Proje kapsamında Türkçe ve İngilizce olarak eğitici, bilgilendirici bir okul seti oluşturduk ve bunu tüm ilgili KEİ üye ülkeleri ile paylaşmaya hazırız. Kit bir kitap, bir günlük, bir geri dönüştürülmüş çanta, bir iğne ve bir çıkartma içermektedir. 'ATTO ve temiz deniz' projesinin amaçları doğrultusunda oluşturulmuş benzersiz bir hikayedir."
"Boğaz'ın keyfini çıkarmak İstanbul'da yaşamakla eş anlamlıdır"
ABD'nin İstanbul Başkonsolosu Darnell ise KEİ'nin denizlerin korunmasına yönelik katkılarından dolayı teşekkür etti.
Bu çalışmaların çocukların bilinçlendirilmesi konusunda önemli bir kilometre taşı olduğunu vurgulayan Darnell, "ABD'nin bu girişime fon sağlamasından büyük gurur duyuyorum. Ayrıca partnerlerimize sergiledikleri kararlılıktan dolayı da teşekkür ediyorum." dedi.
Boğaz'ı temizleme çalışmalarına ilişkin Darnell, şunları söyledi:
"Boğaz'ın keyfini çıkarmak İstanbul'da yaşamakla eş anlamlıdır. Boğaz'ı temizleme çalışmalarına katkıda bulunmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Deniz kirliliğinin yol açabileceği hasarın bilincindeyiz. Bu nedenle ABD hem yurt içinde denizlerdeki çöplerin önlenmesi ve azaltılması hem de diğer ülkelerin atık yönetimi çalışmalarına destek vermektedir. Ayrıca, okyanuslarda plastik sorunun azaltacak araştırmaları desteklemektedir."
Darnell, çevreyi korumaya yönelik yerel ortaklıklar kurduklarını kaydederek, 7. Okyanuslar Konferansı'na ev sahipliği yapacakları bilgisini paylaştı.
"Deniz ve okyanuslarda yaklaşık 100 ila 150 milyon ton plastik çöp yüzüyor"
Sarıyer Belediye Başkanı Genç de gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakmak için bu projeye paydaş olduklarını belirtti.
Doğanın tüm su kaynaklarını korumak zorunda olduklarını ifade eden Genç, "Bunu gerçekleştirmenin yolu da sürdürülebilirlik kriterlerinin yaşamın her alanında uygulamaya koymaktan geçiyor. Aşırı avlanma tutkusu ile denizleri kurutuyoruz. Okyanuslarda ve denizlerde 100 ila 150 milyon ton plastik çöpün yüzdüğü tahmin ediliyor." diye konuştu.
Genç, denizlerdeki kirliliğinin önüne geçilmemesi durumunda canlı yaşamının tamamen kaybedileceğine dikkat çekti.
Karadeniz'deki ekosistemin tahribatını önlemek için ellerinden gelen katkıyı sağlayacaklarını dile getiren Genç, denize kıyısı olan tüm yerel yönetimleri bu tür projeleri başlatmaya davet etti.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/istanbulda-karadenizde-deniz-kirliligiyle-mucadele-pilot-proje-toplantisi-yapildi/2477734 | 2,050 | 4,155 |
Kocaeli'de kum zambakları çiçek açmaya başladı
Kocaeli'nin Kandıra ilçesindeki Uzunkum sahilinde çıkan kum zambakları sahilleri süslemeye başladı.
Kocaeli
Dünyada nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bildirilen, koparılması ve yurtdışına götürülmesi yasak olan bir endemik bitki türü olan kum zambakları Kandıra'nın Çamkonak Mahallesi Uzunkum sahilinde çiçek açtı.
Genellikle Akdeniz ikliminde yetişen, Karadeniz sahillerinde de rastlanan ve Uluslararası Doğa Koruma Birliği tarafından koruma altına alınan kum zambaklarını koparmanın cezası 120 bin liraya kadar çıkıyor.
Çamkonak Mahallesi Muhtarı Hasan Ekrem, AA muhabirine, kum zambaklarının bilinçli şekilde korunduğunda daha fazla alanı süsleyeceğini söyledi.
Kum zambağını korumak için insanların bilinçlendirilmeleri gerektiğini ifade eden Ekrem, "Bu mevsimde açıyorlar. Temmuz ortasından Eylül'e kadar açmaları devam ediyor. Kokusu, güzelliği ile harika bir bitki. Koruma altında olan bir bitki. İnsanların bu bilince ulaşmalarını istiyoruz. Zarar vermeden gelip burada görsünler fotoğraflarını çeksinler. Buranın, etrafının çitle çevrilip koruma altına alınmasını, yaşatılmasını ve tanıtılmasını istiyoruz." dedi.
Kum zambaklarının boyu yaklaşık 40-45 cm uzunluğa ulaşabiliyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/kocaelide-kum-zambaklari-cicek-acmaya-basladi/2639048 | 705 | 1,414 |
Konya
Konya Ovası'nda yer altında zamanla eriyen kalker taşlarının boşluk oluşturması ve zeminin çökmesiyle oluşan obruk sayısının yıllar içerisinde hızlı artışı, tedirginliğe neden oluyor.
Yer altı sularının etkin kullanımı obruk oluşumunu hızlandırırken, bölgede çalışma yürüten uzmanlar, bugüne kadar derinliği 1 metrenin üzerinde toplam 702 obruk tespit etti.
1920'lerden 2000'li yılların başlarına kadar yıllık 1-2 obruk oluşumunun görüldüğü bölgede 2010'da 17 obruk meydana gelirken, 2020'de bu rakam 43'e yükseldi.
1920 ile 2009 yıllarında ise toplam 95 obruk oluştu. Geçen yıl hariç son 10 yılda ise (2010-2020) farklı çap ve büyüklükte 309 obruk görüldü.
2020'de 94 bilinmeyen ve daha önce oluşan yeni obruk tespit edilirken, geçen yıl daha önce oluşan ancak literatürde olmayan 1742 obruk belirlendi. Böylece geçmişten günümüze tespit edilen obruk sayısı 2 bin 240 oldu.
"Geçmişte 20 yılda bir obruk oluşurken şimdi bu sayı yılda 30-40'a çıktı"
Konya Teknik Üniversitesi (KTÜN) Obruk Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Fetullah Arık, AA muhabirine, geçmişte oluşan obrukların tarihlendirilmesinin zor olduğunu söyledi.
Yöre halkı ile görüşmelerde ve DSİ ile AFAD başta olmak üzere bölgede yapılan çalışmalarda önemli veriler elde edildiğini anlatan Arık, "1990'lı yıllarda yılda birkaç seviyesinde obruk 2000'li yıllarda 5-6 seviyesinde. 2010'dan sonra sürekli artan bir seyir izliyor. 2015'ten sonra 40'lı sayılarda obruk oluşumu gerçekleşti. Geçmişte 20 yılda bir obruk oluşurken şimdi bu sayı yılda 30-40'a çıktı. Bu da son yıllarda obruk sayısının giderek arttığını gösteriyor." diye konuştu.
Konya Kapalı Havzası'nda toplam obruk sayısı: 2240
Arık, obrukları sığ ve derin nitelikte olmak üzere ikiye ayırdıklarına işaret ederek, "Geçtiğimiz yıl sadece Karapınar'da 500 civarında obruk tespit edilmişti. Yürüttüğümüz çalışmalarda Konya genelinde tespit edilen toplam obruk sayısı 2240. Bunlardan 702'si kuyu şeklinde görmeye alıştığımız derin obruklar. Büyük kısmı sığ obruklar yani 1 metre derinlikteki değişken çaplardaki obruklar. Karapınar'ın yanı sıra obruk oluşumları Karatay, Çumra, Selçuklu, Ereğli, Halkapınar ve Emirgazi ilçelerinde de görülüyor." ifadelerini kullandı.
Birincil önlem, yer altı suyunun kontrollü kullanılması
Arık, yer altı sularının kontrolsüz kullanımı ve buna bağlı olarak su seviyesindeki düşüşün obrukların oluşumunu da hızlandırdığını belirterek, şöyle konuştu:
"Son yıllarda obruk oluşumlarının giderek artmasının en temel nedeni aşırı ve kontrolsüz su kullanımı. Şu aşamada belki de daha kalıcı olarak ortaya koyabileceğimiz en önemli önlem, yer altı suyunun kontrollü kullanılması. Çünkü havza içerisinde hem çok fazla hem de kontrolsüz bir şekilde tüketiliyor. Yıllar içerisinde yer altı su seviyesindeki düşümler giderek artan seyir izliyor. Yer altı seviyesindeki düşüş aynı zamanda obruk sayısındaki artış da demek. 2000'li yıllara kadar santimetrelerle ifade ettiğimiz yer altı suyu düşümleri, 2015'ten sonra bir metre seviyesinde. Geçen yıl bazı gözlem kuyularındaki düşüm 20 metrenin üzerinde."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/konya-ovasindaki-yillara-gore-obruk-olusum-sayisi-belirlendi/2470651 | 1,643 | 3,229 |
Rusya-Ukrayna savaşının çevreye etkileri ne boyutta?
Prof. Dr. Nesrin Algan, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın çevreye etkilerini değerlendirdi. Algan, "Bombalanan sanayi tesisi ve enerji santrali gibi kaynaklardan havaya ciddi miktarda zehirli gaz salınıyor." dedi.
Ankara
Rusya-Ukrayna savaşının çevreye etkilerini değerlendiren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kent, Çevre ve Yerel Yönetim Politikaları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nesrin Algan, bombalanan sanayi tesisi ve enerji santrali gibi kaynaklardan havaya salınan zehirli emisyonların sınır aşarak çok geniş alanda kirlenme ve asit yağmuru tehdidi taşıdığını, Karadeniz Biyosfer Rezervi'nde çıkan yangınlarda ise çok sayıda hayvan ve bitkinin yok olduğunun tahmin edildiğini söyledi.
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, neden olduğu can ve mal kayıplarının yanında büyük çevresel tahribatlara yol açma endişesini de beraberinde getiriyor.
Savaşın çevreye ve doğaya yönelik tehditleri hakkında AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Algan, savaş zamanlarında doğanın, etkileri çok uzun yıllar boyu sürecek biçimde zarar gördüğünü, bir nevi çevre kırımına uğratıldığını ifade etti.
Ukrayna'da süren savaşta kullanılan silahların ormanlar, su kaynakları, nehirler, Karadeniz'deki biyolojik çeşitlilik, kültürel ve tarihi değerler başta olmak üzere çevrenin çoğu bileşeninin yok edilişine neden olduğunu belirten Algan, "Ekolojik düzeni yok eden bu yıkım, bütün olarak ekosistemlerin çökmesine yol açma riski oluşturuyor." dedi.
Savaş sırasında kullanılan silahlardan atmosfere yayılan ve ozon tabakasını incelten kloroflorokarbon, halon gibi gazların küresel ölçekte sorun yaratma riski doğurduğuna işaret eden Algan, bu riskin bir yandan ozon tabakasının incelmesine diğer yandan da iklim krizini artırıcı etkiye neden olabileceğini söyledi.
Algan, sözlerine şöyle devam etti:
"Bombalanan sanayi tesisi ve enerji santrali gibi kaynaklardan havaya ciddi miktarda zehirli gaz salınıyor ve bu zehirli emisyonlar sınır aşarak çok geniş bir alanda kirlenme ve asit yağmuru tehdidi taşıyor. Bu zehirli gazların atmosfere salımı sonucu meydana gelen toksik gazlar ve partiküller insanlarda ve diğer tüm canlılarda ölümcül etkiler yaratabilir. Özellikle karasal ve denizel biyolojik çeşitliliğin ciddi biçimde azalması riski, sadece Ukrayna için değil, tüm bölge için ve hatta etkileri nedeniyle küresel sonuçları olabilecek bir tehdit.”
Algan, bu kirleticilerin, nehirler, yer altı suları ve atmosfer yoluyla Karadeniz'e taşınmasının da zaten ekolojik olarak kritik durumda bulunan bu deniz alanı için yeni sorunlar yaratma potansiyeli taşıdığını, yine mayınların da deniz ekosistemi için tehdit unsuru oluşturduğunu dile getirdi.
Başta Kiev olmak üzere çoğu kentte sanayi alanları ve askeri tesislerin birbirine yakın olduğunu, bombalama sonucu buralarda sık sık büyük yangınlar çıktığını hatırlatan Algan, "Benzer şekilde nükleer santral ve radyoaktif atık depolama alanlarının da bu bombardıman ve yangınlardan etkilenmesi riski sürüyor." diye konuştu.
Savaş sürecindeki olası bir nükleer felaketin insan ve çevre üzerinde korkunç etkileri olabileceğine dikkati çeken Algan, 1986'da yaşanan Çernobil faciasında yayılan radyasyonun, Hiroşima'ya atılan atom bombasından yayılandan 150 ila 400 kat fazla olduğuna dair farklı hesaplamalar yapıldığını belirtti. Algan, "Çernobil'deki nükleer felaketi izleyen ilk 10 yıl içinde kanser oranlarının Ukrayna'da yüzde 230, komşu ülke Beyaz Rusya'da yüzde 180 arttığı dikkate alınırsa ve sadece Zaporijya Nükleer Santrali'nin Çernobil'den 6 kat büyük bir felakete neden olabileceği düşünülürse böyle bir durum Türkiye dahil Avrupa için izleri yüzyıllarca sürecek bir facia olur." ifadelerini kullandı.
"Savaşın biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkisi hala bilinmiyor"
Savaşın bu coğrafyalardaki canlı çeşitliliği üzerindeki etkisini de değerlendiren Algan, "Hava, toprak ve su kaynaklarının toksik kimyasallarla zehirlenmesi sonucu canlı çeşitliliğinde ne kadar azalma olduğu henüz bilinmemekle birlikte özellikle hava bombardımanları nedeniyle çok sayıda bitki ve hayvanın yok olduğu düşünülüyor." dedi.
Herson'da gerçekleştirilen bombardıman nedeniyle Karadeniz Bölgesi'nin uluslararası koruma statüsüne sahip en büyük ve önemli biyosfer rezervi olan Karadeniz Biyosfer Rezervi'nde çıkan yangınlarda, başta kuş popülasyonu olmak üzere çok sayıda hayvan ve bitkinin yok olduğunun tahmin edildiğini söyleyen Algan, Demydiv'de yaşandığı gibi bazı barajların yıkılmasının sellere, tarım arazileri ve biyolojik çeşitliliğin yok olmasına yol açtığını aktardı.
Ukrayna'nın tahıl ve ayçiçeği tarımı bakımından önemine işaret eden Algan, tarım alanları ve tarımsal biyoçeşitliliğin kaybının, sadece Ukrayna için değil Türkiye dahil pek çok ihracatçı ülke açısından gıda güvensizliği sorunu yaratabileceği uyarısında bulundu.
"Savaşlarda çevre kırım, savaş suçu sayılmalı"
Algan, savaş zamanı doğal, kültürel ve tarihi çevresel değerlerin korunmasına yönelik çeşitli hukuki düzenlemeler bulunduğunu, Rusya ve Ukrayna'nın, yasaklanan düşmanca çevre değiştirme tekniklerini kullanmamakla, öteki devlet ve uluslararası örgütleri bu teknikleri kullanmaya özendirmemekle ve yardım etmemekle, aynı zamanda tarihi ve kültürel değerleri savaş zamanı korumakla yükümlü olduğunu belirtti.
"Ukrayna'da devam eden Rusya Federasyonu işgali esnasında doğal, ekolojik, kültürel, tarihi tüm çevresel varlıkların çevre kırıma uğramaması, bu uluslararası sözleşmelere uyulmasıyla mümkündür." diyen Algan, bunlardan başlıcalarının "1977 tarihli Askeri Amaçlarla ya da Daha Başka Düşmanca Amaçlarla Çevrenin Değiştirilmesi Tekniklerinin Kullanılmasına İlişkin Sözleşme", "1954 tarihli Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair Sözleşme ve bu sözleşmenin eki 1999 Protokolü", "Uzun Menzilli Sınırötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi", "Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi", "Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi", "Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi", "İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris İklim Anlaşması", "UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşmesi" ve "Karadeniz'in Kirliliğe Karşı korunması (Bükreş) Sözleşmesi" olduğunu bildirdi.
Algan, "Çevrenin savaş zamanı korunmasına dair bu uluslararası hukuki yükümlülüklere aykırı davranmak savaş suçu olarak değerlendirilmelidir." diye konuştu.
Tarihi ve kültürel miras da tehdit altında
Ukrayna'nın zengin tarihi ve kültürel varlıklara sahip olduğunu ve 7'si UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndeki toplam 114 kentsel, eğitsel, kültürel varlık için koruma çağrısı yapıldığını, bunlardan en bilinenin de Kiev'deki Ayasofya Katedrali olduğunu anlatan Algan, sözlerini şöyle tamamladı:
"Başta Kiev, Odessa, Lviv olmak üzere çeşitli Ukrayna kentlerinde müze, fresk, heykel, bina, vitray gibi tarihi ve kültürel değeri olan varlıklar Ukrayna yetkililerince korunmaya çalışılıyor. UNESCO, savaş zamanı korunabilmelerine katkı sağlamak amacıyla bu varlıkların bir kısmına Uluslararası Mavi Kalkan işareti yerleştirmişti. Şu ana kadar bunların birinin tahribine dair bir vaka bildirilmedi. Ancak ulusal veya yerel düzeyde toplumsal belleğin bileşenleri olarak değer taşıyan sayısız varlığın yok edildiği görülmekte." | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/rusya-ukrayna-savasinin-cevreye-etkileri-ne-boyutta/2561351 | 3,533 | 7,196 |
Bakü
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, temaslarda bulunmak için geldiği Azerbaycan'da Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanı Muhtar Babayev'le bir araya geldi.
Kurum, görüşmede yaptığı konuşmada "iki devlet, tek millet" şiarıyla çalıştıkları Azerbaycanlı kardeşlerini her zaman yanlarında gördüklerini, görmeye de devam edeceklerini söyledi.
Türkiye'de son dönemlerde yaşanan deprem, yangın ve sel gibi doğal afetlere değinen Kurum, "Yangın felaketlerinde Azerbaycanlı kardeşlerimiz bizim yanımızda yer aldı. Orman yangınlarında insanüstü, hayatlarını tehlikeye atacak seviyede mücadele verdiler. Tüm kahramanlarımıza, Azerbaycanlı kardeşlerimize bu dayanışma için bir kez daha teşekkür ediyorum." ifadelerini kullandı.
Kurum, Karabağ zaferinin yıl dönümüne bir aydan az zaman kaldığını belirterek tüm şehitleri rahmet ve minnetle yad ettiğini kaydetti.
Karabağ'da ciddi yıkımların olduğunu vurgulayan Kurum, "Azerbaycan, güçlü bir devlet olarak gereken her şeyi yapacaktır. Biz de Bakanlık olarak iş birliğimizi en yüksek seviyede tutmaya devam edeceğiz."
Azerbaycan'la çevre koruma alanında daha önce mutabakat zaptı imzaladıklarını belirten Kurum, şunları söyledi:
"Sanayi atıkları, evsel atıklar, atık su arıtma tesisleri, kanalizasyon, yağmur suyu gibi konularda iş birliği yapıyoruz. Yeni yapacağımız mutabakatlarla gerek iklim gerek şehircilik, Bakanlığımızı ilgilendiren her konuda Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında olduğumuzu bilmenizi isteriz. Tüm ekibimiz, bağlı tüm kuruluşlarımızla Azerbaycan için yapılması gereken her türlü iş birliğine hazır olduğumuzu bir kez daha ifade ediyorum."
"Türkiye'nin tecrübesinden faydalanmak istiyoruz"
Babayev, görüşmede yaptığı konuşmada çevre koruma ve iklim değişikliğinin zararlarının azaltılması alanlarında Türkiye ile iş birliklerini hızlandıracaklarını söyledi.
Azerbaycan'ın 44 günlük savaşta büyük zafer elde ederek 30 yıl işgal altında bulunan toprakları kurtardığını belirten Babayev, "Karabağ'da kapsamlı imar çalışmaları yapıyoruz. Orada da ortak çalışma yapmak, Türkiye'nin tecrübesinden faydalanmak istiyoruz. İklim değişikliği konusunda da Türkiye ile iş birliğini geliştirmek niyetindeyiz. Yeni radar sistemleri kurmak için çalışıyoruz. Bu sadece bir ülkenin işi değil. Gürcistan ve Türkiye ile bu konuda iş birliği yapmalıyız. İklim değişikliği konusunda en büyük aracımız bunu önceden bilmektir. Değişiklikleri önceden bilme, zararlarını önleme ve hafifletme konusunda Türkiye ile iş birliği yapabiliriz." dedi.
Görüşme sonunda Kurum ve Babayev, "Çevre Koruma Alanında İşbirliği Anlaşmasının Uygulanması Hakkında İki Yıllık Çalışma Programına" imza attı.
- Kurum, şehitlikleri ziyaret etti
Kurum, Bakü temasları kapsamında merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in kabri ile Türk ve Azerbaycan şehitliklerini ziyaret etti.
Azerbaycan Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanı Babayev, Şehir Planlama ve Mimarlık Devlet Komitesi Başkanı Anar Guliyev ile Türkiye'nin Bakü Büyükelçisi Cahit Bağcı'nın eşlik ettiği Kurum, ilk olarak Haydar Aliyev'in kabrini ziyaret ederek çelenk bıraktı.
Bakan Kurum, 20 Ocak şehitlerinin yer aldığı Bakü Şehitler Hiyabanı'nda Ebedi Ateş Anıtı'na ve Bakü Türk Şehitliği'ne çelenk koydu.
Bakü Türk Şehitliğinin anı defterini imzalayan Kurum, temsili şehit mezarlarına karanfil bıraktı. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/turkiye-ile-azerbaycan-arasinda-cevre-koruma-alaninda-calisma-programi-imzalandi/2389934 | 1,630 | 3,269 |
Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadelede bu yılki kararları 2053'e giden yolu belirleyecek
Türkiye'nin iklim gündemi bu yıl Paris Anlaşması'na sunduğu ulusal katkı beyanını daha iddialı hedeflerle güncellemesi ve 2053'te net sıfır emisyona ulaşması için belirleyeceği yol haritalarına odaklanacak.
İstanbul
Geçen yıl Paris Anlaşması'na taraf olan ve 2053 için net sıfır emisyon hedefi açıklayan Türkiye'de iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik adımlar giderek hızlanıyor.
Bu adımlardan ilki, çalışmaları geçen hafta kamu kurumları, yerel yönetimler, üniversiteler, iş dünyası, uluslararası kuruluşlar, özel sektör ve STK'lerden 500'den fazla konuşmacının katkı sağladığı çevrim içi toplantılarla başlayan İklim Şurası.
İklim Şurası, emisyon azaltımı, iklim değişikliğine uyum, adil dönüşüm, karbon emisyonu ticareti gibi konularda uzman ve paydaşları bir araya getiriyor. Şuranın, Türkiye'nin ulusal katkı beyanının katılımcı ve kapsayıcı olması için önemli bir araç olması bekleniyor.
Hazırlıkları devam eden ve Türkiye'nin güncellenecek ulusal katkı beyanına da zemin oluşturacak çerçeve bir belge olacağı öngörülen İklim Kanunu'nun ise bu yıl tamamlanması bekleniyor.
Türkiye'nin bu yıl Mısır'da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği 27. Taraflar Konferansı'nda güncellenmiş ulusal katkı beyanını sunacağı tahmin ediliyor.
Ülkelerin yeşil finansmana erişim konusunun tartışılacağı ve düşük karbonlu projelerin destekleneceği bu toplantıda, Türkiye'nin yeşil finansmandan yararlanabilmesi için katkı beyanlarını güncellemesi kritik önem taşıyor.
"İlk adım yeni kömürlü santral lisanslarının iptal edildiğinin açıklanması olmalı"
Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadelesi açısından yoğun bir gündem bekleyen uzmanlar, yol haritalarının belirlenmesindeki ilk ve en etkili adımın kömürden çıkış stratejisi açıklamak olduğunu dile getirdi.
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, AA muhabirine, Türkiye'nin 2022'ye "iklim politikalarını bütünüyle değiştirme" iddiasıyla girdiğini söyledi.
Ancak bütün adımların aynı anda atılması veya her sorunun aynı anda çözülmesi gerekmediğinin altını çizen Şahin, "O nedenle Türkiye'nin aşamalı bir yaklaşım belirlemesi doğru olur. İlk adım olarak yeni kömürlü termik santral lisanslarının tamamının iptal edildiğinin açıklanması gerekir. Bu adım ulusal katkı beyanı hazırlıkları tamamlanmadan yapılabilir ve Türkiye'nin 2053'te net sıfır emisyon hedefi yolundaki samimiyetini ispat etmiş olur. Ayrıca böyle bir karar bundan böyle enerji politikalarının iklim gerekleriyle uyumlaştırılacağını ilan etmek anlamına gelecektir." diye konuştu.
Şahin, en uygun ikinci adımın yaş ve kirleticilik kriterlerine göre 2030'a kadar mevcut kömürlü termik santrallerin hangilerinin ve hangi sırayla kapatılabileceğinin belirlenmesi ve açıklanması olduğunu ifade etti.
Ulusal katkı beyanıyla kömürden tamamen çıkış tarihinin de açıklanması gerektiğini anlatan Şahin, şöyle devam etti:
"Bizim çalışmalarımız bu tarihin en geç 2035 olması gerektiğini ortaya koyuyor ancak bu tarih gelmeden zaten mevcut santrallerin önemli bir kısmının kapatılması gerekiyor. Türkiye'nin uzun vadeli bir kömürden çıkış tarihi belirleyip bu tarihe kadar bütün kömürlü santralleri tam kapasite çalıştırmayı düşünmesi yapacağı en büyük hata olur. Türkiye'nin bu yıl atması gereken üçüncü adım petrol bağımlılığını azaltacak iddialı bir elektrikli ulaşım planı hazırlamak. Ulaşımda başta karayolu yük taşımacılığı olmak üzere yüksek karbon emisyonundan sorumlu ulaşım araçlarının payının azaltılmasına ve birkaç yıl içinde artık sadece elektrikli araçlar üretilmesine yönelik bir otomotiv stratejisi en kısa zamanda geliştirilmelidir. Aksi takdirde Türkiye'nin en önemli sanayi sektörlerinden biri olan otomotiv önümüzdeki birkaç yıl içten yanmalı motorla çalışan araç siparişleriyle mevcut kirletici yolda kilitlenir. Oysa Türkiye'nin en hızlı dönüştürebileceği sektör Avrupa Birliği ülkelerine ihraç kalemleri arasında ulaşım araçları önemli yer tuttuğu için otomotivdir."
Şahin, Türkiye'nin metan salımlarını durdurmak için de harekete geçmesi ve bu konuda eylem planı hazırlaması gerektiğini belirterek, "Bu yıl atılması gereken ilk dört adımın ardından ulusal katkı beyanının COP27'ye kadar hazırlanması, 2023 için de iklim kanunu ve yeşil mutabakat kanunu hazırlıkları yapılması gerekiyor. Türkiye yeni katkı beyanında 2030 için mutlak azaltım hedefi almalıdır. Bu hedef de bilimsel çalışmalarla ve sektörlerin ve uzmanların katıldığı bir diyalog içerisinde belirlenmelidir." dedi.
Kömürden çıkış 2035'te emisyonları yüzde 82,8 azaltabilir
Kömürün Ötesinde Avrupa Kampanyacısı Duygu Kutluay ise bu yıl somut adımlar atılmasının Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadelenin sunduğu fırsatlardan bir an önce yararlanmaya başlaması için önemli olduğuna dikkati çekerek, "Türkiye'nin 2053 net sıfır hedefine ulaşması için yapması gereken en etkili ve kolay adım iklim değişikliğine neden olan küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 46'sı, elektrik sektörü sera gazı emisyonlarının da yüzde 72'sinin sorumlusu olan kömürden vazgeçme hedefi koymak." dedi.
Kömürden çıkışın birçok faydası olduğunu kaydeden Kutluay, yaptıkları modellemeye göre, kömürden çıkışların karbon emisyonlarını 2035'te yüzde 82,8 azaltacağını ve elektrik üretiminde tamamı yerli ve yenilenebilir kaynakların payının iki katına çıkacağını anlattı.
Kutluay, Türkiye'nin zengin yenilenebilir kaynakları sayesinde yapacağı enerji dönüşümünün enerji bağımsızlığını sağlamasının yanı sıra Türkiye'nin bu alanda lider konuma geçmesine de ön ayak olacağını vurguladı.
Emisyon Ticaret Sistemi temiz kaynaklara yatırımı hızlandıracak
Ember Elektrik ve İklim Veri Analisti Ufuk Alparslan da Türkiye'de 2021'de ilk kez rüzgar ve güneşten üretilen elektriğin daha ekonomik hale geldiğine işaret ederek, şunları kaydetti:
"Bu yıl Türkiye'nin özellikle Emisyon Ticaret Sistemi'ne (ETS) ilişkin çalışmalarını hızlandırmasını bekliyoruz. 2023'te başlayıp 2026'da ilk kez finansal yükümlülük doğuracak Sınırda Karbon Vergisi uygulaması nedeniyle ekonomik açıdan daha da önem kazanan ETS, temiz teknolojilere yönelimi hızlandıracak ve ülkemize yenilenebilir enerji yatırımları için yeni kaynak yaratacaktır. ETS konusunda Türkiye'de uzun yıllardır altyapı çalışmalarının olduğunu biliyoruz. Yılın ilk çeyreğinde düzenlenmesi düşünülen İklim Şurası'nda bu konu daha detaylı olarak kamuoyunda da tartışmaya açılabilir."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cevre/turkiyenin-iklim-degisikligiyle-mucadelede-bu-yilki-kararlari-2053e-giden-yolu-belirleyecek/2471636 | 3,363 | 6,628 |
Cumhuriyet'in Yüzüncü Yılı
Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, umutları tükenmiş bir milleti Milli Mücadele ateşiyle ayağa kaldırıp Anadolu'nun vatan olmasını sağlayarak bugün 100 yaşına giren Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu.
Türk donanması tarihinin en büyük geçit törenine hazırlanıyor
Cumhuriyet'in 100'üncü yılı dolayısıyla Türk donanmasının, İstanbul Boğazı'nda 100 gemi ile gerçekleştireceği tarihinin en büyük resmigeçidini, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Tatlıoğlu TCG Anadolu'ndan sevk ve idare edecek.
Balıkesirli 100 yaşındaki Kadriye öğretmen, Cumhuriyet nesilleri yetiştirdi
Balıkesirli 100 yaşındaki emekli matematik öğretmeni Kadriye Gürel, mesleğinin yanı sıra eşiyle yaptırdığı okul sayesinde gelecek nesillerin yetişmesine katkıda bulundu.
Türkiye sanayide üretim merkezi olma yolunda
MÜSİAD Genel Başkanı Asmalı, "Ülkemiz savunma sanayisi başta olmak üzere dünyayı şekillendiren en büyük üretim merkezlerinden biri olmuştur." dedi.
Pakistan Cumhurbaşkanı Alvi: Erdoğan, Gazze konusunda cesur bir duruş sergiledi
Pakistan Cumhurbaşkanı Alvi, Gazze'de yaşananların çok acı olduğunu ifade ederek, "Kardeşim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Gazze konusunda cesur bir duruş sergiledi. İslam dünyasının da bu konuda cesur duruş sergileyeceğine inanıyorum." dedi. | https://www.aa.com.tr/tr/cumhuriyetin-yuzuncu-yili | 615 | 1,282 |
Türk savunma sanayisinin Cumhuriyet'in 100. yılına armağanları: TAYFUN ve SİPER füzesi
Türk savunma sanayisi Cumhuriyet'in 100. yılında silahlı kuvvetlerin caydırıcılığını üst seviyeye çıkaracak TAYFUN ve SİPER füzelerini ülkeye kazandırıyor.
Ankara
Anadolu Ajansının (AA) Cumhuriyet'in 100. yıl dönümü nedeniyle hazırladığı "Türk savunma sanayisinin Cumhuriyetin 100. yılına armağanları" temalı dosya haberin ikinci bölümünde Roketsan tarafından geliştirilen TAYFUN ile TÜBİTAK SAGE, ASELSAN ve Roketsan ortaklığının ürünü SİPER projeleri ele alındı.
Türkiye'nin şu ana kadarki en uzun menzilli füzesi TAYFUN, "kısa menzilli balistik füze" olarak Türkiye'nin güvenliğine katkı sağlayacak. Uzun Menzilli Hava Savunma ve Füze Sistemi SİPER ise 100 kilometrenin üzerindeki menzili ile yüksek irtifa, uzun menzil hava savunmanın belkemiğini oluşturacak.
Roketsan Genel Müdürü Murat İkinci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Cumhuriyet'in 100. yılında "tam bağımsız savunma sanayisi" misyonuyla gelinen noktanın çok sevindirici olduğunu söyledi.
Türkiye'nin kendi savunma ihtiyaçlarını kendi karşılayan, bu teknolojiye hakim, dost ve kardeş ülkelerin de ihtiyaçlarına cevap verebilen bir endüstriye sahip hale geldiğini vurgulayan İkinci, bu durumun ihracat yoluyla ülke ekonomisi için çok büyük bir potansiyel ve fırsat sunduğunu ifade etti. İkinci, şu değerlendirmelerde bulundu:
"100. yılda ülkemizin böyle bir teknolojiye, böyle güçlü bir endüstriye sahip olması bundan sonraki yıllarda da aslında ülkemizin amaçlarına emin adımlarla ilerleyeceğinin en büyük göstergesi. Roketsan bu yıl 35. yaşını kutluyor. Cumhuriyetimizin 100. yılında 35 yaşında olan Roketsan, aslında genç, dinamik kadrolarıyla bundan sonraki aşamalarda da savunma sanayisinde kendi üzerine düşen görevleri yerine getirecek.
Roketsan bu sürede Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu güdümlü füze, güdümlü mühimmat, akıllı mühimmat ve uzay teknolojileriyle ilgili kendisine verilmiş olan görevleri başarıyla yerine getirdi. ATMACA füzemiz, AKYA torpidomuz, birçok sistemimiz Deniz Kuvvetlerimize başarıyla hizmet veriyor. Kara Kuvvetlerimizin zaten çok uzun zamandır balistik füze, güdümlü mermi ihtiyacını karşılıyoruz. SİHA'larımızın kullandığı güdümlü mühimmatların çoğunu Roketsan üreterek, teslim ederek hem Silahlı Kuvvetlerimizin hem de dost ve kardeş ülkelerimizin kullanımını sağlıyor. Bu ürünlerin hepsi sahada rüştünü ispatlamış ürünler. Bunun yanı sıra tanksavarlardan hava savunma sistemlerine, uçaklarımızdan atmış olduğumuz akıllı bombalarımıza kadar Roketsan ülkemizin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde."
Uzay yolunda emin adımlar
Roketsan'ın bir diğer görevinin Türkiye'yi uzaya bağımsız olarak taşıyabilecek teknolojileri geliştirmek olduğuna işaret eden Murat İkinci, bu alanda da başarılı çalışmalara imza atıldığını ifade etti.
Uzaya erişimi üst üste bağımsız olarak sağlandıklarını anımsatan İkinci, "Tamamen kendi teknolojimizle bunu sağlıyor olmamız ülkemizin aslında gelmiş olduğu teknolojik imkanları, seviyeyi göstermesi açısından çok kıymetli ve değerli. Hedefimiz çok yakın zamanda inşallah bu sene içerisinde 300 kilometreye ulaşabilecek sonda roketimizi fırlatmak. Onun sonrasında da 100 kilogramlık bir yükü 400 kilometrenin üzerinde bir yörüngeye yerleştirebilmek. Bu konudaki çalışmalarımız bütün hızıyla devam ediyor." dedi.
Bu konudaki bütün temel teknolojilere herhangi bir yurt dışı bağımlılığı bulunmadan ekosistemle birlikte sahip olduklarını vurgulayan İkinci, "Cumhuriyetimizin 100. yılında emin adımlarla savunma sanayimizi belli bir noktaya taşımış olmamız bundan sonraki aşamalar için bizim açımızdan garantiyi oluşturuyor." diye konuştu.
"Dünyadaki rakipleri yenebilecek güçteyiz"
Murat İkinci, 35 yıllık birikimin bundan sonraki çalışmalara nasıl yansıyacağına ilişkin soruya karşılık, son yıllarda yapılan atılımla Türkiye'nin uygulanan ambargoların birçoğunu başarıyla geçtiğini, kendi kendine yeten teknolojileri savunma sanayisi içerisinde oluşturduğunu söyledi.
Bu teknolojilerin birçok alanda kullanımının gündeme geleceğine işaret eden İkinci, şunları kaydetti:
"Bu teknolojileri kullanarak sadece savunma sanayisinde değil, ulaştırma, sağlık, enerji alanında da birçok başarılı işin altına imza atacağımızı şimdiden söylemek mümkün. Roketsan, bundan sonraki aşamalarda Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, Savunma Sanayii Başkanlığımız, Milli Savunma Bakanlığımızın öncülüğünde dünyada bilinen, dünyadaki pazarı domine eden ve o pazarda çok uzun süredir faaliyet gösteren büyük şirketleri yenebilecek güce ulaştığını düşünüyor ve bunu sahada gösteriyor. Özellikle ihracat başarıları, ürünlerimizin sahadaki başarıları bunun en büyük göstergesi.
Roketsan'ın hedefleri büyük, savunma sanayimizin de hedefleri büyük. En başta ihracat hedeflerimizi revize etmek durumunda kaldık. Bundan sonraki 10 yıl içerisinde Türkiye'nin savunma sanayisi ihracatının eksponansiyel (üstsel) şekilde artacağını ve 20-25 milyar dolar seviyesine ulaşacağını söylemek çok yanlış olmaz. Bununla ilgili potansiyelimiz de şu anda mevcut."
Talebe yetişmek için kapasite ve kabiliyetler artıyor
İkinci, dünyanın konjonktürel durumunun bu potansiyeli gerçekleştirmek için uygun koşullar sunduğunu, bu konudaki talebe yetişmek için üretim kapasitesi ve kabiliyetlerini çok daha hızlı arttırmaları gereken bir döneme girdiklerini ve Roketsan'ın buna ciddi hazırlık yaptığını bildirdi. İkinci, şu görüşleri dile getirdi:
"Roketsan hem kapasite hem de yurt dışı pazarlama ve satış olanakları anlamında çok ciddi bir gayret içerisinde. Bu gayretin sonuçlarını da aslında görüyoruz. Roketsan her yıl kendi ihracatını çok ciddi şekilde artırıyor. En son yapmış olduğumuz çalışmalarda Roketsan şu anda tüm gelirinin yaklaşık yüzde 35'ini ihracattan elde ediyor. Bu güzel bir oran ama bizim için yeterli değil. Hem ihracatımızı hem de iş potansiyelimizi bundan sonraki süreç içerisinde hızla arttırmayı ve dünyadaki rakiplerimizle başa çıkar, onları da yener olarak dünyanın en önemli 50 savunma sanayisi şirketi içerisinde yer almayı biz hedefliyoruz. Bunu da Cumhuriyetimizin 100 yılında söyleyebiliyor olmak, dünyadaki büyük şirketlere rakip konumuna gelmek ve bu konuda da geleceğe emin adımlarla yürümek bizim için en büyük kıymet."
Yeni TAYFUN'lar geliyor
Murat İkinci, Roketsan'ın geniş ürün çeşitliliği içerisinde hem savunma hem de saldırı kabiliyeti olan ürünler yaptığını söyledi.
HİSAR, SİPER gibi hava savunma sistemleriyle saldırıları engellemeye çalışırken tehdidi ortaya çıkmadan bulunduğu yerde imha edebilecek güdümlü mühimmatlar ve uzun menzilli füze ihtiyacını da karşıladıklarını dile getiren İkinci, TAYFUN projesinin de Roketsan'ın kendi imkanları, AR-GE faaliyetleri ve öz kaynaklarıyla geliştirildiğini ifade etti.
TAYFUN projesinin yüzde 100 yerli imkanlarla ortaya çıktığını vurgulayan İkinci, şöyle konuştu:
"TAYFUN, ülkemizin füze teknolojisi noktasına gelmiş olduğu noktayı en üst düzeyde temsil eden bir proje. Bu proje kapsamında ülkemizin silahlı kuvvetlerine derin darbe, derin saldırı kabiliyetini verebilecek bir ürünü kazandırmış bulunmaktayız. TAYFUN füzesi tek bir üründen oluşmayacak, varyantları olacak. Harp başlığı çeşitliliği, harp başlıklarında kabiliyet çeşitliliğiyle bir ürün ailesi olarak silahlı kuvvetlerimize hizmet edecek stratejik bir silah sistemi olarak yoluna devam edecek. TAYFUN'un seri üretimleri devam ediyor. Silahlı kuvvetlerimiz zaten bu konudaki ihtiyaçlarını da bizimle paylaşıyor. Bundan sonraki aşamalarda da TAYFUN projesi biten bir ürün olarak değil, varyantlarıyla, yeni kabiliyetleriyle ve bundan sonraki süreç içerisinde silahlı kuvvetlerimizin ihtiyacını en üst düzeyde karşılayacak bir sistem olarak hayatına devam edecek."
Milli füzelerle koruma kalkanı oluşturulacak
Cumhuriyet'in 100. yılındaki bir diğer büyük projenin uzun menzilli hava savunma sistemi SİPER olduğunu belirten İkinci, projenin geldiği aşamaya ilişkin şu bilgileri verdi:
"SİPER stratejik seviyedeki hava savunma sistemimiz. SUNGUR ile HİSAR-A, HİSAR-O ile devam eden katmanlı hava savunma sistemimizin en üst katmanını oluşturan SİPER Hava Savunma Sistemi, TÜBİTAK SAGE, ASELSAN ve Roketsan ortaklığıyla hayata geçiriliyor. Bu yıl içerisinde SİPER'i silahlı kuvvetlerimize teslim ederek Türkiye Cumhuriyeti'nin hava savunma noktasında gelmiş olduğu en büyük kabiliyeti alanda sergilemiş olacağız. SİPER, 100 kilometrenin üzerinde engelleme kabiliyetine sahip hava savunma sistemi olarak ülkemizin çok ciddi bir ihtiyacını karşılayacak. Başta Hava Kuvvetlerimiz olmak üzere ülkemizin güvenliği açısından kritik olan bütün unsurları SİPER, HİSAR ve SUNGUR ailesiyle katmanlı bir yapı olarak koruma altına alacağız. Bundan sonraki aşamalarda bu sistemler de ömür döngüsü içerisinde yeni kabiliyetlerle hayatına devam edecek. 100. yılda SİPER'in sahada silahlı kuvvetlerin kullanımında envantere girmiş bir sistem olarak varlığını sürdürmesi bizim için çok kıymetli olacak."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/cumhuriyetin-yuzuncu-yili/turk-savunma-sanayisinin-cumhuriyetin-100-yilina-armaganlari-tayfun-ve-siper-fuzesi/3031848 | 4,537 | 9,063 |
Diyarbakır
Terör örgütü PKK tarafından kaçırılan çocuklarına kavuşmak isteyen ailelerin 3 Eylül 2019'da HDP il binası önünde başlattığı oturma eylemi 1775'inci gününde sürüyor.
Ailelerin eski HDP il binası önündeki eylemine, İstanbul'dan 2005 yılında 17 yaşındayken dağa götürülen Mizgin için Mardin'den gelen anne Gazal ve ağabey Mehmet Nesih Kaydur da dahil oldu.
Anne Gazal Kaydur, gazetecilere Kürtçe, yıllardır kızını görmediğini belirterek, "Kızım neredeysen gel. Aklımdan hiç çıkmıyorsun, seni çok merak ediyorum." dedi.
Ağabey Mehmet Nesih Kaydur ise kardeşine, güvenlik güçlerine teslim olması çağrısında bulundu. | https://www.aa.com.tr/tr/diyarbakir-annelerinin-evlat-nobeti/diyarbakir-annelerinin-evlat-nobetine-bir-aile-daha-katildi/3273550 | 316 | 622 |
Avrupa Şampiyonası tarihinin golcüleri
Almanya'nın ev sahipliğinde 14 Haziran-14 Temmuz tarihlerinde düzenlenecek Avrupa Futbol Şampiyonası Finalleri'nin tarihinde en golcü futbolcu ünvanı Portekiz'in yıldızı Cristiano Ronaldo'da bulunuyor.
İstanbul
AA'nın 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2024) öncesi turnuva tarihine yönelik hazırladığı dosya haberlerin ilkinde, golcülere yer verildi.
Şampiyona finallerinde toplam 14 golü bulunan Ronaldo, bu alanda zirvede tek başına. Ronaldo'nun ardından ikinci sırayı 9 golle Fransa'nın efsane ismi Michel Platini alıyor.
Cristiano Ronaldo
Ronaldo'dan 5 turnuvada 14 gol
EURO 2024'te 6. kez Avrupa Futbol Şampiyonası'nda boy gösterecek Cristiano Ronaldo, 14 golünü 5 turnuvada attı.
Ronaldo, 2004'te 2, 2008'de 1, 2012 ve 2016'da 3'er ve 2020'de 5 kez rakip fileleri havalandırdı.
Beş turnuvada toplam 25 maçta görev yapan Ronaldo, 2 bin 153 dakika sahada kaldı ve 14 kez gol sevinci yaşadı. Ronaldo, bu gollerinin 3'ünü penaltıdan kaydetti.
Antoine Griezmann
Platini'den tek turnuvada 9 gol
Avrupa Şampiyonası gol rekorunu uzun süre elinde tutan Michel Platini, 9 golünün tamamını tek turnuvada attı.
Fransa'nın ev sahipliği yaptığı 1984 Avrupa Şampiyonası'nda 9 gol atan Platini, ülkesinin şampiyonluğunda da başrol oynayan isim oldu.
Belçika ile Yugoslavya'ya 3'er gol atan Platini, Danimarka, Portekiz ve İspanya'ya da 1'er gol attı.
Romelu Lukaku
7 şer gollü 3 isim
Avrupa Şampiyonası finalleri tarihinde Ronaldo ve Platini'yi 7'şer gollü 3 isim takip etti.
Danimarkalı Ole Madsen, Fransız Antoine Griezmann ve İngiliz Alan Shearer, bu turnuvada 7'şer kez gol sevinci yaşadı.
Öte yandan, Wayne Rooney, Zlatan Ibrahimovic, Ruud Van Nistelrooy, Viktor Ponedelnik, Alvaro Morata, Romelu Lukaku, Thierry Henry, Patrick Kluivert ve Nuno Gomes ise 6'şar golü bulunan isimler.
Aktif futbol yaşantılarına devam eden oyuncular arasında Ronaldo'nun ardından, 33 yaşındaki Griezmann 7, 31 yaşındaki Lukaku ve aynı yaştaki Morata 6'şar golle geliyor.
Zlatan Ibrahimovic
En golcü Türk Semih Şentürk
Avrupa Şampiyonası'nda en fazla gol atan Türk oyuncu ise Semih Şentürk.
Semih, A Milli Takım'ın Avrupa Şampiyonası tarihindeki en büyük başarısını elde ettiği EURO 2008'de 3 kez fileleri havalandırdı.
Semih; İsviçre, Hırvatistan ve Almanya maçlarında gol sevinci yaşadı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/avrupa-sampiyonasi-tarihinin-golculeri/3246246 | 1,100 | 2,472 |
Avrupa ülkeleri, Gazze'ye saldırılarını sürdüren İsrail'i silahlandırıyor
Gazze'de soykırım işlemekle suçlanan İsrail'in en büyük silah tedarikçileri arasında ABD'ye ilaveten Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi Avrupa ülkeleri bulunuyor.
Ankara
"Batı'nın İsrail'e silah desteği" başlıklı dosya haberin beşinci bölümünde AA muhabiri, Avrupa ülkelerinin Uluslararası Adalet Divanında (UAD) Gazze'de soykırım yaptığı suçlamasıyla yargılanan İsrail'e silah satışlarıyla ilgili verileri derledi.
- İsrail'e silah gönderen ülkeler, Gazze'deki suçlardan sorumlu tutulabilir
- ABD, Gazze'deki sivil kayıplara rağmen İsrail'e silah yardımı yapmaya devam ediyor
- Avrupa Birliği, üyelerinin İsrail'le silah ticaretine göz yumuyor
- Almanya, soykırım işlemekle suçlanan İsrail'e silah desteğini sürdürüyor
İsrail'in Gazze'ye saldırıları 7 Ekim 2023'ten bu yana şiddetlenerek sürerken, başta Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere olmak üzere Avrupa ülkeleri, İsrail'e askeri teçhizat sağlayan başlıca tedarikçiler arasında yer alıyor.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre, Fransa, İtalya ve Almanya, 2019-2023 yıllarında ABD ile birlikte Orta Doğu'nun silah ithalatının yüzde 81'ini karşıladı.
Orta Doğu'da askeri harcamaların geçen yıl 200 milyar dolara ulaşmasıyla bölgede son 10 senenin en yüksek yıllık artışı yaşanırken, İsrail en fazla harcamayı yapan ikinci ülke oldu.
İsrail, Gazze'ye saldırıların başlamasından itibaren askeri bütçesini yüzde 24 artırarak 27,5 milyar dolara yükseltti.
Avrupa ülkelerinin İsrail'e yaptığı silah ihracatının değeri son 10 yılda milyarlarca avroya ulaşırken, 2014-2022 yıllarında Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden İsrail'e verilen ihracat lisanslarının toplam değeri yaklaşık 6,3 milyar avro oldu.
İsrail'e sağlanan silahların, Gazze'de 15 binden fazlası çocuk ve 10 binden fazlası kadın olmak üzere 38 bini aşkın sivil kayba neden olan saldırılarda kullanıldığı tahmin ediliyor.
AB'nin 2022 verilerine göre, Almanya, Fransa, Romanya, Çekya, İtalya ve Hollanda, İsrail'e en çok ihracat yapan üye ülkeler arasında yer alıyor.
Öte yandan, Gazze'ye saldırılar nedeniyle Belçika, İtalya, Hollanda ve İspanya'nın da aralarında olduğu bazı Avrupa ülkeleri, İsrail ile silah anlaşmalarını durdurma kararı alsa da bu ticaretin bir şekilde sürdüğüne dair haberler basında yer buldu.
Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, İspanya
UAD'de İsrail'e sağladığı silahlarla "soykırıma ortak olmak" suçlamasıyla yargılanan Almanya, SIPRI'nin verilerine göre, 2019-2023 yıllarında İsrail'in silah ithalatının yaklaşık yüzde 30'unu karşılayarak Avrupa'daki en büyük tedarikçisi olmayı sürdürüyor.
Almanya 2023'te İsrail'e bir önceki yıla göre on kat artışla 326,5 milyon avro değerinde silah teslimatı yaparken, özellikle 7 Ekim'den sonra silah satışında artış oldu.
Fransa'nın 2019-2023 döneminde silah ihracatının büyük kısmı, toplam ihracatının yüzde 34'ünü oluşturan Orta Doğu'daki ülkelere yönelik olurken, bu ülkenin İsrail'in "Demir Kubbe" isimli füze savunma sistemi için parça sağladığı biliniyor.
İsrail'in Avrupa'daki en büyük tedarikçilerinden İtalya, hükümetin "insan haklarını ihlal eden ülkelere ihracatı yasaklayan yasalar kapsamında silah satışlarını engelleme güvencesine" rağmen yalnızca 2023 yılının son çeyreğinde İsrail'e 2,1 milyon avro değerinde silah sağladı.
İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto, 14 Mart'ta parlamentonun üst kanadı Senato'da soruları yanıtlarken, İsrail'e 7 Ekim 2023'ten bu yana silah gönderilip gönderilmediği sorusuna, "7 Ekim'den sonra Silah Malzemeleri Yetki Biriminden İsrail'e yeni silah nakline ilişkin yeni bir yetki verilmedi. Devam eden bir askıya alma durumu söz konusu. Askıya alma, zamanında ve kesin biçimde tanımlandı." yanıtı vermişti.
İtalya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani de farklı vesilelerle İsrail'e silah ihracatının, yasaları gereği durdurulduğunu bildirmişti.
Öte yandan, ekonomi dergisi Altraeconomia'nın 13 Mart tarihli haberinde, İtalya'nın önde gelen savunma sanayi firması Leonardo iştiraklerinden Alenia Aermacchi'den İsrail'e bazı askeri hava araçlarına dair malzemelerin tedarik edildiği kaydedildi. Derginin 22 Mayıs tarihli haberinde ise Gümrük Ajansı verilerinin, Roma'nın Aralık 2023-Ocak 2024 döneminde Tel-Aviv'e silah ve mühimmat ihraç ettiğini doğruladığı belirtildi.
İtalya'nın 2014-2022 yıllarında, savaş gemileri, hafif silahlar, toplar, uçaklar ve mühimmat da dahil olmak üzere İsrail'e verdiği ihracat lisanslarının değeri toplam 114 milyon avroydu.
Londra merkezli "Silahlı Şiddete Karşı Eylem (AOAV)" kuruluşunun raporuna göre, İsrail'in 2016'dan bu yana satın aldığı F-35 savaş uçaklarının üretiminde kullanılan malzemelerin yüzde 15'i İngiltere menşeli firmalardan sağlanıyor.
Gazze'ye süren saldırılara rağmen İsrail'e F-15, F-16 ve F-35 savaş uçakları için parçalar dahil silah sağlamaya devam eden İngiltere'nin askeri teçhizat ihracatı için 28 mevcut ve 28 bekleyen lisansı bulunuyor.
İngiltere hükümeti, 2015'ten bu yana İsrail'e tek bir lisansla 448 milyon sterlinden fazla silah ihracatı yaparken, F-35 uçakları için sağlanan parçalarda özel onay gerektirmeyen açık lisans kullanıldığı için bu rakamın gerçekte daha fazla olduğu değerlendiriliyor.
Hükümet, 7 Ekim'den bu yana İsrail'e doğrudan silah tedarik edilmediğini savunsa da ülkedeki özel şirketlerin silah sağlamayı sürdürdüğü tahmin ediliyor.
Ocak 2024'te İspanya Dışişleri Bakanı Jose Manuel Albares, ülkesinin 7 Ekim'den bu yana İsrail'e silah satmadığını bildirse de "Centre Delas" tarafından yürütülen araştırmaya göre İspanya, Kasım 2023'te İsrail'e 987 bin avro değerinde mühimmat tedarik etti.
"Silah Ticaretine Karşı Kampanya (CAAT)" isimli organizasyonun 2014-2022 yıllarını kapsayan verilerine göre, İspanya'dan İsrail'e sağlanan ihracat lisanslarının değeri, mühimmat, askeri araç ve tank ile patlayıcı cihaz transferleri de dahil olmak üzere toplam 99 milyon avroydu.
Hollanda, Portekiz, Belçika, Avusturya, İrlanda
İlgili tarihler arasında Hollanda, İsrail'e toplam 19 milyon avro değerinde silah satışı yaparken, silah ticareti sadece 2022'de verilen 10 milyon avroluk ihracat lisansıyla zirveye ulaştı.
Şubat 2024'de Lahey'deki Temyiz Mahkemesi "İsrail'in F-35 savaş uçaklarının uluslararası insancıl hukukun ciddi ihlallerinde kullanılabileceğine dair açık bir risk" olduğunu belirterek, hükümetin tüm F-35 savaş uçağı parçalarının İsrail'e ihracatını engellemesine hükmetti.
Öte yandan, Hollanda "uluslararası insancıl hukukun daha fazla ihlal edilmesini ve insan haklarının ihlal ve suistimal edilmesini önlemek" amacıyla İsrail'e silah satışının durdurulmasını öngören Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi (BMİHK) kararında çekimser kaldı.
Portekiz'den İsrail'e 12,5 milyon avronun üzerinde ihracat lisansı verilirken, bunların çoğunu uçaklarla ilgili malzemeler oluşturdu.
İsrail'e silah satışını durdurduğunu Mayıs 2024'te açıklayan Belçika, 2014-2022 yıllarında İsrail'e patlayıcılar, hafif silahlar ve uçak parçaları dahil olmak üzere 46 milyon avro değerinde silah transfer etti.
Avusturya'nın İsrail için çıkardığı silah ihracat lisanları toplamı 33 milyon avroya ulaştı.
Slovakya, Çekya, Macaristan, Polonya
Slovakya'dan İsrail'e yapılan ihracatın toplam değeri 117 milyon avro olurken, bunların 12 milyon avroluk kısmını araç ve tank satışı oluşturdu. Slovak silah şirketi MSM Group'un İsrail'e Dana-M1 sistemleri ve RM-70 roketatarları sattığı da biliniyor.
Çekya, İsrail'e 2014-2022 yıllarında mühimmat, askeri araç, tank ve hafif silahlar dahil 127 milyon avro değerinde ihracat lisansı verdi.
Ekim 2023'te Çek silah şirketi STV Group'un İsrail'e 3 bin balistik yelek plakası teslim edeceği duyurulurken, ilgili bakanlıklarının bunların ihracatı için gerekli lisansları çoktan verdiği bildirildi.
Macaristan, İsrail'e ilgili dönemde 15 milyon avronun üzerinde silah satışı yaptı. Macaristan ayrıca Ağustos 2023'te İsrailli ve Alman şirketlerle ülkenin Zalaegerszeg kentinde insansız hava araçları üretmek üzere anlaşma imzaladı.
Polonya'dan İsrail'e verilen ihracat lisanslarının toplam değeri 4,9 milyon avroyu bulurken, bu miktarın önemli bir kısmını patlayıcılar oluşturdu.
Romanya, Slovenya, Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan
CAAT'ın verileri, Romanya'nın İsrail'e verdiği ihracat lisanslarının toplam değerinin 427 milyon avro olduğunu gösteriyor.
Bu lisansların çoğunluğunu, toplam 62 milyon avroyla uçaklarla ilgili transferler oluştururken, Romanya'dan İsrail'e askeri araç, tank, patlayıcı cihaz ile mühimmat transferi de yapıldı.
Romanya, "uluslararası insancıl hukukun daha fazla ihlal edilmesini ve insan haklarının ihlal ve suistimal edilmesini önlemek" amacıyla İsrail'e silah satışının durdurulmasını öngören BMİHK kararında çekimser oy kullandı.
Slovenya ile İsrail arasındaki askeri araç, tank ve hafif silahlarla ilgili transferleri kapsayan ihracat lisanslarının toplam değeri 6,1 milyon avro oldu. Ocak 2024'te Savunma Bakanlığı, "Slovenya'nın, ihracatın, ihraç edilen silahların son kullanıcısı olan ülkede çatışmaları tırmandırması veya çatışmalara izin vermesi durumunda reddetmeyi öngören savunma yasasına dayanarak 1 ihracat lisansını reddettiğini" doğruladı.
BMİHK kararına aleyhte oy kullanan 6 ülkeden biri olan Bulgaristan, İsrail'e 11 milyon avro değerinde patlayıcılar ve 8 milyon avro değerinde hafif silah olmak üzere toplam 49 milyon avro değerinde silah sağladı.
Sırbistan'ın devlete ait ana silah üreticisi Yugoimport-SDPR, Mart 2024'te İsrail'e 14 milyon avro değerinde silah ihraç ettiğini bildirdi. Mart ve Nisan 2023'te ise devlete ait mühimmat üretim fabrikası Prvi Partizan'dan İsrail'e 780 bin avroluk mal transfer edildi.
Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı'na (BIRN) göre, Ekim 2023'ten bu yana Sırbistan'dan İsrail'e iki büyük silah veya mühimmat sevkiyatı gerçekleşse de bu anlaşmalar gizlendi.
Yunanistan ve İsrail arasında bulunan 21 ihracat lisansının toplam değeri ise 7,6 milyon avro olarak kaydedildi.
İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya
İsveç'in İsrail için çıkardığı ihracat lisanslarının toplam değeri 1,3 milyon avronun biraz altında olurken, bunların çoğu silah nişangahları ve kontrol sistemlerinin satışını kapsadı.
İsveç Savunma Malzeme İdaresi, Ekim 2023 sonunda İsrailli savunma şirketi Elbit Systems ile yaklaşık 170 milyon dolar değerinde 10 yıllık anlaşma imzaladı.
Norveç'te yasalarla savaş halindeki herhangi bir ülkeye silah satışı yasaklanmış olsa da ülke basınında çıkan haberlere göre, yasalarda Norveçli silah üreticilerinin yabancı şirketler aracılığıyla İsrail'e silah satmasına izin veren boşluk bulunuyor.
Norveç hükümetinin yüzde 50 hissesine sahip olduğu Nammo şirketinin ABD'nin Arizona eyaletinde "Nammo Talley" adında, M72 tanksavar füzeleri ve silah üreten yan şirketi bulunuyor. Norveç yayın kuruluşu NRK'de ise bir M72 roketatarın İsrail askerleri tarafından kullanıldığına dair haber yer aldı.
ABD'deki yan şirketin bir yetkilisi, "Norveç yasalarının ABD'de geçerli olmadığını" ve "nereye ihracat yapılabileceğini nihai ürünü üreten ülkenin belirlediğini" savundu. Bu durum, ülkeler tarafından uygulanan sıkı ihracat düzenlemelerinin, üçüncü ülkelerde bulunan şirketler aracılığıyla baltalanabileceğini gösterdi.
Danimarka'dan İsrail için çıkarılan lisanslar 1 milyon avrodan fazla değere sahip olurken, 2022'de 403 bin avro değerinde lisansın verilmesiyle iki ülke arasında şimdiye kadarki en büyük satış gerçekleşmiş oldu.
Yerel basında çıkan haberlere göre, Gazze'yi bombalamak için kullanılmış olması muhtemel F-35'lerin üretim ve bakımında Danimarka'ya ait parçalar kullanıldı. Mart 2024'te Oxfam, Af Örgütü, Action Aid ve Al-Haq'ın yerel şubelerinden oluşan bir grup sivil toplum kuruluşu İsrail'e silah ihracatı nedeniyle Danimarka hükümetine dava açtı.
Finlandiya ve İsrail arasındaki ihracat lisanslarının değeri, elektronik ekipman, zırh ve silah nişangahlarının transferi dahil toplam 2,4 milyon avronun üzerinde oldu.
Letonya, Litvanya, Estonya
Letonya'nın İsrail için verilen ihracat lisanslarının değeri toplam 5,9 milyon avro olurken, yalnızca 2022'de 4,1 milyon avro değerinde ihracat lisansı verildi.
Avrupa'da İsrail'e en az silah satışı yapan ülkelerden Estonya'nın, İsrail'e küçük silahların transferini kapsayan 321 bin avroluk ihracat lisansı bulunuyor. Litvanya'nın İsrail'e verdiği lisansın toplam değeri ise yaklaşık 310 bin avro.
Diğer ülkeler
İlgili tarihler arasında Hırvatistan'ın İsrail'e verdiği ihracat lisanslarının toplam değeri 681 bin avrodan daha az olurken, bunlar zırh ve mühimmatları kapsadı.
Lüksemburg-İsrail arasındaki ihracat lisansları yaklaşık 671 bin avro olarak kaydedilirken, Malta'nın İsrail'e verilen ihracat lisanslarının toplam değeri ise 17,5 milyon avronun üzerinde oldu.
Güney Kıbrıs Rum yönetiminin (GKRY) İsrail'e sağladığı lisansların değeri 97 bin avro olsa da GKRY'nin İsrail'e destek için Batılı ülkelerin askeri yığınağına ev sahipliği yaptığı iddia edildi.
Basında çıkan haberlere göre, İngiltere Savunma Bakanlığının GKRY'deki üssü, İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'yı bombalamaya başlamasından bu yana Tel Aviv'e 30'dan fazla askeri nakliye uçuşuna aracılık etti.
Bu askeri üste bulunan 40'tan fazla ABD ve 20 İngiliz nakliye uçağı ile 7 ağır nakliye helikopteri aracılığıyla İsrail'e silah, askeri personel ve teçhizat taşındığı öne sürüldü. Bakanlık ise uçuşların niteliğini "ulusal güvenlik" gerekçesiyle açıklamayı reddetti.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/avrupa-ulkeleri-gazzeye-saldirilarini-surduren-israili-silahlandiriyor/3270902 | 6,645 | 13,513 |
Blok zincir ve yapay zeka işbirliği birçok sorunun önüne geçebilir
Kripto para piyasasının arkasındaki teknoloji olan blok zincir ile yapay zekanın işbirliğinin, dolandırıcılık, veri gizliliğinin ihlali gibi birçok sorunun önüne geçebileceği değerlendiriliyor.
Ankara
AA'nın, "Yapay Zeka Çağına Doğru" başlıklı dosyasının dördüncü haberinde, blok zincir teknolojisi ve kripto para ekosisteminde yapay zekanın kullanımı ele alındı.
Kripto para ekosisteminin arkasındaki teknoloji olan blok zincir, verilerin dijital ortamda üretildiği ve blok denilen parçalara işlendiği sistemler olarak biliniyor. Verileri içeren blokların birbirine bağlandığı bu sistemde, her bir blok önceki ve sonraki bloktan bilgileri de içeriyor. Bu nedenle bu teknolojide bir bloktaki bilgiyi değiştirmek için tüm blokların değiştirilmesi gerekiyor.
Yapay zeka, bu teknolojinin birçok farklı alanında kullanılabiliyor. Blok zincir üzerindeki kimlik doğrulama süreçleri ile işlemlerin takibinin yanı sıra tedarik zincirlerinin oluşturulması gibi alanlarda yapay zeka teknolojisinden yararlanılıyor.
Blok zincir üzerinde üretilen kripto paraların alım satımı, bu varlıkların takibinde ve sınıflandırılmasında da yapay zeka teknolojisi kullanılıyor.
"Zayıflıklarını gidermek için beraber çalışabilirler"
Blok zincir ve yapay zeka teknolojilerinin işbirliğinin bu iki alandaki benzer sorunların giderilmesine imkan yaratabileceği düşünülüyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilgisayar Teknolojileri Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Çağla Gül Şenkardeş, blok zincir ve yapay zekanın benzer zayıflıklara sahip olduğunu ve bu zayıflıkları gidermek için iki teknolojinin birlikte çalışabileceğini söyledi.
Blok zincirin ölçeklenebilirlik ve verimlilik, yapay zekanın ise güvenilirlik ve gizlilik gibi sorunlar içerdiğini dile getiren Şenkardeş, "Bu iki teknolojinin birlikteliği, bu zayıflıklarının hızlı gelişimi için kaçınılmaz görünmektedir. Beklediğimiz devrim de birbirlerini tamamlayarak bir sonraki dijital neslin altyapısı olmaya aday olmalarıdır." dedi.
Şenkardeş, her iki teknolojinin veriyle ilişkisine işaret ederek, blok zincirin, yapay zekanın kararlarını daha şeffaf, açıklanabilir ve güvenilir hale getirebileceği belirtti.
Yakın gelecekte blok zincir ve yapay zeka teknolojilerinin birlikte çalışmalarının ekosistem için sınırsız yenilikler sunabileceğini dile getiren Şenkardeş, şu değerlendirmede bulundu:
"Sağlıktan finansa birçok farklı endüstrideki blok zincir ile yapay zeka entegrasyonuyla çalışan sistemler, veri güvenliği ve veri güvenilirliği konusunda çok daha verimli sonuçlar alınmasını sağlayacaktır. Kişisel verilerin gizliliği ve mahremiyet konularında yapay zeka çalışmalarında blok zincirler üzerinde veri yönetimi yapılması, bu konuda üretilen yapay zeka tabanlı ürün ve hizmetlerin daha hızlı kabul görmesini ve yaygınlaşmasını sağlayabilecektir."
"Yapay zeka, kripto para dolandırıcılığını önlemede etkili"
Binance Türkiye Pazarlama Direktörü Harika Eldoğan da kripto para borsalarının yapay zeka teknolojisini, dolandırıcılığın tespiti ve önlenmesinin yanı sıra müşteri desteğinin geliştirilmesi için de kullandığını söyledi.
Yapay zekanın Büyük Dil Modeli (LLM) gibi farklı modeller kullanarak kripto para borsalarında dolandırıcılıkları tespit etmeye yardımcı olduğunu belirten Eldoğan, bu modellerin internet üzerindeki metinleri kullanarak eğitildiğine işaret etti.
Eldoğan, kuruluşların akademi bölümlerinin de ChatGPT'ye dayanan araçlar kullandıklarını ve böylece blok zinciri ve kripto paralarla ilgili öğrenme süreçlerini desteklediklerini dile getirerek, "Kripto ve arkasındaki teknolojiyi anlamak için kullanıcılar istediklerini tam olarak anlayana kadar sorular sormaya devam edebilirler. Bu gibi araçlar, kriptonun benimsenmesini artırmada heyecan verici bir rol oynayacaktır." diye konuştu.
"Borsalarda yapay zekanın güçlü veri işleme yeteneği sıkça kullanılıyor"
Bitget COO'su Vugar Usi Zade de yapay zekanın, kripto para ekosisteminde verimliliği önemli ölçüde artırabileceğini ve operasyonel maliyetleri azaltabileceğini belirtti.
Yapay zekanın, blok zincir verilerini analiz etme ve izleme yeteneğiyle kripto para işlemlerini güvenlik açısından güçlendirdiğini ifade eden Zade, bu durumun potansiyel bilgisayar korsanlığı saldırıları ve hırsızlık risklerini azalttığını bildirdi.
Zade, yatırımcıların borsalarda yapay zekanın güçlü veri işleme yeteneğini sıkça kullanarak yatırım stratejilerini belirlediklerine işaret ederek, "Yapay zeka işlem botları, terabaytlarca kripto piyasası verisini kullanarak erişilebilir ve güçlü işlem stratejileri sunarak yatırımcıların kazançlarını optimize etmelerine ve stratejilerini tercihlerine göre ayarlamalarına olanak tanıyor." dedi.
"Yapay zeka, kripto para borsalarını daha rekabetçi ve yenilikçi yapıyor"
CoinTR Üst Yöneticisi (CEO) Ali Eşelioğlu da algoritmaların ve karmaşık matematiksel problemlerin egemen olduğu bu alanda, yapay zekanın öğrenme ve adaptasyon yeteneği, işlemleri otomatize etme, piyasa analizi ve dolandırıcılık tespiti gibi konularda önemli farklar yaratabileceğini söyledi.
Yapay zekanın otomatik alım-satım botları sayesinde piyasa trendlerini takip edip veri analizleri yapabildiğini vurgulayan Eşelioğlu, aynı zamanda dolandırıcılık ve diğer yasa dışı faaliyetleri tespit etme konusunda da bu teknolojiden yararlanıldığını ifade etti.
Eşelioğlu, ek olarak müşteri hizmetleri ve destek alanında da yapay zekadan yararlanıldığını, chatbotlar ve sanal asistanlar sayesinde yatırımcıların sorularına hızlı ve etkili yanıtlar verildiğini belirterek, "Yapay zekanın sunduğu bu geniş yelpazedeki faydalar, kripto para borsalarının daha rekabetçi ve yenilikçi olmalarına olanak tanıyor." dedi. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/blok-zincir-ve-yapay-zeka-isbirligi-bircok-sorunun-onune-gecebilir/3189711 | 2,708 | 5,666 |
Cezeri yolu açtı, yapay zeka hayatı akıllandırdı
Tarihte Cezeri'nin çalışmalarıyla temelleri atılmaya başlanan yapay zeka projeleri, 9 asır sonra sanayiden ticarete, eğitimden sağlığa kadar her alanda değişim ve dönüşümün aktörü oldu.
Ankara
AA'nın, "Yapay Zeka Çağına Doğru" başlıklı dosyasının ilk haberinde "hayatı akıllandıran" teknolojide dünden bugüne yaşanan gelişmeler ele alındı.
Yapay zeka, insan aklını taklit ederek sürekli bilgi toplayan, dış dünyanın gereksinimlerine göre kendisini yenileyen, görevlerini yerine getirip amacına göre hareket edebilen yapay veya biyolojik sistemlerin kontrol ve haberleşmesi olarak tanımlanıyor.
Bu teknoloji, bankacılıktan finansal hizmetlere, sigortadan kamuya, havacılıktan savunma sanayisine, otomotivden sağlığa, bilgi teknolojilerinden telekoma, üretimden eğitime, perakendeden e-ticarete, enerjiden medya ve eğlenceye kadar yüzlerce sektörün dönüşümünde anahtar rol oynuyor.
Cezeri yapay zekanın öncü adımlarını attı
Dünyaca tanınan bilim insanları Fransız Blaise Pascal ve İngiliz Charles Babbage bu alanda önde gelen isimler olarak bilinse de aslında 9 asır önce Ebu'l İz El Cezeri dünyadaki ilk robotu yapan, sibernetik ve bilgisayar biliminin babası olarak görülüyor.
Enerji kaynağı, yönetim mekanizması ve geri besleme sistemlerinin tümünün su, buhar ve havanın itiş gücüyle yapıldığı buluşlarını kitabında toplayan Cezeri'nin Leonardo da Vinci'ye ilham kaynağı olduğu belirtiliyor.
"Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap" adlı eserinde bugünkü sibernetik, bilgisayar ve robot biliminin temellerini atan Cezeri'nin yaptığı otomatik saat, su pompaları ve otomatik abdest alma makinesi tarihteki ilk robotlar olarak kabul ediliyor. Bu projeler aynı zamanda yapay zekaya uzanan sürecin başlangıcı olarak görülüyor.
İlk yapay zeka patent başvurusu 1950'lerde
Yapay zeka projelerinde gelişimi hızlandıran süreç 2. Dünya Savaşı oldu. Yoğun hava saldırılarına karşı hava savunma sistemlerinin hızlı ve hassas şekilde çalışması, radar antenlerinin hedefe otomatik dönmesi ve hedefini kendi kendine bulan uçaksavar topuna ihtiyaç duyulması bu yöndeki projelere ağırlık verilmesini beraberinde getirdi.
Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) raporuna göre, 1950'li yıllar yapay zeka alanındaki patentleşme sürecinin başladığı dönem olurken en çok başvuru Japonlar, Güney Koreliler ve ABD'lilerden geldi.
Sonraki yıllarda savaş dışında pek çok sektörde yapay zeka uygulamaları kullanılmaya başlandı.
1980'li yıllara gelindiğinde Amerikan Yapay Zeka Derneğinin de kurulmasıyla "gelecek" temalı bilim kurgu filmlerinde yapay zeka kavramı işlenmeye başlandı.
Teknoloji şirketleri oyuna girdi
Bu teknoloji, zaman ilerledikçe satrançtan televizyon programlarına kadar farklı alanlarda kendisini gösterdi. Özellikle IBM'nin "Deep Blue"sunun Garry Kasparov ile girdiği satranç karşılaşmasını kazanması, Watson bilgisayarının ise düzenlenen yarışmada TV programı "Jeoparody!" şampiyonlarını yenmesi o yıllarda tarihe geçen olaylar oldu.
2010'lu yıllara gelindiğinde teknoloji şirketleri bu alanda daha çok ürün ve yazılım geliştirmeye başladı. Apple "Siri"sini 2011'de, Amazon ise "Alexa"sını 2014'te kullanıcılarına tanıttı.
Microsoft ise eski adı Twitter olan X'te hesap açtığı Tay isimli chatbotu insanlar tarafından yanlış yönlendirildiğinden dolayı 24 saat içinde kapatmak durumunda kaldı.
Daha sonra bilim insanı Ian Goodfellow tarafından "Çekişmeli Üretici Ağlar" bulundu ve bu da yapay zekanın gerçeğe benzer sahte üretimler yapabilmesinin önünü açtı.
Söz konusu gelişmelerin ardından "faydalı yapay zeka" ve "yapay zeka güvenliği" konuları gündeme sıkça gelmeye ve bu teknolojinin güvenilirliği sorgulanmaya başlandı.
Yeni beceriler kazanıyor
Yakın dönemdeki gelişmelerle yapay zekanın sesli, yazılı ve görsel sanatlar üzerinde de yetkinlik kazandırılması sağlandı.
Transformers Networks denilen dönüştürücü ağlarla yeni bir "sinir ağı" türü tanıtılması ve 2019'da OpenAI tarafından 1,5 milyar parametreli GPT-2'nin yayınlanması bu dönemin başlangıcı oldu.
Asıl paradigma değişiklikleri 2020'de 175 milyar parametreli GPT-3 ve 2021'de yazıyla tarif edilen resimleri üretebilme yeteneği olan DALL-E adlı çalışmalarla yaşandı.
Sonrasında bu teknolojinin GPT-4 ve DALL-E 3 versiyonları da piyasaya sürülürken Meta LLaMA, Google Gemini, Microsoft Copilot ve X'in xAI Grok sohbet robotları kullanıma alındı.
OpenAl'ın yeni yapay zeka modeli Sora ise metin komutlarıyla gerçekçi ve yaratıcı sahneler oluşturarak video veya film çekilmesine olanak sağladı.
Türkiye'de ilk patent başvurusu 1995'te
Bu dönüşüm sürecinin ana aktörlerinden olmak isteyen Türkiye'de ise yapay zeka alanındaki gelişmeler 1990'ların sonunda hızlandı. Yapay zeka alanında ilk yabancı patent başvurusu 1995'te, ilk yerli müracaat ise 1998'de gerçekleşti. Patent talebinin geldiği yerli projeler kara yolları ve finans alanındaydı.
2000 ve 2001 yıllarındaki birer başvuruyu, 2005'te çift haneli, 2012'de ise 3 haneli müracaatlar takip etti. Yerli patent başvuruları 2021'de 630 ile rekor kırdı. Geçen yıl ise toplam 498 başvuru Türk Patent'e ulaştı.
Yabancı patent başvuruları da bu süreçte devam etti. Sadece geçen yıl 171 başvuru alındı. Böylece sadece geçen yıl 669 patent başvurusu yapılmış oldu.
Yerli ve milli yapay zeka çalışmaları başladı
Öte yandan Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı (T3 Vakfı) yapay zeka alanında Türkiye'nin büyük dil modeli T3 Ai'LE projesini başlattı.
TÜBİTAK BİLGEM bünyesinde Yapay Zeka Enstitüsünün kurulması da tarihi aşamalardan biri olarak kayıtlara geçti. Enstitü, yapay zeka tabanlı inovasyon, büyüme, üretkenlik oluşturma ve sürdürme çalışmalarına öncülük ediyor.
Bu kapsamda çıkılan çağrılarla "Türkiye Yapay Zeka Ekosistemi"nin geliştirilmesi amaçlanıyor.
Küresel yapay zeka pazarı, geçen yıl itibarıyla çeyrek trilyon doları aşarken bu pastadan pay almak isteyen Türkiye'nin de aralarında olduğu ülkeler çalışmalarını hızlandırdı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde hazırlanan ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen Milli Teknoloji Hamlesi ile büyük veri ve yapay zeka gibi konularda bireylerin ve işletmelerin yetkinliklerinin artırılması ve bu teknolojilere dayalı akıllı sistemlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik tedbir, destek ve teşvik programları uygulamaya alındı.
Türkiye'nin 5 yıllık dönemdeki yapay zeka çalışmalarına yön verecek ilk "Ulusal Yapay Zeka Stratejisi" 2021'de kamuoyuna tanıtıldı. Bununla aralarında en az 50 bin kişilik istihdam, GSYH'ye yüzde 5'lik katkı ve uluslararası yapay zeka endekslerindeki sıralamada ilk 20 ülke arasında girmek gibi hedefler konuldu.
Böylece Türkiye'de 2017 yılında toplam 10 olan yapay zeka girişimi sayısı bu yıl itibarıyla 600'e ulaştı.
Yeni projeler yolda
Türkiye'de yapay zeka ekosistemini geliştirmek için siber güvenlikten AR-GE'ye, politika ve stratejilerin belirlenmesinden mevzuata kadar geniş kapsamda eşzamanlı çalışmalar devreye alınıyor.
Bu kapsamda Dijital Avrupa Programı ile yüksek başarımlı hesaplama, yapay zeka, veri ve siber güvenlik alanlarında kritik dijital altyapıların kurulması ve stratejik öneme sahip yenilikçi dijital teknolojilerin geliştirilmesi desteklenecek. İkinci aşamada kurulan altyapıların ve dijital teknolojilerin KOBİ'lerin, kamu kurumlarının ve vatandaşların erişimine açılması ve kullanımı yaygınlaştırılacak.
İşletmelerin Bakanlığa, bir yol haritası ve yatırım planı çerçevesinde sunduğu dijital dönüşüm projeleri "Dijital Dönüşüm Destek Programı" kapsamında teşvik belgesine konu edilecek.
Sanayide Dijital Dönüşüm IPA Projesi ile imalat sanayisinin dijital dönüşümüne yönelik politika ve uygulama altyapısı güçlendirilecek ve dijital dönüşüm ekosistemi geliştirilecek.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/cezeri-yolu-acti-yapay-zeka-hayati-akillandirdi/3187759 | 3,754 | 7,850 |
Diyarbakırlı dondurmacı TKDK desteğiyle büyüttüğü tesisinden ihracat yapmaya hazırlanıyor
Diyarbakır'da 20 yıl önce butik olarak dondurma üretimine başlayan eczacılık fakültesi mezunu çift, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumundan (TKDK) aldığı destekle tesislerini büyüterek dondurma ihracatı yapmayı hedefliyor.
Diyarbakır
Anadolu Ajansının (AA) kırsal kalkınma destekleriyle hayata geçirilen yatırımları ele aldığı ve eylülde tamamlanması planlanan "Kırsalı Geliştiren Destekler" başlıklı dosya haberinin yedinci bölümünde, AA muhabirleri TKDK desteğiyle dondurma tesisini büyüten Eldar Gıda Dış Ticaret Limited Şirketi sahibi Cengizhan Erol ile görüştü.
- Hayalindeki çiftliği kurmak için yurt dışından Şanlıurfa'ya döndü
- TKDK desteğiyle AB standartlarında kesimevi kurdu
- TKDK desteğiyle kurduğu çiftlikte günlük 3,5 ton süt üretiyor
- TKDK desteğiyle dünyanın dört bir yanına döner ihraç etmeye başladı
- TKDK desteğiyle tüm Türkiye'ye süt ürünleri göndermeye başladı
- Çanakkaleli çiftçi TKDK desteğiyle kurduğu modern tesiste süt üretiyor
Fotoğraf: Aydın Arik/AA
Diyarbakır'da 20 yıl önce eşiyle eczacılık yaparken memleketlerine değer katmak için bir işletme kurmayı düşündüklerini belirten Erol, bu düşünceyle butik olarak dondurma üretimine başladıklarını anlattı.
Erol, müşterilerden olumlu tepkilerden sonra işletmelerini daha da geliştirmek için TKDK desteği için başvuruda bulunduklarını söyledi.
TKDK'ye 2021'de başvuru yaptıklarını ve onay aldıklarını kaydeden Erol, "TKDK'den 3 milyon 600 bin lira civarında bir destek aldık. Bu TKDK'den alacağımız desteğin ilk yarısı. Projemizin etapları tamamlandığında yatırım tutarımız yaklaşık 30 milyon lira olacak. İkinci ve üçüncü etaplarda da destek için başvurularımız olacak. Bu etaplarımız tamamlanırsa tesis Türkiye'de iyi bir dondurma üretim yeri olacak." ifadelerini kullandı.
Erol, Diyarbakır'da 11 noktada dondurma satışı yaptıklarını belirterek, "Pazar bizim için çok açık. Diğer illerde satış noktası için teklifler alıyoruz. Kapasite eksikliğinden bunlara cevap veremiyorduk. Bu yıldan sonra TKDK'den aldığımız desteğin de katkısıyla günlük 1 ton dondurma üretim kapasitesine çıkacağız. Bundan sonra ilk etapta Ankara ve İzmir'in taleplerini yerine getirmeyi düşünüyoruz. Sonrasında Irak ve Suriye pazarına gireceğiz." dedi.
Dondurmalarını Mardin civarından getirdikleri dağ keçisi sütüyle yaptıklarını dile getiren Erol, üretim tesisinde 45 kişinin çalıştığını söyledi.
Tesiste Simdo Dondurma markasıyla 100, 250 ve 500 gram paketli Maraş usulü ve 100 gramlık çubuklu dondurma üretimi yapılıyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/diyarbakirli-dondurmaci-tkdk-destegiyle-buyuttugu-tesisinden-ihracat-yapmaya-hazirlaniyor/2994433 | 1,385 | 2,745 |
Ekosistem esaslı balıkçılık olmazsa hamsi ve istavrit tükenebilir
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı, ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçilmemesi durumunda avlanan balık miktarının giderek azalacağı uyarısında bulundu.
İstanbul
AA'nın iklim krizinin balıkçılık sektörü üzerindeki etkilerine yönelik hazırladığı haber dosyasının dördüncü ve son bölümünde, Türkiye denizlerindeki balık stokları ve ekosistem gözetilmeden yapılan balıkçılığın bu stoklara etkisi ele alındı.
- Sıcaklık artışıyla Karadeniz'e yayılan türler deniz ekosistemini tehdit ediyor
- Artan avlanma süreleri balıkçılığı sürdürülebilirlikten uzaklaştırıyor
- İklim değişikliği balıkçıların hayatını tehlikeye atıyor
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Sarı, dünya su ürünleri üretimi içinde avcılık yoluyla sağlanan üretimin giderek azaldığını, bu durumun nedenlerinin başında aşırı avcılık, kirlilik, baskın türlerin diğer türler üzerindeki etkisi, küresel ısınma nedeniyle istilacı türlerin artması ve bunun doğal sonucu olarak biyoçeşitlilikte yaşanan değişim ile denetim ve kontrollerde istenen başarının sağlanamaması gibi faktörlerin geldiğini söyledi.
Avcılık ve üretim dahil olmak üzere su ürünleri üretim miktarının 800 bin tonun üzerinde olduğunu aktaran Sarı, "Bu 800 bin tonun 300 bin tonunu biz denizlerden avlıyoruz. Geriye kalan miktar 500 küsur bin ton. Bunu da yetiştiricilik yoluyla elde ediyoruz. Halbuki 2000 yılına gittiğimiz zaman avcılık 600 bin ton, yetiştiricilik 60 bin ton civarında. Yani avcılık 24 yıl içerisinde yarı yarıya azalmış. 600 bin tonlardan 300 bin tona gerilemişiz. 300 bin ton balığımız kayıp. Yetiştiricilikte ise çok iyi bir ivme yakalamışız ve bu ivmeye paralel olarak da neredeyse avladığımızın 2 katına yakın bir balık yetiştiriyoruz." dedi.
Su ürünleri yetiştiriciliğindeki artışın tamamen olumlu olarak algılanmaması gerektiğini ifade eden Sarı, 1 kilogram çipura, levrek veya alabalık yetiştirmek için denizden 2,5 ila 6 kilogram balık avlandığını, bu nedenle denizlerdeki balık stoku biterse yetiştiricilik imkanının da kalmayacağını belirtti.
En çok hamsi avlanıyor, en fazla balık Karadeniz'de
Yıllar içinde avlanan balık miktarındaki azalışın balıkçılık yönetimindeki sıkıntıları ortaya koyduğu görüşünü paylaşan Sarı, şöyle devam etti:
"Şu anda Avrupa'da su ürünleri yetiştiriciliğinde Türkiye birinci sırada yer alıyor. Belçika'ya gider orada bir çipura sipariş ederseniz o çipura yüzde 80 bizim Güney Ege'de yetiştirilmiştir. O kadar iddialıyız. Bu iyi bir şey, evet ama sürdürülebilirliği için denizlerdeki balık stoklarımızı korumamız lazım. İstatistikler bize çok şey söylüyor aslında. Yani 1980'li yıllardan itibaren 600 bin tonlara kadar çıkmıştı avcılığımız sonra azaldı, önce 400-500 bin tonlara geriledi. Şu anda 300 bin tonlarda. 2022 istatistikleri üzerinden konuşuyoruz. Resmi veri şu anda bu, 126 bin tonu hamsi, 50 bin tonu palamut, 16 bin tonu sardalya, 15 bin tonu istavrit, 11 bin tonu çaça, 8 bin tonu mezgit ve 4 bin tondan biraz fazlası karides. Yine 8 bin ton civarında da salyangoz avlamışız. Kaç tane türden bahsettik? 7 tane türden bahsediyoruz. Hadi 3 tane daha ekleyelim, 10 tane tür var."
Türkiye'de balıkçılığın hamsi, istavrit ve sardalya gibi küçük pelajik türler üzerinde yoğunlaştığından ve fakirleşerek kendini döndürmekte güçlük çektiğinden bahseden Sarı, toplam avcılık içerisinde en yüksek payın yüzde 70'le Karadeniz'e ait olduğu, Marmara'nın payının yüzde 7 ile yüzde 13 arasında değiştiği, Ege Denizi'nin yüzde 12 ila 13, Akdeniz'in ise yüzde 7 ila 10'luk paya sahip olduğu bilgisini paylaştı.
Marmara'da 2000'li yılların başında avlanan balık miktarının 80 bin tonlara kadar çıktığını fakat şu anda bu miktarın 24 bin tona düştüğünü dile getiren Sarı, "300 bin ton avcılığın içinde Marmara'da en fazla 30 bin ton balık avlanıyor. Marmara bir biyolojik koridor. Bu koridorun kapıları olan boğazlarda avcılık kesinlikle durdurulmalı. 13 bin ton hamsi, sardalya, istavrit, lüfer, palamut, mezgit ve çok az, 3 bin 500 ton civarında karides avlamışız. Başka da dişe dokunur bir şey yok ama TÜİK verilerine bakarsanız Marmara'da 56 farklı tür balık avladığımız gözüküyor. 56 tür avlamışız da bunun kaç adedi ne kadarlık bir oranı temsil ediyor? 7 tane tür 21 bin ton ediyor. Yani Marmara'da avladığımız 24 bin ton balığın 21 bin tonu 7 türden geliyor. Tüketmişiz." değerlendirmesinde bulundu.
"Alıştığımız türlerdeki azalmayı telafi etmek için çaça gibi türleri soframızda görmeye başlayacağız"
Tek bir balık türünü korumayı esas alan tek tür esaslı balıkçılık yönetimi; sofralara gelen hamsi, istavrit, palamut gibi ticari türlerin korunmasını esas alan çoklu tür yönetimi; sadece ekosistemin sağlığını korumayı ön planda tutan ekoloji esaslı balıkçılık yönetimi ve hem ekosistemi hem balıkçıyı hem de insanı birlikte koruyan bir yaklaşımı olan ekosistem esaslı balıkçılık yönetimi olmak üzere, Türkiye'de 4 farklı balıkçılık yönetim sistemi olduğunu anlatan Sarı, balıkçılığın Türkiye'de çoklu tür yönetim sistemiyle yapıldığını fakat kademeli olarak ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçiş yapılması gerektiğini dile getirdi.
Sarı, şunları kaydetti:
"Ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçmezsek avcılık rakamlarımız azalmaya devam edecek ve tezgahlarda daha önce hiç yemediğimiz, hiç kıymet vermediğimiz türler göreceğiz. Önümüzdeki yıllarda hamsi, palamut, istavrit, lüfer gibi alıştığımız türlerdeki azalmayı telafi etmek için çaça gibi türleri soframızda görmeye başlayacağız ve daha çok sübvansiyonları yetiştiricilik sektörüne doğru yönlendirmek zorunda kalacağız ancak bu sürdürülemez bir şey.
Son 30 yıl içerisinde dünya devletlerinin yüzde 80'inden fazlası ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçiş yaptı. Denizlerde, okyanuslarda, sınırlar yok. Sınırlar bizim kafamızda, haritaların üzerinde. Balık için, ekosistem için sınır yok. Peru'daki hamsinin tükenmesi oradaki unun azalması, balık ununun azalması benim buradaki yetiştirdiğim çipurayı etkileyecek. Ben burada daha çok çipura yetiştiriyorsam denizden daha çok balık avlamak zorundayım. O zaman yapmamız gereken şey aslında çok basit. Yetiştiricilik sektörümüzü desteklemeye devam edelim ama bir sınırda tutmak zorundayız. Artık denizlerimiz bunu kaldırmıyor. Avladığımız balıkların miktarını şimdilik azaltmak ve bir düzenleme yapmak zorundayız."
Ekosistem esaslı balıkçılık yönetimi neden önemli?
Ekosistem esaslı balıkçılık yönetimiyle balık stoklarının, canlıların üreme kabiliyetlerinin ve kapasitelerini korunabileceğini vurgulayan Sarı, bu sistemle deniz ekosisteminin ve balıkçıların gelirlerinin de korunarak hamsi, istavrit gibi soflarda görmeye alışık olunan ticari türlerin devamlılığının sağlanabileceğini aktardı.
Sarı, ekosistem esaslı balıkçılık yönetimiyle birlikte yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
"Kirliliği ve habitat tahribini azaltacağız. Yani canlıların yaşadığı ortamlardaki kıyı tahriplerini, diplerin kazınmasını azaltacağız. Sonra koruma alanları oluşturacağız. Balıkların, canlıların rahatça üreyeceği, oradan bütün denize yayılacakları uygun koruma alanları oluşturacağız. Avcılık düzenlemelerini, balıkçılık düzenlemelerini sadece soframıza gelen türlerle sınırlı tutmayacağız. Eğer ben hamsi avlarken aynı zamanda vatozları da avlıyorsam bunun önüne geçmem lazım. Sonra balıkçıyı bu yönetim sisteminin bir parçası haline getireceğim. Karar alma süreçlerine etkin şekilde onların katılımını dikkate alacağım. İklim değişirken 1930'larda 1940'larda başlattığımız bir uygulamayı halen sürdürmekte ısrar etmeyeceğim. İklimin değişmesine bağlı olarak hızlı bir şekilde kararlarımı güçlü olarak alacak ve deniz kültürünü bir bütün halinde geliştireceğim."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/ekosistem-esasli-balikcilik-olmazsa-hamsi-ve-istavrit-tukenebilir/3291926 | 3,971 | 7,874 |
Fransa eleştirilse de İsrail'e silah parçası göndermeyi sürdürüyor
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları 9 aydır devam ederken dünyanın en büyük silah üreticilerinden Fransa'nın bu ülkeye silah parçaları göndermeyi sürdürmesi, kamuoyu ve sivil toplum kuruluşlarının tepkisini topladı.
Ankara
Gazze'de yaşanan yıkımın ve hak ihlallerinin boyutu, uluslararası kamuoyunda İsrail'e silah desteği sağlayan ülkelerin "suça ortak olduğu" ve sorumlu tutulması gerektiği tezini güçlendirdi.
"Batı'nın İsrail'e silah desteği" başlıklı dosya haberin 11. bölümünde AA muhabirleri, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları devam ederken Fransa'nın bu ülkeye silah ihracatını sürdürmesine, sivil toplum kuruluşları ve siyasilerden gelen tepkileri derledi.
Fransa İsrail'e her yıl ortalama 20 milyon avroluk askeri teçhizat sağlıyor
Fransa Savunma Bakanlığınca Meclise sunulan Temmuz 2023 tarihli silah ihracat raporuna göre, Fransa 2015'ten bu yana İsrail için 767 ihracat lisansı çıkardı. Ayrıca Fransa, her yıl İsrail'e ortalama 20 milyon avroluk askeri teçhizat satıyor.
Rapora göre, 2013-2022 yıllarında Fransa'dan İsrail'e gönderilen askeri teçhizatların değeri 207,6 milyon avroyu buldu.
Öte yandan, Fransa, 2014-2022'de İsrail için toplam değeri 2,5 milyar avro olan ihracat lisansları çıkardı.
Fransa'nın İsrail'e silah ticareti ülke gündeminde tartışma yarattı
Fransız araştırma sitesi Disclose ve Marsactu gazetesinin 25 Mart'ta yayımladığı ortak haberde, Fransa'nın Ekim 2023 sonunda İsrail'e en az 100 bin mitralyöz mermisi gönderdiği iddia edildi.
Ertesi günkü basın toplantısında AA muhabiri, Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu'ya bu iddiaları sordu.
Lecornu, "sosyal medyada yayılan çok sayıda yalan haber" bulunduğunu söyleyerek, İsrail'in Fransız savunma sanayisinden 2022'de 15 milyon avroluk malzeme sipariş ettiğini belirtti.
Bu siparişin Fransa'nın ihraç ettiği savunma ürünlerinin binde 2'sine karşılık geldiğini kaydeden Lecornu, Fransa'nın İsrail ile bu alanda yaptığı satış sözleşmelerine mali olarak bağımlı olmadığını ve 15 milyon avronun çok büyük miktar teşkil etmediğini dile getirdi.
Lecornu, ayrıca Fransa'nın sadece İsrail'in üçüncü ülkelere tekrar ihraç etmesine olanak sağlayan askeri ürünlerin satışına izin verdiğini, bunların silah parçalarından oluştuğunu aktardı.
Fransız Bakan, İsrail'e, "Demir Kubbe" adı verilen savunma sistemi için kullanılan küçük parçalar gibi savunma ekipmanlarında kullanılan parçalar gönderdiklerini ifade etti.
Muhalefet, hükümetin "İsrail'e savunma amaçlı silahlar gönderdik" savunmasını reddetti
Fransa'da muhalefetteki Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) partisinin Grup Başkanvekili Mathilde Panot da 27 Mart'ta yaptığı açıklamada, araştırma sitesi Disclose'un raporlarının, Fransa'nın Ekim 2023'te makineli tüfeklerde kullanılan en az 100 bin fişeği Gazze'de kullanması için İsrail'e büyük gizlilik içinde teslim ettiğini ortaya çıkardığını savundu.
Panot, "Her seferinde ister (Fransa Savunma Bakanı Sebastien) Lecornu ister (Fransa Hükümet Sözcüsü Prisca) Thevenot tarafından olsun bize Fransa'nın İsrail'e sadece Demir Kubbe füzelerinde kullanılması için savunma amaçlı sevkiyatlar yaptığı söylendi." diye konuştu.
Hükümetin, milletvekillerine bu konuda yalan söylemesini "skandal" olarak yorumlayan Panot, "İkinci skandal ise bu sevkiyatın büyük gizlilik içinde yapılması ve muhtemelen Gazze'deki sivillere karşı kullanılmış olması." iddiasında bulundu.
Uluslararası Af Örgütünden, Fransa'ya İsrail'e silah satışını durdurması çağrısı
Uluslararası Af Örgütü Fransa Şubesi Başkanı Jean-Claude Samoullier, örgütün internet sitesinde 20 Şubat'ta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'a yönelik yayımladığı açık mektupta, Gazze'de "soykırım yaşanma" riskine dikkati çekerek, Fransa'nın İsrail'e silah satışlarını durdurmasını talep etti.
Samoullier, Fransa'nın İsrail'e savaş malzemesi göndermeye de derhal son vermesini istedi.
11 STK, İsrail'e silah satışının durdurulması için mahkemeye başvurdu
Paris'te aralarında Uluslararası Af Örgütünün bulunduğu 11 sivil toplum kuruluşu, nisanda, Fransa'nın, Gazze'de sivilleri hedef aldığı ve insan haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail'e silah satışını durdurması için mahkemeye başvurdu.
STK'ler, İsrail'e silah satışına karşı Fransız devletine 3 farklı dava açtı. Bu davalarda özellikle ML3 olarak bilinen mühimmat için verilen silah ihracat lisansının kaldırılması, ML15 olarak bilinen kızıl ötesi ve termal görüntüleme ekipmanlarına ve ML5 bombardıman hesaplayıcılarına yönelik ihracat lisansının askıya alınması, hem askeri hem sivil amaçlı kullanılan mallar için tüm lisansların kaldırılması talep edildi.
Mayısta ise mahkeme, Gazze'deki sivil katliamına karşı önlem almak isteyen kuruluşların, İsrail'e silah ihracat lisanslarının askıya alınmasına ilişkin taleplerini tamamen reddetti.
Mahkeme, lisanslara ilişkin kararların idari değil, Fransa'nın uluslararası ilişkilerine yönelik siyasi faaliyetler olduğunu bildirdi.
İsrail'e gönderilen silah parçalarına yönelik ihracat ve transfer lisansının iptali talebi
Fransa devletine karşı dava açan 11 sivil toplum kuruluşundan biri olan, güvenlik ve barış alanında insan haklarının işletilmesi konusunda faaliyetler yürüten ASER Derneğinin Başkanı Benoit Muracciole, ACAT ve Stop Fueling War dernekleriyle, şubatta dönemin Fransa başbakanına mektup yazarak ML3 olarak bilinen mühimmat ve silah parçalarının İsrail'e ihracatına yönelik izni iptal etmelerini istediklerini bildirdi.
Ardından konuyu nisanda idari mahkemeye taşıdıklarını anlatan Muracciole, "İsrail ordusunun yıllardır Filistin'de hareket ettiği koşullar kapsamında bu silah transferinin, Silah Ticareti Anlaşması'na aykırı olduğu kanaatine vardık." ifadesini kullandı.
Muracciole, Silah Ticareti Anlaşması'nın 2. ve 3. paragrafları gereği, bir silah transferinin Fransa'nın insan hakları ve insancıl hukuk alanında uluslararası yükümlülüklerini ihlal etmesi durumunda, Paris hükümetinin tüm transferleri askıya alma zorunluluğu olduğunu kaydetti.
Disclose'un, Fransa'nın İsrail'e yönelik silah ihracatına ilişkin birçok şeyi ortaya çıkardığını dile getiren Muracciole, "Ancak karşılaştığımız sorun şu oldu, parlamenterleri bir an önce bilgilendirmesi gereken Fransa'nın, (silah) ihracatına ilişkin 2023 için Parlamento'ya yönelik raporu henüz çıkmadı." dedi.
Muracciole, silah ihracatında şeffaflık konusunda uyması gereken uluslararası taahhütleri bulunan Fransa'nın, genellikle bunlara uymadığını belirtti.
ASER avukatı Matteo Bonaglia'nın Yemen'deki iç savaş sırasında bu ülkeye ihraç edilen silah parçalarına ve sayılarına yönelik gizliliğin kaldırılması için talepte bulunduğunu ancak bunun reddedildiğini anlatan Muracciole, bu kapsamda verilen ihracat lisanslarıyla da Fransa'nın Silah Ticareti Anlaşması'na aykırı davrandığını söyledi.
Fransa'nın bir önceki yılda yaptığı silah ihracatına ilişkin verilerin her yıl haziranda hükümet tarafından Parlamento'ya sunulması gerektiğini belirten Muracciole, silah ihracatı konusundaki bilgilerin, ilgili uluslararası ve ulusal makamlara geç sunulduğunu, böylece kamuoyunun bu konuda gerçek bir bakışa sahip olmasının engellendiğini vurguladı.
Muracciole, Gazze'de insan haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Fransa'nın İsrail'e silah satışını durdurması için 11 STK'nin mahkemeye başvurmasına ilişkin, "mahkemeden olumlu sonuç alınamasa da bu tarz girişimlerin, yavaş yavaş kamuoyunun Fransa'nın savaş suçlarındaki ve insanlığa karşı suçlardaki sorumluluğunu dikkate almasını sağladığı" değerlendirmesinde bulundu.
Hükümetin İsrail'e silah ihracatına yönelik açıklamaları "uygunsuz ve siyasi"
Sivil ve askeri amaçlarla kullanılabilen malzeme ve teknoloji ihracatının denetlenmesi konusunda Wassenaar Düzenlemesi'nin esas alındığını hatırlatan Muracciole, bu düzenleme listesinde, yedek parçaların, saldırı tüfeği ve savaş uçağıyla aynı başlık altında ele alındığını dile getirdi.
Muracciole, dolayısıyla Savunma Bakanı Lecornu'nun "İsrail'e savunma ekipmanlarında kullanılan parçalar gönderiyoruz." şeklindeki ifadesinin, silahların sınıflandırılmasına ilişkin bilgisinin olmadığını gösterdiğini, bu nedenle "uygunsuz siyasi bir açıklama" olduğunu kaydetti.
"İsrail'e silah satan devletlerin yöneticileri de adalet önünde hesap verecek"
Sivil toplum kuruluşları ve Birlemiş Milletler (BM) uzmanlarının, İsrail'in işlediği savaş suçlarına ortaklık ettikleri gerekçesiyle, bu ülkeye silah satışı yapan devletleri uyardığını belirten Muracciole, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han'ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında yakalama kararı çıkarılmasına ilişkin başvurusuyla "Batılı devletlerin maskelerinin düştüğünü" söyledi.
Muracciole, Netanyahu ve Gallant'ın işlediği suçlardan sorumlu tutulacağı gibi İsrail'e silah satan devletlerin yöneticilerinin de adalet önünde hesap vereceğine inandığını vurguladı.
ML3 olarak bilinen mühimmat için verilen ihracat lisansının kaldırılması konusunda Fransız yargısına başvurduklarını hatırlatan Muracciole, bu davada mahkemenin Fransa devleti lehine karar vermesinin kendilerini yıldırmayacağını dile getirdi.
Muracciole, ayrıca Paris'te 17-21 Haziran'da düzenlenen Avrupa'nın en büyük savunma sanayisi fuarı "Eurosatory"ye İsrailli firmaların katılımına izin verilmemesi için hukuki mücadele verdiklerini belirtti.
Fuara İsrailli firmaların katılmasına izin verilmemesine ilişkin, "Böylece gayriresmi şekilde bir araya gelen küçük sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar, yıllık cirosu 20 milyar avro olan İsrailli şirketleri geri püskürtmeyi başardı." ifadesini kullanan Muracciole, İsrailli firmaları, büyük bölümü savaş suçlarında, insanlığa karşı suçlarda ve Gazze'deki muhtemel soykırımda kullanılan ürünlerini "Eurosatory" stantlarında sergilemekten alıkoyduklarını söyledi.
İsrailli firmaların "Eurosatory"e katılımı engellendi
Gazze'ye yönelik saldırılarını sürdüren İsrail'den firmaların, 62 ülkeden 2 binden fazla firmanın boy gösterdiği fuarda stant kurmasına izin verilmedi.
Fuarın ana organizatörü Coges Events, açılış öncesinde "hükümet yetkililerinin kararıyla, 2024 Eurosatory Fuar Salonu'nda hiçbir İsrail savunma endüstrisi standının olmayacağını" duyurdu.
Paris Ticaret Mahkemesi 18 Haziran'da, İsrail sanayisi sektöründen aktörlerin fuara katılımının engellenmesinin "ayrımcılığa yol açtığı" gerekçesiyle hükümetin aldığı kararı bozdu. Ancak fuar başladıktan sonra mahkemenin bu kararı almasıyla, İsrailli firmalar belirli bir ön hazırlık gerektiren "Eurosatory"e katılamadı.
Filistin destekçileri, 22 Mayıs'ta Fransa Savunma Bakanlığı önünde, İsrail'in fuara katılımının engellenmesi ve İsrail'e silah satışının durdurulması talebiyle gösteri düzenlemişti.
Tel Aviv'i silahlandırmakla suçlanan Fransız silah şirketleri önünde gösteriler yapıldı
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının başladığı 7 Ekim'den bu yana bu ülkeye yönelik silah satışını protesto edenler, zaman zaman Fransız silah şirketleri önünde gösteriler düzenlendi.
Protesto edilen firmalar arasında Fransız Exxelia şirketi de yer almıştı. Haziranda bu şirketin önünde yapılan gösteriyi takip eden Blast medyası muhabiri, 18 Haziran'da gözaltına alındı. Haber kaynaklarını korumak için polislere telefonunun şifresini vermeyi reddetmesi üzerine gözaltı süresi uzatılan muhabir, sonrasında serbest bırakıldı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/fransa-elestirilse-de-israile-silah-parcasi-gondermeyi-surduruyor/3278394 | 5,586 | 11,436 |
"Hallyu" girdabına kapılan gençler, farkında olmadan hayatını Kore Kültürü'ne uyarlıyor
Dünya genelinde, Kore müziği, Kore dramaları gibi kültür ürünlerini benimseyen bireyler, farkında olmadan K-Kültürü dalgasına kapılıp, yaşam tarzını ona göre şekillendiriyor.
Ankara
AA'nın "Kore Dalgası"nı (Hallyu) ele aldığı 4 bölümlük dosya haberinin son bölümünde, Hallyu'nun bir parçası olan "K-pop" sektöründe idollere duyulan hayranlık hem uzman görüşleri hem de hayranlarla görüşülerek derlendi.
- Güney Kore'nin mali krizde araladığı çıkış kapısı: "Hallyu Politikası"
- Bazılarının özentisi, bazılarının ise vazgeçilmez hayranlığı: Kore kültürü
- "Açlık oyunları"nı anımsatan K-pop idolü olma yolculuğu
"Hallyu" girdabına kapılanlar, Kore'nin popüler dizi ve filmlerinden müziklerine, kozmetiğinden mutfak kültürüne kadar birçok konunun hayatlarına yoğun hücumuyla farkında olmadan bu yaşam tarzının içine çekiliyor; bu kültürün ürettiği hem görsel hem de işitsel ürünlerle beslenirken, sadece taşıyıcısı değil elçisine de dönüşüyorlar.
"Kültürel hegemonyayı" baskı unsuru kullanmadan dünya genelinde yaşam tarzına dönüştüren K-pop, K-drama gibi unsurlar, gençlerin yaşam tarzlarının dönüşümündeki en etkili enstrümanlardan biri olarak öne çıkıyor.
Sosyal medyanın yaygın kullanımı Güney Kore kültürüne erişimi kolaylaştırdı ve kültürün yayılmasına ivme kazandırdı. Bu gelişmelerle, hayran kültürü Güney Kore dışında da etki alanını genişletti.
Dünya Kamu Diplomasisi Diyalog Merkezi kurucu ortağı ve Penn State Üniversitesinden Prof. Dr. Samuel Richard, K-pop dinleyicilerinin çoğunluğunun genç olduğunu ancak farklı yaş gruplarından da geniş bir dinleyici kitlesi bulunduğunu söyledi. Richard, katıldığı bir K-pop konserinde her yaştan insanın olduğunu ve şarkının sözlerine eşlik ettiğini belirtti.
Richard, hayranlarının K-drama ve K-pop hakkındaki görüşlerini sadece çevresiyle değil, çevrim içi platformlarda dünyanın öbür ucundaki insanlarla da paylaştığını aktardı.
Albümlere servet ödüyor, evlerini Güney Kore'ye taşıyorlar
Kore dramalarına, müziğine ve yemeklerine yoğun ilgi duyan kişiler, sosyal medya aracılığıyla kilometrelerce ötedeki, aynı düşünceleri paylaştığı hayranlarla organize oluyor, hatta beğendiği "idolleri" destekleme ya da beğenmediklerini "linç etme" gibi faaliyetleri sistematik yapabiliyor.
Dünyanın birçok yerinden farklı yaş gruplarından çok sayıda kişinin Kore'den etkilendiğini söyleyen Richard, "Benim yaşımdaki insanların büyük çoğunluğu K-pop'a ilgi duymuyor ama Kore kültürünün diğer unsurlarıyla ilgileniyorlar. Kore'nin sahip olduğu bu yumuşak güç hakkında oldukça büyüleyici olan şey bu." dedi.
Başka ülkelerde yaşasalar bile Güney Kore kültüründe idealize edilen şekilde hayat sürmeye çalışan hayranlar, K-dramaları izlerken bir yandan "noodle, bibimbap, tteokbokki, kimchi" yiyor, mezuniyet törenlerinde beğendiği K-pop idolleri gibi giyinip onlar gibi makyaj yapıyor, beğendiği grupların konserlerini dinlemek için kıtaları aşıyor, sosyal medyada açık artırmalarla içinde birçok mini posterin bulunduğu albümlere servet ödüyor ve hatta evini Güney Kore'ye taşıyor.
Bazı hayranlar, sevdiği idollerin doğum günlerinde şehirlerin meydanlarına kutlama mesajlarını reklam panolarına asıyor ve kafelerde gıyabi doğum günü kutluyor.
Richard, eskiden de insanların, beğendiği ünlüleri tuhaf şekilde "putlaştırdığını" dile getirerek gençlerin, beğendiği idollerin kent meydanlarında doğum gününü kutlamasını anlamlandıramadığını ifade etti.
Bazı hayranlar da Güney Kore'ye seyahat edip, K-pop idollerinin gitmiş olabileceği bölgelerde geziyor ve hayranlık duyduğu kişiyi görme hayaliyle yaşıyor.
Sadece K-pop hayranlarının anlayabileceği bir "dil"
K-pop gruplarının hayran kitlesinin mutlaka bir ismi oluyor, BTS grubunu destekleyenlere "ARMY", EXO hayranlarına EXO-L, ASTRO grubunu destekleyenlere ise "AROHA" deniyor.
Dünyada en fazla K-pop grubu hayranı 20 milyon ile BTS grubunun "ARMY" olarak adlandırılan topluluğu.
K-Kültürü alanında çalışmalar yapan Dr. Alptekin Keskin, bu duruma ilişkin "Bu kadar fazla bir kitleye hitap etmek evrensel mesajlar vermeyi beraberinde getirir." dedi.
Kendini ARMY olarak tanımlayan, evli ve bir çocuk annesi Vietnamlı Tran Thu Phuong da hayranlardan biri. AA muhabirine konuşan 34 yaşındaki Phuong, K-pop'la ilk temasının öğrenciyken "Super Junior" grubu üzerinden olduğunu kaydetti. Phuong, K-pop ile lisede tanıştığını ve bu ilgisinin iş hayatına atılana kadar sürdüğünü belirtti.
Phuong, yıllar sonra oğluyla K-drama izlediğini, beğendiği oyuncunun aynı zamanda ünlü Astro grubunun bir üyesi olduğunu ve bununla ilgili tüm videoları 3 ayda izleyerek, geçmişte takip etmeye ara verdiği dönemdeki açığı kapattığını anlattı.
BTS grubunun şarkılarıyla tanıştığı ilk andan bahseden Phuong, "BTS'ye aşık oldum. O andan itibaren K-pop hayatımın bir parçası oldu. BTS'in 'Blood, Sweat and Tears' şarkısına tıkladım ve o andan beri, 4 yılı aşkın süredir onları dinlemeyi seviyorum. K-pop'ta en çok BTS'i seviyorum, ben bir ARMY'yim." diye konuştu.
Bu zamana kadar 3 kez BTS konserine giden ve grubun tüm albümlerini satın alan Phuong, sosyal medya üzerinden tanıştığı diğer hayranlarla sergi düzenliyor, afetzedelere, nesli tükenmek üzere olan hayvanlara bağış yapıyor, beğendiği idolü için gökyüzünden yıldız satın alıyor, yaşadığı bölgede reklam panolarında idolünün doğum gününü kutluyor.
Kitabında "insani koşulları" olmayan stajyerlik sürecinden bahsetti
K-pop ile alakalı kitap da çeviren Phuong, kitaplarda idollerin "insani koşulları" olmayan stajyerlik sürecinden de bahsedildiğini aktardı.
Bazı hayranlar gibi Phuong da idol adaylarının zor bir eğitim sisteminden geçerek bağlı olduğu şirketin belirlediği kurallar çerçevesinde hareket etmesini normal karşılıyor.
Bangladeşli 19 yaşındaki lise öğrencisi Taznua Tasnim de 2020'den beri K-pop dinlediğini belirtti.
İdollerin dansları ve görünüşlerini beğendiğini söyleyen Tasnim, kendini diğer Astro hayranları gibi "AROHA" olarak tanımladı.
Tasnim'in, sosyal medyada Astro grubu için birden fazla hayran hesabı var ve bu hesaplar üzerinden diğer hayranlarla iletişime geçiyor. Tasnim, yurt dışından gelen albümlerin vergi ücretinin yüksek olmasından şikayetçi.
Yaşadıkları ülkelerde Kore Kültürü'nü benimseyen ve olabildiğince Kore'deymiş gibi yaşayan gençler Korece öğreniyor. Hatta K-drama izleyerek dil öğrenen bu gençler, sosyal platformlarda yer alan K-dramaları ve K-pop şarkı sözlerini tercüme işine soyunuyor.
Tasnim de izlediği dizilerin, dinlediği K-pop şarkıların ardından Korece öğrenmeye başladığını dile getirdi.
Hayran terimleri
Hayranlar, sosyal medyada kullanılan ve günlük hayatta sorulduğunda anlaşılmayan sentetik bir dil kullanıyor. Örneğin, "nugu" olarak adlandırılan yeterli üne sahip olamamış ya da bir zaman sonra şöhretini kaybetmiş gruplar, şirketler tarafından dağıtılıyor ve sözleşmeleri feshediliyor. Bu durumda, idolün ne kadar süre eğitim aldığı, kaç estetik operasyondan geçtiğinin bir önemi yok. Önemli olan, grupların şirketlere kazandırdığı para.
Diğer yandan hayran kitlesi, Korece abi anlamına gelen "oppa" ifadesini, bunlara çok fazla ilgi gösteren fanlar için "oppacı" olarak kullanıyor. Hayran kitlesinin kendi içinde de bu idollerle "evlenme hayali" kuranlara da "oppacı" deniyor.
Hayranların dünyasına ait kelimelerden biri de "shiplemek". Bu tür kavramlar dilbilimsel tipoloji gibi disiplinlerin dışında yani aralarında akrabalık ya da anlamsal bağlar kurulmadan farklı dillerdeki iki ayrı kelimenin birleştirilip anlamlandırılmaya çalışıldığı sentetik bir yapıyla ortaya çıkıyor. Bu tür ifadelerin sadece kısıtlı bir kitle içinde değil de milyonlar tarafından kısa sürede terminolojik bir yapıya bürünmesi ise hayran kitlesinin sadece idollerine değil birbirlerine sadakatlerinin de en büyük göstergesi.
K-pop hayranları, bu kavramı sevdiği iki grup üyesini birbirine yakıştırmak için kullanıyor. Bu sadece romantik bir eşleştirme değil, hayranlar grup üyelerinin gerçek hayatta da dostluklarını "shiplemeyi" tercih ediyor. Eğlence şirketleri de bunu fırsata çevirip "shiplenen" idollerin aynı projelerde yer almasını istiyor ve bunu hemen nakde çeviriyor.
K-pop'u diğer müzik gruplarından ayıran özellik: "Ulaşılabilirlik"
Dr. Alptekin Keskin'e göre, özellikle K-pop gruplarını takip eden 12-18 yaşındaki gençler, çevresiyle yaşadığı bir sorun sırasında yanında en azından parasosyal etkileşim kurabileceği bir grubun olmasını istiyor.
BTS grubunun bu stratejiyi çok iyi kullandığını belirten Keskin, grubun kurucusunun ifadesine atıfta bulunarak, şunları kaydetti:
"Umut aşılama, gençlerin yanında olduğunu bildiren sözler bu noktada önemlidir. BTS'nin kurucusunun kurduğu grupla ilgili sözlerinden biri şu: 'Biz BTS grubunu gençlere yukardan bakan bir grup olarak değil, gençlerin omzunu yaslayabileceği grup olarak kurduk.'"
Keskin, K-pop hayranlarını diğer hayranlardan ayıran önemli unsurlardan birinin de "ulaşılabilirlik" olduğunu söyledi.
Dünyada en fazla hayranı olan K-pop grubu BTS grubundan örnek veren Keskin, "Dünyada milyonlarca takipçisi olan idolün ya da grubun onun hakkında ifade ettiği mesaj paha biçilemez. Batı ile karşılaştırıldığında, Batılı ünlülerle hayranlar arasında uçurum vardır. Ne sosyal medyadan ne de konserinde sanatçıya ulaşabilir. Ancak Asya tarzı ya da Kore tarzı hayran-ünlü ilişkisi değişiktir. Bir şekilde platform aracılığıyla ulaşabilir, mesaj ulaştırılabilir. Ulaşılabilirlik, bu noktada çok önemli." diye konuştu.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/hallyu-girdabina-kapilan-gencler-farkinda-olmadan-hayatini-kore-kulturune-uyarliyor/2973220 | 4,658 | 9,596 |
Karadeniz'de ısınma derinlere ulaşmaya başladı
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Yücel, Karadeniz'de yüzey sıcaklarındaki artışların derinlere yayıldığını ve bu durumun, oksijensiz tabakanın incelmesi gibi sonuçları olduğunu söyledi.
İstanbul
AA'nın Karadeniz'i tehdit eden risk faktörlerini incelediği ve 3 haberden oluşan haber dosyasının birinci bölümünde, denizdeki ısınma, oksijen değerlerindeki değişimler, kirlilik, hidrojen sülfür değişimleri ve karbon yutma kapasitesi ele alındı.
Yücel ve ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu liderliğinde iklim değişikliğinin Karadeniz'deki etkilerini gözlemlemek amacıyla hayata geçirilen "Karadeniz'de Dirençli Ekosistemlerde Mavi Büyüme Gelişimi için Araştırma ve İnovasyon" (BRIDGE-BS) başlıklı çok uluslu projenin yaz dönemini kapsayan ikinci deniz seferi haziran ayında gerçekleştirildi.
Türkiye'nin AB ülkeleri ile beraber katkı sunduğu ve Türkiye ayağını TÜBİTAK'ın yürüttüğü Ufuk Avrupa Programı kapsamında desteklenen proje kapsamında, ODTÜ Bilim-2 Gemisi ile çıkılan sefer 20 gün sürdü.
Seferde elde edilen verilerde Karadeniz'e özgü soğuk ara tabakanın eski sıcaklıkların üzerinde olduğu ve bu ara tabakada 7 derece ya da altında olması gereken sıcaklığın 8 derecenin altına inmediği tespit edildi. Bulgulara göre, deniz yüzey sıcaklıklarında 1,5-2 derece, denizin daha derininde olan soğuk ara tabakada ise 1 derece ısınma var.
AA muhabirine konuşan Yücel, Aralık 2022'de düzenledikleri ilk sefere kıyasla son seferde daha fazla veri topladıklarını belirterek, "Bütün münhasır sınırımızı Hopa'ya kadar çalışma şansımız oldu. 250 kadar noktadan profil topladık. Suyun özellikle dikeydeki yapısını araştırıyoruz." dedi.
Sıcaklık artışları ve oksijen durumu
Kış ve yaz mevsiminde sıcaklığın çok değişken olmadığı Karadeniz'e özgü soğuk ara tabakanın, eski sıcaklıkların üzerinde olduğunu işaret eden Yücel, şu bilgileri verdi:
"Soğuk ara tabaka iyi gibi görünmüyor maalesef, ısınmanın etkisiyle yapısı bozuluyor, eskisi kadar soğuk değil. Bu, derinde de ısınma olacağı anlamına geliyor. Isınma giderek daha derinlere sirayet ediyor, soğuk ara tabaka kıyılarda oluşuyor ve daha yoğun olduğu için batıyor. Isınma sadece ısınma ile kalmıyor, bunun yanında oksijen kaybı, akıntılarda değişim gibi bir zincirleme etkiyi maalesef getiriyor. Bu seferler sonucunda bunları net olarak bulduğumuzu söyleyebilirim."
Karadeniz'de oksijenin bittiği derinliğin giderek yükseldiğine dikkati çeken Yücel, denizdeki oksijenin yıldan yıla giderek daha da azaldığını, bununla birlikte, Karadeniz'de, Marmara Denizi'ne göre çok daha kalın bir oksijenli tabakanın mevcut olduğunu kaydetti.
Derinliği 2 bin 200 metre olan Karadeniz'de hayatı sağlayan bölgenin, kıyılarda 100, açıklarda ise 70-80 metrelik üst tabaka olduğunu vurgulayan Yücel, bu oksijenli tabakanın giderek inceldiği tespitini paylaştı.
Yücel, "Bu nedenle daha az habitat alanı sağlanmış oluyor, türler baskı altına alınmış oluyor, Marmaralaşma süreci başlıyor. Bir gün sadece deniz anaları veya müsilaj olan bir denize dönüşür. Şu an bu noktada değil ama oksijen kaybının ilk yansıması bu olur. Besin zincirinin en temel basamaklarında önemli dönüşümler yaşanıyor. Muhakkak besin zincirinin üst basamaklarına sirayet edecektir." diye konuştu.
Hidrojen sülfürlü tabaka
Karadeniz'deki hidrojen sülfürlü tabakanın yerinde durduğunu aktaran Yücel, şöyle devam etti:
"Durum kötü ama bunun yerinde durması nispeten iyi. Oksijenin bitip hidrojen sülfürün başladığı 100 metre bandındaki yerlerde çok özel reaksiyonlar cereyan ediyor, bir kısmı mikrobiyal kaynaklı, bir kısmı kendi olağan koşulları. Oksijen kaybı henüz o tabakayı yukarı doğru çıkarmamış. Bizim çok yoğun verilerimizin olduğu 90'lı ve 2000'li yıllarla karşılaştırdığımızda benzer bir yerde duruyor. Oradaki biyojeokimyasal yapının hala hidrojen sülfürü yerinde tuttuğunu düşünüyoruz."
Yücel, Karadeniz'in baskılara direnemeyerek hidrojen sülfürün yükselmesi durumunda her şeyden önce toplu balık ölümlerinin yaşanabileceği, yüzeyle buluştuğu yerlerde müsilaj benzeri, halk sağlığı açısından sorun yaratabilecek oluşumların meydana gelebileceği ve ortaya çıkacak kötü kokunun bölgeyi etkileyebileceği uyarılarında bulundu.
Kirlilikte son durum
Karadeniz'deki kirlilik baskısının geçmiş 10 yıllara göre bir nebze daha az olduğuna değinen Yücel, kirliliğin özellikle lokal, çok kıyıya yapışık kalmış alanlarda çoğaldığını bildirdi.
Yücel, "Biz büyük nehirleri yönetirken küçük dereleri, çayları göz ardı etmişiz, onlarla kirlilik daha fazla taşınıyor olabilir. Dikkatimizi Tuna gibi büyük nehirlerden ziyade tüm kıyıya yayılmış girdiye yoğunlaştırmalıyız. Sakarya Nehri'nin ağzında, Sakarya ile Sinop arasında çok fazla biyolojik olay vardı ve su yemyeşildi. Henüz bu, açık denize yansımamış durumda." ifadelerini kullandı.
Karadeniz'in karbon yutma kapasitesi
Karadeniz'in karbon yutma kapasitesinin çok yüksek olduğunun ve denizin kendine özel bir karbon kimyası bulunduğunun altını çizen Yücel, şu değerlendirmeleri yaptı:
"Karadeniz 1 birim karbon emdiğinde, Atlantik Okyanusu'na göre daha az asitleniyor, buna tamponlama diyoruz. Bir de gemiyle giderken, gerçek zamanlı olarak atmosferle karbondioksit alışverişini ölçtük. Burada da sonuçlar yeni elimize geliyor ama ilk bulgulara göre Karadeniz'in özellikle kışın net karbondioksit emdiğini bulduk."
Yücel, Karadeniz'in karbondioksit yutma çalışmalarıyla ilgili yaz ile kış verilerini modelleyerek hesaplamalar yapacaklarını ve böylece net sonuçları elde edeceklerini belirterek sözlerini tamamladı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/karadenizde-isinma-derinlere-ulasmaya-basladi/2964171 | 2,863 | 5,767 |
Sosyal medya algoritmaları, popüler ayrımcı içeriklerin daha fazla yayılmasına kar amacıyla izin veriyor
Siber Güvenlik Uzmanı Osman Demircan, sosyal medya platformlarındaki ırkçı ve ayrımcı içeriklerin popüler olmaları ve kar getirmeleri nedeniyle kasti şekilde ya geç engellendiği ya da engellenmediğini belirtti.
İstanbul
“Yapay Zeka: Kişisel Veriler, Algoritmalar ve Tehditler” başlıklı dosya haberin ikinci bölümünde AA muhabiri, sosyal medyada popüler olan ayrımcı içeriklerin engellenememesi ve hızla yayılmasının nedenlerini Demircan'a sordu.
Demircan, sosyal medya platformlarının yapay zekanın desteği ile gönderilere müdahale ettiğini belirterek, "Siz bir paylaşımda bulunduğunuzda o paylaşım kaç kişinin önüne düşecek bunu hesaplayan şey algoritma ve yapay zeka arka tarafta." dedi.
Sosyal medya platformlarının kullandığı yapay zeka algoritmalarının sürekli değişkenlik gösterdiğine dikkati çeken Demircan, sosyal medya platformlarının ülkelere göre yapay zeka algoritmalarını geliştirdiğini dile getirdi.
Demircan, bir paylaşım yapıldığı anda yapay zekanın onu belirli kategorilerde değerlendirdiğini ifade ederek, "Sizin gönderiniz kaç kişi paylaştı, beğendi vb. kategorileri algoritma popülerlik olarak algılıyor ve daha fazla insanın önüne çıkmasını sağlıyor. Çünkü bu insanlar tarafından talep gördü şeklinde bakıyor algoritma bu yapıya." ifadelerini kullandı.
Popüler olan içeriklerin diğer içeriklere göre gösterimlerinin bilerek artırıldığını aktaran Demircan, sosyal medya platformlarının yapay zekadan bu konuda ekstra yararlandığını bildirdi.
Demircan, paylaşımı yapan hesabın takipçi sayısının da yapay zekanın kriterlerinden birisi olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Mesela ırkçı içerikler yayınlayan 20 kullanıcılı bir hesap hemen kapatılıyor ama 10 bin takipçili bir hesap asla kapatılmıyor. Çünkü birisinin etki ettiği sayıyla diğeri aynı değil herhangi bir etkileşim yaratmayacak. Sosyal medya platformları ne kadar artık eşit olduklarını falan söyleseler de hayır eşit değiller."
"Sosyal medya platformları içeriklere ticari bakıyor"
Demircan, sosyal medya platformlarının reklam politikaları doğrultusunda düzenlenen ve sürekli değişen bir algoritmik yapıya sahip olduğu vurgulayarak, "Gösterime giren içeriklerin ne kadar popüler olduğu, içeriklerinin ne olduğu aslında reklam politikasını da etkiliyor. Çünkü ne kadar çok izleyen olursa o kadar çok reklam geliri anlamına geliyor." diye konuştu.
Sosyal medya platformlarına kayıt olurken imzalanan sözleşmelerde ırkçı ya da ayrımcı içerikler paylaşmayacağına dair imza attığını kaydeden Demircan, sosyal medya platformlarının bu konuya yeteri kadar dikkat etmediğini uyarısında bulundu.
Demircan, ırkçı ya da ayrımcı içeriklerin popüler olduktan sonra geç silinmesinin de reklam ve sitede kalma süresi ile alakalı olduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:
"Irkçı ya da ayrımcı paylaşımlara platformlar reklam geliri olduğu için ne kadar dönse kar gözüyle bakılıyor. Şöyle bir gerçek de var; bir video viral olarak yayılınca gerçekten reklam geliri olarak çok para kazanıyorlar. Yani onu 20 dakika geç kapatmasıyla 20 dakika erken kaldırılması arasında birkaç yüz bin dolar olabilir. Yani bu anlamda daha ticari baktığı için platformlar konuya içerik filtreleme ya da bu tarz ırkçılık ve benzeri konuların bunlar çok çok daha ikinci plandaymış gibi görünüyor."
Yapay zekanın ırkçı ve ayrımcı paylaşımları tespit etme konusunda yetersiz kaldığına değinen Demircan, sosyal medyadaki kullanıcıların sayısının çok yüksel olmasının yapay zekanın devreye girmesini geciktirdiğinin altını çizdi.
Demircan, ırkçı içeriklerin ya da bir kesimi küçük düşüren içeriklerin popüler olmasının kabul edilemez olduğundan bahsederek, "Platform içeriğe para olarak bakıyor onun kaç milyon izlendiği ile ilgileniyor içeriğindeki ırkçılıkla değil. Çok büyük sorunlara neden olmadan bu denklemi bozacaklarını düşünmüyorum." dedi.
Sosyal medya platformlarının her ülkede ayrı ayrı algoritma kullandığı bilgisini veren Demircan, içeriklerin toplumun birçok fikrini değiştirdiğini ya da dönüştürdüğünü söyledi.
Demircan, ABD'deki 2016 seçimleri sırasında Facebook'un kişisel verileri usulsüz toplayarak bir siyasi yöne doğru Amerikalıların oy tercihlerini etkilediğini anımsatarak şu bilgileri paylaştı:
"Savaş ya da siyasi bir konuyla ilgili paylaşımın yapay zeka tarafından ön planlara çıkartılıyor olması toplumda güvensizliğe neden oluyor. Sanki bir görüşün diğer görüşten çok daha üstünmüş gibi bir izlenim oluşturması ve insanların siyasi görüşlerini değiştirme eğilimine kadar gidebilecek faaliyetlerde bulunması nedeni olabiliyor. Bunları geçmiş yıllardaki Amerikan seçimlerinde net bir şekilde gördük."
Topluma etki etmeye çalışırken yapay zekanın kullanılmasının programın suçu olmadığını, onu kullanan insanların suçlu olduğunu belirten Demircan, yapay zekanın yapısal olarak yazılanları çok iyi anladığını ancak görüntüleri analiz etmekte başarılı olamadığına dikkati çekti.
Demircan yapay zekanın insan gibi inisiyatif alamadığı için sızıntılar olabildiğini dile getirerek, bazı durumlarda içerisinde nefret objesi olan videoların parlatılmasının sızıntılardan kaynaklandığını ifade etti.
Yapay zekanın ırkçı söylemleri net algılayamamasının toplumsal kargaşa dahi doğurabileceğine dikkati çeken Demircan, şunları söyledi:
"ABD'de siyahi bir genci öldüren beyaz polis görebilirsin ama beyaz birisini öldüren siyahi polis göremezsin. Çünkü o rağbet görmüyor. Sonuç olarak bunu, siyah tene sahip olan ırktaki insanlar da izliyorlar. Burada yapay zeka bunu insanmış gibi algılamaya çalışsa da burada arka tarafta bir kötü niyet olduğu görülüyor. Bu kadar bunların ön plana çıkıyor olması"
"İçerik popülerse yapay zeka devre dışı kalıyor"
Sosyal medyada ırkçılığın popüler olmayı sağladığı için içeriklerini o şekilde düzenleyen sosyal medya kullanıcılarına hızlı müdahale edilmediğini aktaran Demircan, toplumdaki uç kutupların birbirlerine karşı nefretini körüklediğini bildirdi.
Demircan, yapay zekanın nefret söylemlerine karşı eğitildiğini ve yavaş yavaş entegre edildiğine işaret ederek, "Bir ülkedeki çocuk ölümler ya da saldırganlık etkileşim alıyorsa bunun nasıl parlatıldığı çok önemli. O ülkeyi bu görüntülerle karalayabilirsin ya da çaresiz gösterebilirsin. Sonuç olarak sizin önünüze bu bilgi nasıl servis ediliyor bu çok önemli." diye konuştu.
Yapay zekanın içeriklere dışarıdan yapay bir müdahale olup olmadığını algılayamadığını vurgulayan Demircan, bunun sosyal medya platformlarının en büyük eksiklerinden birisi olduğunu söyledi.
Demircan, bir içeriği ön plana çıkarmak için sahte kullanıcı profilleri ile yapay bir yükseltme yapılmasının önüne geçilmediğinden bahsederek şöyle devam etti:
"Troll hesaplar çapraz link dediğimiz farklı sosyal medya platformları arasında linkleri paylaşıyor. Bu paylaşımları gören yapay zeka içeriğin popüler olduğunu düşünerek bir anda gönderiyi milyonlara ulaştırıyor. İnsanların sahte ve troll hesaplarla gerçek milyonlarca hesabı yönetebiliyor olması da bir çözüm getirmesi gerekiyor platformların. Yani algoritmayı tamamen işletmiyor olmaları, algoritmayı doğru düzgün çalıştırmıyor olmaları. Ve bir şey popülerse algoritmanın devre dışı kalması gibi bir durum var ve bunu yasal olarak da kabul etmiyorlar. "
Gerçek kullanıcıların sahte hesaplarla şişirilen içerikleri gerçek zannederek paylaşarak yanlış bilginin yayılmasına yardım ettiğini hatırlatan Demircan, gerçek hesaplar paylaşınca sahte hesapların o içerikten elde etmek istediği başarıyı onlara vermiş olduğunu anlattı.
Demircan, sosyal medya platformlarının her ülkenin kanunları ile uyumlu çalışması gerektiğine değinerek, "Türk kanunlarına uygun olmayan bir şey varsa ki işte sosyal medya platformları bizim yerel kanunlarımıza uygun olarak çalışmıyor. Yerel kanun koyucuların bunu takip ediyor olması gerekiyor." görüşünü paylaştı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/sosyal-medya-algoritmalari-populer-ayrimci-iceriklerin-daha-fazla-yayilmasina-kar-amaciyla-izin-veriyor/3277482 | 3,932 | 7,992 |
Trakya'nın tek turizme açık mağarası yarasalarıyla ziyaretçi çekiyor
Trakya'nın turizme açık tek mağarası Dupnisa, zengin ekosistemi ve barındırdığı yarasa popülasyonuyla ziyaretçilerinin ilgisini çekiyor.
Kırklareli
Anadolu Ajansının (AA) "Türkiye'nin Mağaraları" dosya haberinin beşincisinde Kırklareli'nin Demirköy ilçesine bağlı Sarpdere köyünde bulunan 2 bin 700 metrelik Dupnisa Mağarası'nın özellikleri anlatıldı.
"Kuru ve sulu" iki bölümden oluşan mağaranın sadece turizme açık 500 metrelik bölümünün 100 metresi gezilebiliyor.
Mağara, 16 türden yaklaşık 60 bin yarasaya ev sahipliği yapıyor.
Zengin damla taş oluşumları, süt beyazdan, kırmızı ve kahverenginin her tonundaki renklere sahip, dev boyutlara ulaşan sarkıt, dikit, sütunlar ve damla taş havuzları ile dikkati çeken mağarayı her yıl binlerce yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Veli Şen, AA muhabirine, Istranca Dağları'nın eteklerinde yer alan Dupnisa Mağarası'nın mağaracılık turizmi açısından çok önemli bir potansiyele sahip olduğunu söyledi.
Trakya'da turizme açık tek mağaranın Dupnisa olduğunu belirten Şen, 2003 yılında turizme açıldığını ifade etti.
Mağaranın 2 bin 720 metre uzunluğunda olduğunu dile getiren Şen, "Milyonlarca yıllık bir karstik şekillenmeyle, yer altı şekillenmesiyle oluşuyor mağaralar. Ülkemiz, mağaracılık açısından çok zengin. Kırklareli'nde de 40'a yakın mağara bulunuyor. Özellikle Dupnisa Mağarası, hizmete açıldığı 2003 yılından bugüne kadar binlerce yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapıyor. Özellikle görülmesi gereken özel bir alan, özel bir yer altı şekillendirilmesi." diye konuştu.
Sıcak ve soğuk dengesi dikkati çekiyor
Bir bölümü ziyarete açık mağaranın Rezve Deresi hattında olduğunu kaydeden Şen, şöyle devam etti:
"Özellikle mağaranın çıkış istikametinde sıcaklık 17 derecelerde, giriş istikametinde ise 12 derecelerde. Bu açıdan da çok özel bir çeşitliliğe sahip. Renklerin, mağara içerisindeki sarkıt ve dikitlerin şekillenmesinde, milyonlarca yıldan bugüne kadarki şekillenmesinde bu soğuk ve sıcak dengesinin de önemli bir yerinin olduğunu düşünüyorum. Mağara severler, doğayla ilgililer, bütün ziyaretçilerimizi Dupnisa Mağara'mıza ziyaret için bekliyoruz."
Dupnisa Mağarası'nın diğerlerine göre daha özgün karakterde olduğunu anlatan Şen, mağarayı geçen yıl 100 bin, bu yılın 10 ayında da 70 bin yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini söyledi.
Şen, Dupnisa Mağarası'nın Kırklareli ve Trakya'nın turizm potansiyeline katkı sunduğunu dile getirdi.
Mağaranın bir bölümü, yarasaların üremesi için belirli dönemlerde ziyaretçilere kapatılıyor
Şen, mağarada çok sayıda yarasanın bulunduğunu belirtti.
Yarasaların korunması ve üremesi için mağaranın sulu kısmının 15 Kasım-15 Mayıs'ta kapalı tutulduğunu ifade eden Şen, "Kırklareli olarak çok özgün bir lokasyondayız. Hemen yanımızda Bulgaristan sınırı. Çok büyük bir metropol İstanbul'a yakınız. Özellikle mağaradaki yarasa popülasyonu, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Ziyaretçilerimiz, Dupnisa Mağarası'nı ziyaret ettikleri zaman hem tarihe yolculuk yapıyorlar hem de çok mutlu ve keyifli ayrılıyorlar. Özellikle mağaradaki yarasa popülasyonu ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Bu, bizim açımızdan çok önemli." değerlendirmesinde bulundu.
"Sinanköy'deki mağaralar turizme kazandırılmalı"
Trakya Üniversitesi (TÜ) Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Engin Beksaç, Edirne'nin Lalapaşa ilçesine bağlı Sinanköy köyündeki mağaralar topluluğunun araştırmacıların ve tarih meraklılarının ilgisini çektiğini söyledi.
Sinanköy Antik Yerleşim Alanı içinde yer alan mağaralarda dini yapıların bulunduğunu belirten Prof. Dr. Beksaç, "Sinanköy'ün büyük mağara oluşumu, büyük şapelin bulunduğu kesim ve şapelin yan tarafında halk arasında kara delik diye bilinen yer, güney tarafında definlerin yapıldığı yer ve kuzeye olan bölümlerde manastırın parçaları bulunuyor." dedi.
Beksaç, mağaraların korunması ve turizme kazandırılması gerektiğini vurguladı.
Tekirdağ'ın Saray ilçesinde ise 6 tescilli mağara bulunuyor.
Güneşkaya ve Güngörmez mağaraları başta olmak üzere diğer mağaraların da turizme kazandırılması için çalışmalar sürüyor. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/trakyanin-tek-turizme-acik-magarasi-yarasalariyla-ziyaretci-cekiyor/3059078 | 2,115 | 4,128 |
Türkiye'nin 4'te 3'ü kalıcı kuraklığa sürükleniyor
Türkiye'de 2023 su yılı yağış miktarı normal değerlere göre yüzde 6 düşerken uzmanlar yağışların azalmasıyla meteorolojik kuraklık tehdidinin büyüdüğü ve Türkiye'nin 4'te 3'ünün kalıcı kuraklığa sürüklendiği uyarısında bulunuyor.
İstanbul
AA'nın 3 bölümlük dosya haberinin ikinci bölümünde Türkiye'deki kuraklık tehlikesinin boyutları, yaşanan sorunlar ve çözüm yolları ele alındı.
İklim değişikliğine neden olan kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtların kullanımında yaşanan artış küresel ortalama sıcaklıklarda yükselişe neden olurken bu durum aşırı hava olaylarını, sel felaketlerini ve kuraklığı beraberinde getiriyor.
• Türkiye'de 2023 su yılı yağış miktarı normal değerlere göre yüzde 6 düştü
— Anadolu Ajansı (@anadoluajansi) November 30, 2023
• Yağış miktarında en çok düşüş Marmara Bölgesi'nde gerçekleşti
Uzmanlar, Türkiye'nin 4'te 3'ünün kalıcı kuraklığa sürüklendiği uyarısında bulunuyor https://t.co/MHRi5367n7 pic.twitter.com/rzwgMhj0gV
Küresel ısınma faktörüne bu yıl El Nino etkisinin eklenmesiyle tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de aşırı hava olayları meydana geldi.
Türkiye'de yaz mevsimi ortalama sıcaklığı, 1991-2020 yaz mevsimleri ortalaması olan 24 dereceyi 0,7 derece aşarak 24,7 derece ölçülürken, son 53 yılın en sıcak 7. yazı ve son 53 yılın en sıcak ikinci ağustos ayı yaşandı.
Sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerine çıkması ve yeterli yağış miktarına ulaşılamaması ise mevcut kuraklık sorununu büyüttü.
AA muhabirinin Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerinden derlediği bilgilere göre, 1 Ekim 2022-30 Eylül 2023 dönemini kapsayan 2023 su yılında yağış miktarı, 1991-2020 yılları baz alınarak hesaplanan ve normal değerler olarak belirlenen 573,4 milimetrenin yüzde 6 altına gerileyerek 540,4 milimetre ölçüldü.
Yağış miktarında en çok düşüş Marmara Bölgesi'nde
Su yılı yağış miktarı normali 670 milimetre olan Marmara Bölgesi'nde 2023 yılında normaline göre yüzde 25 azalmayla 505,8 milimetre yağış kaydedildi. Su yılı yağış miktarı en çok azalan bölge Marmara Bölgesi oldu.
Marmara Bölgesi'nin ardından yağış miktarında en fazla düşüş Akdeniz Bölgesi'nde yaşandı. Normali 665,1 milimetre olan Akdeniz'deki yağış miktarı, 2023 su yılında yüzde 15 azalmayla 567 milimetreye geriledi.
Normali 533,9 milimetre olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yağış miktarı yüzde 13 azalarak 465,9 milimetre, normali 604,77 milimetre olan Ege Bölgesi'nde yağış miktarı yüzde 4 düşüşle 578,3 milimetre olarak hesaplandı.
Doğu Anadolu Bölgesinde, 2023 su yılı yağış miktarı normali olan 537,3 milimetrenin yüzde 2,81 altında, 522,2 milimetre ölçülürken İç Anadolu Bölgesi'nde 2023 su yılı yağış miktarı 395 milimetreyle, normal seviye kabul edilen 402,2 milimetrenin yüzde 1,79 altında gerçekleşti.
2023 su yılı yağış miktarında, normaline göre artış kaydedilen tek bölge Karadeniz oldu. Normali 697 milimetre olan Karadeniz'de 2023 su yılı yağış miktarı, yüzde 6 artışla 741,9 milimetre olarak kayıtlara geçti.
"Kuraklık belirti göstermeden vücuda yayılan bir kanser hücresi gibi"
Meteoroloji uzmanı ve İstanbul Aydın Üniversitesi Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu Müdür Yardımcısı Dr. Öğretim Üyesi Güven Özdemir, kuraklığı, belirti göstermeden yavaşça ilerleyip vücuda yayılan bir kanser hücresine benzeterek "Kuraklık, bir doğa felaketidir yani depremden daha tehlikelidir çünkü kalıcıdır. Deprem olur ama sonra yaralar sarılır, yine o yaşantıya devam edilebilir fakat kuraklık maalesef öyle değil." ifadelerini kullandı.
Sera etkisine yol açan metan, karbondioksit ve karbonmonoksit gazlarının atmosferdeki fazlalığının ve dünya nüfusunun hızla artmasıyla doğan enerji açığının karşılanması için kullanılan fosil yakıt ve petrol türevlerinin dünyanın sıcaklığını artırdığını belirten Özdemir, yağış düzenlerinin bu değişimlerden etkilenmesi sonucu iklim krizinin ortaya çıktığını kaydetti.
İklim değişikliğinin, meteorolojik parametreler üzerindeki olumsuz etkisinden bahseden Özdemir, "Meteorolojik kuraklık gelmeye başladı yani ülkemizde olduğu gibi yağışlar azalmaya başladı. Arkasından hidrolojik kuraklık geliyor. Göllerimizdeki, nehirlerimizdeki ve barajlarımızdaki suyun ve yer altı sularının hızla azalması da üçüncü olarak tarımsal kuraklığı tetikliyor. Bu bir döngü, bu döngüyü değiştirmek lazım." diye konuştu.
İklim değişikliği sonucu ortaya çıkan aşırı hava olayları dolayısıyla Türkiye'nin hemen her bölgesinde kuraklık etkilerinin hakim olduğunu vurgulayan Özdemir, şöyle devam etti:
"İstanbul haricinde diğer bölgelerde de susuzluk tehlikesi başladı. Sadece Karadeniz'in doğusu, Karadeniz'in kıyı bölgeleri, Marmara'nın Karadeniz'e kıyı bölgeleri kısmen susuzluk çekmiyor ama o bölgelerde de sera etkisi ve iklim değişikliğinden dolayı kuvvetli yağışlar, hortumlar, sel baskınları oluşabiliyor. Tabii ki bunlar da araziye ve o bölgeye zarar verebiliyor ama diğer bölgelere baktığınızda susuzluk had safhada. Türkiye'nin yaklaşık 4'te 3'ü kalıcı kuraklığa doğru gidiyor."
"Su stresi çeken bir ülkeyiz ama su kıtlığına doğru sürükleniyoruz"
Türkiye'deki tatlı suyun yüzde 70'inin tarımda, yüzde 20'sinin sanayide, geri kalan yüzde 10'luk kısmının da bireysel ihtiyaçlarda kullanıldığı bilgisini paylaşan Özdemir, kuraklıktan en fazla etkilenen tarım sektöründe tercih edilen vahşi sulamadan vazgeçilerek modern sulama sistemlerine geçilmesi tavsiyesinde bulundu.
2023 su yılı yağış döneminde yeterli yağışın düşmediği Türkiye'nin su kıtlığına doğru sürüklendiği değerlendirmesini yapan Özdemir, şunları söyledi:
"Su stresi çeken bir ülkeyiz ama yavaş yavaş su kıtlığına gidiyoruz. O yüzden muhakkak su yönetim sistemi ülkemize en iyi şekilde yerleştirilmeli, yeşil binalar oluşturulmalı. Her binanın mutlaka su deposu olması gerekiyor. Yani her evin yağmur sularını depolaması ve bir İstanbul barajı kadar su biriktirilmesi gerekiyor ki o barajlarımız bizlere yeterli gelsin. Çünkü İstanbul'a bir yılda verilen su miktarı 1 milyar 103 milyon metreküp halbuki barajlarımızın tam kapasitesi 868 milyon metreküp. Demek ki bir kısmını dışarıdan taşımak zorundayız. İstanbul'un nüfusu giderek artıyor, sonunu göremiyorsunuz."
Özdemir, Türkiye'de olası bir susuzluk senaryosuyla karşı karşıya kalındığında uyuz gibi bulaşıcılığı yüksek hastalıkların özellikle büyük metropollerde hızla ortaya çıkabileceği, yeni bir salgınla karşılaşılabileceği ve bundan en çok çocukların, hamilelerin ve kronik hastalığı bulunanların etkilenebileceği uyarısını yaptı. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/turkiyenin-4te-3u-kalici-kurakliga-surukleniyor/3068831 | 3,257 | 6,432 |
İstanbul
"Yapay Zeka: Kişisel Veriler, Algoritmalar ve Tehditler" başlıklı dosya haberin yedinci bölümünde AA muhabiri, yapay zekanın vergi gizliliğiyle ilgili ihlallere etkisini değerlendirdi.
Yapay zeka araçlarının kullanımı veri gizliliği konusunda endişeler yaratırken, bu endişeler, sadece bireylerin kişisel verileriyle sınırlı kalmayıp, devletler düzeyinde de büyük sorunlara yol açtığına işaret ediliyor.
Özellikle Batılı devletler ile Çin arasında, yapay zeka uygulamaları nedeniyle veri gizliliği konusunda önemli gerilimler yaşandığı görülüyor.
Yapay zeka teknolojileri, sağlık, eğitim, finans gibi birçok sektörde yenilikçi çözümler sunarken, aynı zamanda büyük miktarda veri toplayabiliyor.
Bu verilerin işlenmesi ve saklanması sırasında oluşabilecek güvenlik açıkları, kişisel bilgilerin kötü niyetli kişilerin eline geçmesine neden olabiliyor. Kişisel verilerin ihlali, kimlik hırsızlığı, dolandırıcılık ve daha birçok soruna kapı aralayabiliyor.
Devletler arasındaki veri güvenliği sorunlarının ulusal güvenlik açısından daha büyük riskler taşıdığı belirtilirken, Batılı devletlerin Çin'in yapay zeka teknolojileri üzerinden veri toplama ve bu verileri kullanma şekli konusunda ciddi endişeler taşıdığı dikkati çekiyor.
"Yapay zeka yetkililer için önemli bir stratejik araç"
Pavo Group Yönetim Kurulu Başkanı Alper Özbilen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yapay zekanın devletler için önemine değinerek, kamu otoritelerinin yapay zekayla ilişkisinin ilk etapta savunma, güvenlik ve kamu hizmetleri gibi temel görev alanlarındaki sonuçlarıyla anılabildiğini söyledi.
Özbilen, "Öte yandan devlet ve teknoloji arasındaki ilişki, kamu kurumlarının teknolojinin kullanıcısı olma rolü ile sınırlı değil. Toplumsal refah ve küresel güç dengesi üzerinde derin dönüşümler oluşturması beklenen yapay zeka, bugün dünya genelindeki yetkililer için önemli bir stratejik araç. Yapay zekanın, insanlar tarafından gerçekleştirilen herhangi bir entelektüel görevi yerine getirebilecek seviyeye yani 'yapay genel zekaya' doğru yol alması, söz konusu koşulların önemini daha da artırmakta." diye konuştu.
Bundan yaklaşık 10-15 yıl önce farklı alanlarda bilgisayarın kullanımının "bilgisayar destekli" gibi ifadelerle tanımlandığını anımsatan Özbilen, genel olarak bugün böyle bir ifadenin kullanımının yaygın olmadığını belirtti.
Özbilen, benzer biçimde yapay zekayı satış-pazarlama faaliyetlerinin bir parçası olarak gören aktörlerin yakın bir gelecek içerisinde, yapay zeka algoritmalarından faydalandıklarını ifade etme gereği dahi duymayacaklarını vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Geçmişte mekanik teknolojiler satın alma kanalları yoluyla bir bağımlılık döngüsü oluşturabilirken, yapay zeka ve veri arasındaki ilişki oluşabilecek bağımlılıkları çok daha ileri bir seviyeye eriştirme imkanına sahip. Bu noktada, yapay zeka araçlarının başarısının, sadece bu araçları geliştiren şirketlerin teknik yetenekleriyle değil ayrıca eriştikleri veya erişebildikleri veri miktarı ve çeşitliliği ile de ilgili olduğunu vurgulamak isterim. Bu nedenle, veriye erişim yapay zeka araçlarının başarısı ve rekabet edebilirliği hususlarında kritik bir rol oynamaktadır. Başka bir ifadeyle veriye eriştikçe güçlenen, güçlendikçe de veriyi anlama ve anlamlandırmada daha ileriye giden bir süreçten bahsediyoruz."
Yapay zeka araçlarının veriye ulaşma iştahı
Yapay zeka araçlarının veriye ulaşma konusundaki "iştahı"nın diğer hiçbir teknolojide olmadığı kadar yüksek olduğunu vurgulayan Özbilen, "Verilerin toplanması, saklanması, paylaşılması ve analiz edilmesi yapay zeka araçlarının faaliyetlerini sürdürebilmesinin temel koşullarını teşkil etse de yine bu süreç, önemli veri gizliliği risklerine neden olmaktadır. Zira bu süreçte veriler doğrultusunda profillerin çıkarılması gibi uygulamalar, bireylerin mahremiyeti üzerinde oldukça önemli etkiler doğurabilir. Benzer biçimde daha çeşitli ve yeni veri kaynaklarına erişimde bulut temelli çözümlerin, lokal çözümlere kıyasla her zaman daha ileride olacağı söyleyebilir." diye konuştu.
Bu noktada yapay zeka teknolojisinin kendisini geliştirme ve ilerletme iştahıyla, işlenen verilerin güvenliğini ve mahremiyetini koruma hedefi arasında doğal bir çatışma alanını oluşturduğunu anlatan Özbilen, şunları kaydetti:
"Teknolojik üstlüğe sahip olan şirket ve devletlerin bu teknolojiden istifade etmek isteyen ya da istifade etmek mecburiyetinde olan aktörlerin verisine de erişerek, halihazırda tekel olarak anıldıkları alanlarda daha da güçlendikleri açıktır. Oyunda kalmak isteyen devletlerin teknolojik birikimleri ve öncelikleri, çatısı altında yer alan şirketlerin ve vatandaşların verilerine yönelik risklerin ne şekilde sonuçlanacağını belirleyecektir. Gerekli bilgi birikimi ve önceliklere sahip olmayan devletler ve onların temsil ettiği yapılar 'veri egemenliğini' tamamen kaybedecektir. Bu durum bir bütün olarak dijital/teknolojik egemenliğin kaybedilmesi ve 21'inci yüzyıl tipi kolonilerden biri olunması ile sonuçlanacaktır."
Özbilen, yapay zekanın gelişimini mümkün kılan işlem gücü, veri miktarı ve nitelikli işgücü faktörlerinden elde edilecek gelişmelerin risklerden arınmanın ön koşulu olduğunu belirterek, aksi durumda aşılmaya çalışılan "algoritmik önyargılar" gibi risklerin insan gerçekliğinin dışında şekilleneceğini dile getirdi.
Alper Özbilen, yapay zekaya yönelik en büyük riskin algoritmaların insanları köleleştirmesi değil, farklı değer yargılarıyla geliştirilen algoritmaları kullanmak durumunda kalmak olduğuna işaret etti.
ABD-Çin rekabeti
Özbilen, Google, Microsoft, IBM, Amazon ve Meta gibi büyük teknoloji şirketlerine ev sahipliği yapan ABD'nin yapay zeka alanındaki AR-GE ve ürünleşme çalışmalarının dünya çapındaki liderliğini sürdürdüğünü, ancak bu durumun ABD'nin alanda rakipsiz bir lider olduğu anlamını doğurmadığını belirtti.
Alper Özbilen, Çin'de yer alan Alibaba, Baidu, Tencent ve Huawei gibi teknoloji şirketlerinin yapay zeka alanındaki büyük yatırımları olduğunu ve başarılarıyla anıldığını anlattı.
ABD'nin, Çin'in gelişimini sınırlandırmayı adeta bir güvenlik politikası olarak gördüğüne dikkati çeken Özbilen, Donald Trump döneminde kısıtlamaların odak noktasının Çinli teknoloji devlerinin yapay zeka ve 5G teknolojileri geliştirme kapasitesini sınırlamak ve şirketlerin küresel yükselişinin önüne geçmek olduğunu söyledi.
Özbilen, "Trump yönetimi altında söylemler daha sert olsa da Biden yönetimi de Çinli teknolojileri baskılamaya yönelik doğrudan ve dolaylı kısıtlama politikalarına devam ediyor. Önümüzdeki günlerde de bu politikalarda anlamlı bir değişikliğin oluşmasını beklemek pek mümkün değil. Yapay zekanın dayandığı temel bileşenlerden olan yapay zeka çiplerine yönelik kısıtlamalar ise ABD'nin Çin'in yapay zeka teknolojilerindeki hızlı yükselişini kontrol altına alma çabalarının bir sonucudur." değerlendirmesini yaptı.
ABD'nin Çin'in kapasitesini sınırlarken, kendi yarı iletken üretim kapasitesini artırmak için büyük yatırımlar yapmaya devam ettiğini hatırlatan Özbilen, sözlerini şöyle tamamladı:
"Yapay zeka teknolojisi şüphesiz ki bütün dengeleri değiştirebilecek ya da halihazırdaki dengesizliği geri dönülemez hale getirecek çok önemli bir güç çarpanıdır. Yapay zekanın bugünkü önderleri muhakkak yarının şekillendiricileri olacaktır. Dolayısıyla alandaki faaliyetlerin, tüm kurum, kuruluş ve vatandaşlarıyla ulusların kaderini belirleyeceğini söylemek iddialı bir ifade olmaz. Teknolojiyi doğru biçimde anlayamamak, küresel trendler ve balonlar arasındaki ayrımı yapamamak, mevcut kabiliyet ve önceliklere bakmaksızın stratejik hedefleri tanımlı olmayan yatırımlarda bulunmak ve teknolojiye ilişkin kendi oyun planına sahip olmamak şüphesiz ulusal bir risktir."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/yapay-zeka-araclarinin-kullanimi-veri-gizliligi-sorunlarini-buyutme-riski-tasiyor/3281968 | 3,853 | 7,837 |
Yapay zekada Türkiye'nin hedefleri büyük
Türkiye'nin günlük yaşamda kullanımı giderek artan yapay zeka teknolojileri alanında dünyanın büyük oyuncuları arasında yer alabileceği belirtiliyor.
Ankara
AA'nın, "Yapay Zeka Çağına Doğru" başlıklı dosyasının beşinci haberinde yapay zeka teknolojilerinin Türkiye'nin yazılım sektörüne etkileri ele alındı.
Türkiye Yazılımcılar Federasyonu (TÜYAFED) Genel Başkanı Mustafa Çalış, büyük dil modellerinin (LLM) metinleri işlemek, anlamak ve oluşturmak için tasarlanmış gelişmiş yapay zeka sistemleri olduğunu dile getirdi.
Çalış, yapay zekanın savunma, telekomünikasyon ve sağlık sektörlerindeki olumlu etkilerini ve bunun ihracata yansımalarını gördüklerini söyledi.
Türkiye'nin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına yazılım ve teknolojinin gücüyle taşınabileceğini ifade eden Çalış, "Ülke olarak ilk 10 ekonomiye girmek istiyorsak eğitim, üretim ve ihracat üçgeni üzerinde büyük yatırımlar yapılması gerekmektedir. Son yıllarda ihracatın artması için devlet tarafından verilen hibe ve desteklerle yıllık hacmin 10 milyar dolara çıkması hedeflenmektedir." dedi.
Çalış, yapay zeka alanında yeni yatırımlar ve çalışmalar yapıldığını dile getirerek, "Bu çalışmalarla yapay zekanın istihdam sorunları oluşturacağını düşünmüyorum." dedi.
"Gençlerle 'yazılım devrimi' yapılacak"
Türkiye'deki yapay zeka çalışmalarına da değinen Çalış, şunları kaydetti:
"Ülkemizde yapay zeka etki alanının 2025-2030 yıllarında daha fazla artacağını, Türkiye'nin küresel alanda büyük bir oyuncu olacağını ve ülke olarak global yarış içinde olacağımızı düşünüyorum. Türkiye'nin ülkenin en büyük sermayesi olan gençlerle 'yazılım devrimi' yapacağına ve hak ettiği yerde olacağına inanıyorum."
"Yapay zeka ile istihdam çeşitlenecek"
Federasyonun Genel Sekreteri Cansın Duman da yazılımcıların yapay zeka kullanımı ve bilgi kapsamlarını genişletmelerinin olumlu etkiler yaratacağını belirtti.
Yapay zekanın entegrasyonuyla organizasyonların farklı alanlarda da üretim gücüne sahip olabileceklerini ifade eden Duman, "Mevcut iş gücünün bu durumdan kısa zamanda zarar görmeyeceğini belirtebiliriz. Yapay zeka ile yeni çalışma alanları ve pozisyonlar açığa çıkacak ve istihdam çeşitlenecektir." diye konuştu.
Duman, şirketlerin de yapay zekanın iş gücü hacmini daraltacağına dair varsayımlarını doğru şekilde yönetmelerinin önemine dikkati çekti.
"Yapay zeka kusursuza yakın bir hale gelecek"
Federasyonun Yazılım Komitesi Başkanı İlker Yıldızak da yapay zekada beklentilerin öngörülenden çok daha erken gerçekleştiğini ifade ederek, "Yapay zeka, daha çok meslek yaşı genç olan yazılımcıların araştırma ve örnek bulma sürelerini kısalttı. Tecrübeli yazılımcıların ise 'basit ama zaman alan' işlerini hızlandırdı. En az iki nesil daha yazılımcılar için bu şekilde devam edeceğini öngörebiliriz." değerlendirmesinde bulundu.
Yapay zekanın, geçmişe göre önemli işler başarsa da henüz emekleme aşamasında olduğunu belirten Yıldızak, yapay zeka kullanımının Türkiye'de dünyaya paralel seyrettiğini vurguladı.
Yıldızak, yapay zekanın yazılım sektörüne daha fazla etkisinin olacağına işaret ederek, "Yazılım geliştirmeye destek amaçlı olarak 2028'in 3. veya 4. çeyreğinde dünyayla Türkiye'de de yapay zekanın ağırlığını daha fazla hissedeceğiz." dedi.
Yapay zekanın yazılım geliştirme sektöründe kullanımına da değinen Yıldızak, şunları kaydetti:
"Yapay zeka yazılım geliştirme hususunda şu anda ve gelecekte de 'insanların zaten akıl edip yapabildiği fakat bunun zaman aldığı' işleri hayal edilemeyecek biçimde hızlandırmak için kullanılacaktır. Yapay zeka, düşük ve orta düzeyde karmaşık algoritmaların yapımı için gittikçe gelişecek ve kusursuza yakın bir hale gelecektir. Uzun vadede teknoloji neler getirir bilinmez ancak sistemlerin birbirleri ile haberleşmeleri gereken, özellikle siber güvenliğin önem arz ettiği veya kapalı devre çalışması gereken özel sistemlerde kullanımı zor görünüyor. Çünkü yapay zeka, erişebildiği veriler arasında süzme işlemleri yaparak istatistiksel olarak doğruya en yakın sonucu kullanıcıya sunuyor."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/yapay-zekada-turkiyenin-hedefleri-buyuk/3191049 | 2,173 | 4,201 |
Yapay zekanın ayrımcılık yapmaması insanların ayrımcı olmamasına bağlı
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Kirişci, algoritmaların tarafsız olduğu algısının yanlış olduğunu belirterek, "İnsan düzelmedikçe yapay zekadan daha iyi sonuçlar beklemek imkansızdır." dedi.
İstanbul
"Yapay Zeka: Kişisel Veriler, Algoritmalar ve Tehditler" başlıklı dosya haberin altıncı bölümünde yapay zeka kullanılarak yapılan ayrımcılık örnekleri değerlendirildi.
- Kullanıcıların yüzde 39'u yapay zekayla oluşturulmuş görselleri gerçek zannediyor
- Yapay zekanın tavsiyeleri hastaları yanlış yönlendirebiliyor
- Ses ve görüntü işleyen yapay zeka sistemleri mahremiyete yönelik büyük riskler taşıyor
- Sosyal medya algoritmaları, popüler ayrımcı içeriklerin daha fazla yayılmasına kar amacıyla izin veriyor
Dijital çağın en büyük teknolojik icatlarından biri olan yapay zeka, getirdiği yeniliklerle beraber yarattığı sorunlarla da gündeme gelmeye devam ediyor. Yapay zeka sistemleri ile ilgili son dönemde en büyük sorunlardan biri olarak ise ırkçılık ve ayrımcılık ön plana çıkıyor.
Mevcut verilerde bulunan önyargı ve ayrımcılık gibi istenmeyen özellikleri de öğrenen yapay zeka ürünler, bu sebeple geçmişte pek çok skandala imza attı. 2016 yılında Microsoft tarafından geliştirilen ve X (eski adıyla Twitter) kullanıcılarla etkileşim halinde olması hedeflenen yapay zeka hesap "Tay", çok kısa bir süre içinde gerçek kullanıcıların tweetlerinden beslenerek ırkçı ve islamofobik tweetler atmaya başlamış ve bu sebeple Microsoft, Tay'ın tweetlerine müdahale etmek zorunda kalmıştı.
Yapay zeka uzmanı Prof. Dr. Murat Kirişci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, algoritmaların verilerden öğrendiğine dikkati çekerek, "Bu kaynaklarda var olan yanlı, ayrımcı, ırkçı bilgiler de algoritmalar tarafından işlenmekte ve sonuçta araçlar ayrımcı, ırkçı kararlar almaya başlamaktadır." dedi.
Sorunun algoritmaları besleyen verilerde, dolayısıyla o verileri elde eden, üreten insanda olduğuna vurgu yapan Kirişci, "Irkçılık, eşitsizlik özünde verinin bir hatası değil, bizzat verinin bir özelliğidir. Veriyi üreten, algoritmaları yazan, araçları dizayn eden insanın tüm önyargıları, yanlılıkları ve zihnindeki olumsuzluklarıdır sorun olan." şeklinde konuştu.
Kirişci, ayrımcılık yapan algoritmaların hayatın her yerinde var olabileceğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Irkçı algoritmalar bir iş yerinde, kişinin işe alınmasından, şirkette çalışırken birçok konuya etki edebilir. Mesela iş başvurularında erkekleri tercih eden algoritmalar mevcuttur. Koyu tenli kişilerde düzgün çalışmayan bir sosyal medya filtresinden veya nörolojik açıdan sıkıntılı öğrencilerin davranışlarını hesaba katmadan bu kişilere ayrımcı bir önyargı ile yaklaşan yapay zekalar çok sıklıkla karşılaşılan araçlardır. Bölgelerinde siyahi ya da farklı ırktan insanların oturmasını istemeyenlerin taleplerine göre üretilmiş algoritma, ırkçı, ayrımcı konut satışı-kiralaması yapmaktadır.
Yüz tanıma sistemlerinde siyahileri ya da ten rengi ortamdaki kişilerden farklı olanları suçlu görme eğiliminde olan algoritmalar birçok masum kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmaktadır. Irkçı algoritmalar yüzünden sosyo-ekonomik geçmiş, eğitim ve yaşanılan bölgeye göre tanımlanan kişiler polis tarafından daha fazla gözlem altına tutulabilmektedir. Şiddet uygulayan kişi ya da grupları temize çıkartan ırkçı algoritmalar mevcuttur. Hakkını savunana toplumları (örneğin Filistin halkını) marjinalleştirip kötüleyerek yok olmalarını haklı sebeplere dayandıracak algoritmalar özellikle sosyal mecrada kullanılmaktadır."
"İnsan düzelmedikçe..."
İnsanların zihninde algoritmaların daha tarafsız olduğu yönünde bir algı olduğunu söyleyen Kirişci, insanların tüm önyargılarının algoritmalar vasıtasıyla o araçlara geçtiğini ve bu araçların zaman zaman daha ırkçı, daha taraflı ve ayrımcı olabildiğini söyledi. Kirişci, "İnsanlar arasında nasıl ki bir grup bir başka gruba göre orantısız davranışlar sergileyebiliyorsa yapay zeka araçlarının hepsi aynı şekilde önyargı ve ırkçı orantısızlıklar uygulamaktadır. Yapay zeka gelişip hayat içerisinde yaygınlaştıkça bu adaletsizlik ve ırkçılık da giderek hayatın içerisinde farklı yapay zeka araçlarıyla yürütülmektedir. Bu karmaşa içinde bir yapay zekanın daha adil olmasının tek yolu veri-bilgi aldığı insanoğlunun daha adil olmaya çalışmasıdır. İnsan düzelmedikçe yapay zekadan daha iyi sonuçlar beklemek imkansızdır." değerlendirmesinde bulundu.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/yapay-zekanin-ayrimcilik-yapmamasi-insanlarin-ayrimci-olmamasina-bagli/3281273 | 2,351 | 4,632 |
Yapay zekanın tavsiyeleri hastaları yanlış yönlendirebiliyor
Kardiyoloji uzmanı Doç. Dr. Muhammed Keskin, "Yapay zeka ülkemizde olmayan bir ilacı hastaya sunuyor ve hastamız bu ilaçları arıyor. Yapay zekanın verdiği sonuçlara biraz daha şüpheci yaklaşmak lazım." dedi.
İstanbul
"Yapay Zeka: Kişisel Veriler, Algoritmalar ve Tehditler" başlıklı dosya haberin dördüncü bölümünde AA muhabiri, yapay zekanın sağlık alanında kullanımına yönelik sonuçları ele aldı.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, birçok alanda yeni uygulamaların hayata geçmesini sağlayan yapay zeka, sağlık sektöründe de çeşitli avantajlar sunuyor.
Hastalıkların erken teşhisi, kişiselleştirilmiş tedavi planlarının oluşturulması ve sağlık hizmetlerinin veriminin artırılması gibi birçok alanda yapay zekadan yararlanılabiliyor. Bu avantajların yanı sıra yapay zekanın hastalar tarafından kullanımında çeşitli riskler bulunuyor. Hastalık belirtilerinin veya tahlil sonuçlarının yapay zekaya yorumlatılması hastaları yanlış yönlendirebiliyor.
Kardiyoloji uzmanı Doç. Dr. Muhammed Keskin, konuya ilişkin AA muhabirine açıklamada bulundu.
Kan tahlili sonuçlarını yapay zekaya yazıp bir fikir edinerek muayeneye gelen hastaların olduğunu belirten Keskin, insanların doktora soru sorarak zaman geçirmek yerine kafasındaki soruları yapay zeka sorduğunu söyledi.
Hastalar açısından yapay zekanın verdiği çıktılara hazırlıklı olunmadığını aktaran Keskin, şunları kaydetti:
"Hastam sonuçlarını yapay zekaya yazmış, iki farklı yapay zekadan bir tanesi biraz daha iyi huylu bir sonuç vermiş. Verdiği sonuca göre sadece beslenmesine dikkat etse süreç bitecek. Halbuki hastanın kalp damar sertleşmesi zemini ortaya çıkmış, bir kalp damar problemi ve mutlaka kullanması gereken ilaçları var.
Hastam bunun önemli bir durum olmadığını söyledi. Yapay zekaya yazmasa durumun önemiyle ilgili bir bilgi vereceğim ama hastalar artık kafasındaki soru işaretlerini kendisi toparlamak istiyor."
Fotoğraf: Tolga Yanık/AA
"Hastalar yapay zekanın verdiği sonuçlara şüpheci yaklaşmalı"
Keskin, "Yapay zekanın verdiği sonuçlarla fikir edinmek yerine 'Hocam böyle bir şey diyorlar doğru mu?' demek, biraz daha şüpheci yaklaşmak lazım." dedi.
Aynı raporun bir diğer yapay zekaya yorumlatıldığında çok daha kaotik bir sonuç çıktığına işaret eden Keskin, "Kalp krizi geçirebilirsin, her an ölebilirsin diyor. Çıkan 6-7 tane ilaç var. Bu ilaçların bazılarını hiç kullanmıyoruz, 1980'lerde kalmış ilaçlar. Yapay zeka bunu kullanırken bununla ilgili arama motorlarında ilişkilendirilmiş tüm tedavi yöntemlerini öne çıkarıyor. Ülkemizde olmayan bir ilacı hastaya sunuyor ve hastamız bu ilaçları arıyor." diye konuştu.
Keskin, yapay zekanın kullanımının insanları bilinçlendirme yönünde olması gerektiğini belirterek, "Bir kişi sağlık alanında yapay zekaya 10'dan fazla soru soruyorsa kaygı bozukluğu yükseliyor demektir. Doğru cevabı bulma ihtimali yoktur." ifadesini kullandı.
"Doktorların etkin kullandığı yapay zeka sistemleri var"
Doktorlar açısından ise yapay zekanın etkin kullanıldığı uygulamalar olduğuna değinen Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü:
"EKG'yle ilgili çok fazla yapay zeka çalışması var. Ekokardiyografiyle ilgili kullanıyoruz çünkü artık güveniyoruz. Cihazların kendi işletim sisteminin verdiği ve yapay zekanın yorumladığı değerlere güveniyoruz. Yurt dışında bazı ülkelerde kalp ultrasonunu doktor değil bir teknisyen çekiyor. Teknisyen belli verileri buraya girdiğinde yapay zeka bu kişide kalp yetmezliği mi, damar sertliği mi, kapak kaçağı mı var bunu verebiliyor. Biz bunları kullanıyoruz çünkü 10 yıllardır kullanılan ve artık tedaviye girmiş bir şey.
Yakın zamana kadar hep geleneksel anjiyo yapardık artık sanal anjiyo çıktı ve gerçek anjiyo ihtiyacımızı üçte bire indirdi. Bizim anjiyoda damar içerisine tel göndererek aldığımız ölçümleri yapay zeka tel göndermeden verebiliyor. Böylece hastanın damarında yüzde kaç darlık olduğunu görebiliyoruz. Bu muazzam bir şey."
Akıllı saatlerin de birçok sağlık verisini kullanıcılara sunduğunu anlatan Keskin, "Doktor olarak bu verileri hasta bana gösterdiğinde 'ya onu boş ver, sen bu testi yaptır gel' demek yerine cihazın verdiği verileri hastayla beraber tartışabilmek lazım. Akıllı saatler EKG çekiyor, insanlar artık sürekli nabzını ölçüyor. Bu nabız değerlerine göre biz birçok hastalığı tespit edebiliyoruz." diye konuştu.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/yapay-zekanin-tavsiyeleri-hastalari-yanlis-yonlendirebiliyor/3279500 | 2,192 | 4,501 |
Yapay zekanın Türkçesini geliştirecek ve Türk gibi düşünmesini sağlayacak dil modeli geliyor
Türkiye, yapay zekanın oluşturabileceği riskleri önlemek amacıyla çalışmalarını yoğunlaştırırken TÜBİTAK tarafından geliştirilmeye başlanan "büyük dil modeli", bu teknolojinin Türkçesini geliştirmesine ve bir Türk gibi düşünmesine katkı sağlayacak.
Ankara
AA'nın, "Yapay Zeka Çağına Doğru" başlıklı dosyasının ikinci haberinde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının ilgili kuruluşu TÜBİTAK'ın yapay zeka teknolojisine yönelik çalışmalarına yer verildi.
Yapay zekanın gelişimi ve yayılması, diğer teknolojik ilerlemeleri geride bırakarak özellikle üretken yapay zeka ve büyük dil modelleri gibi alanları içine alarak bugüne kadar görülmemiş bir hızla ilerlemeye başladı.
Bu durumun, mevcut paradigmalara ve çözümlere büyük etki yapacağı ve geleneksel yapay zeka çözümlerinin etkinliğini azaltarak bu alanda çözümler sunan teknoloji sağlayıcılarının rekabet gücünü zayıflatacağı öngörülüyor.
Dünyadaki büyük teknoloji firmalarının geliştirdiği çözümlerle tekelleşmesi ve bu alanda diğer ülkeleri bağımlı hale getirmesi ihtimaline karşı ise üretken yapay zekanın Türkiye'de etkin kullanılması, bu teknolojileri geliştiren ve alanında yurt dışı bağımsızlığı kazanmış bir ekosisteme sahip olunması, Milli Teknoloji Hamlesi açısından kritik önem taşıyor.
Yapay zekada Türkçe kaynak sınırlı
Yapay zekanın kullandığı kaynak dil, kültürel etki bakımından da hayati önem taşıyor. Dil modellerinin önyargıları içerebilmesi ve bu modeller aracılığıyla kültüre yabancı önyargılar girebilmesi riski, bu teknolojiye yönelik çalışmaların önemini artırıyor.
Dünyada yaygın şekilde kullanılan büyük dil modelleri eğitilirken Türkçeye yeterince yer verilmemesi önemli risklerden biri olarak görülüyor. Meta'nın modelinde ilk 16 dil içinde Türkçe kendine yer bulamazken OpenAI modelinin eğitiminde Türkçe kaynaklar yalnızca yüzde 0,16 oranında kullanılıyor.
Chat GPT'de yazılan kodların yoğunlukla Anglo-Sakson dillerinden gelmesi, yapay zekanın verdiği yanıtlar ve sağladığı bilgilerde bu kültürün dünya görüşünün kullanıcılara sunulması dikkati çekiyor.
Dolayısıyla çocukların bu dil modelleriyle etkileşim kurması, Türk kültür, örf, adetlerinde yer almayan birçok unsurla tanışıp kültürel yozlaşmanın bir parçası olması riskini barındırıyor.
TÜBİTAK'ın modeli yapay zekanın dağarcığını geliştirecek
Bu noktada TÜBİTAK BİLGEM tarafından çalışmaları yapılan "Türkçe Büyük Dil Modeli" stratejik önem taşıyor. Kurum, bu alanda "temel model" geliştiren ilk ve tek kurum olarak diğerlerinden ayrışıyor.
Böylece, Türkçeyi iyi konuşmasının yanı sıra Türk kültürünü ve hassasiyetlerini de taşıyan bir model kullanıma hazırlanıyor.
Temel model, yapay zeka alanında, geniş bir veri seti üzerinde önceden eğitilmiş ve genel dil yapısını, sözcüklerin ve cümlelerin nasıl kullanıldığını öğrenmiş bir model olarak tanımlanıyor.
Bu model, belirli bir dilin veya birden fazla dilin geniş bir kapsamını içeren verilerle eğitiliyor. Örneğin, bir Türkçe temel model, internette bulunan Türkçe metinler, kitaplar, makaleler ve daha fazlasını içeren verilerle eğitilebilirken bu eğitim sürecinde model, dilin temel kurallarını ve dil bilgisini öğrenerek, kelime dağarcığını zenginleştiriyor.
"Türkçe Büyük Dil Modeli" sayesinde, Türk örf ve adetlerini de içeren Türkçe verilerle zenginleştirilecek yapay zeka, Türkiye'nin hassasiyetlerine hakim olacak, yeni teknolojiler ve uygulamalarla genç nesilde oluşabilecek kültürel yozlaşmanın önüne geçilmesine katkı sağlayacak.
Türkçeye özgü "tokenizer" geliştirildi
Türkçe büyük dil modelinin geliştirilmesi için internet ve dijital kaynaklardan toplanan Türkçe metinlerle bir veri havuzu oluşturma çalışmaları devam ediyor.
Bu proje kapsamında açık kaynaklı büyük dil modelleri üzerinde çalışmalar yapılıyor. Kaliteli bir Türkçe dil modeli oluşturmak için Türkçe'nin inceliklerini göz önünde bulunduran bir ön işleme aşaması geçirildi ve uygun derin öğrenme mimarisi seçildi.
Ayrıca, Türkçeye özgü bir "tokenizer" geliştirilerek, bu açık kaynaklı büyük dil modellerinin Türkçede etkin şekilde kullanılması sağlandı. Bu mimarinin parametre sayısı ve kullanılacak veriye oranı belirlendikten sonra model eğitimine başlandı.
Çalışmalar kapsamında eğitim süreci yakından takip edilirken, modelin farklı doğal dil işleme alanlarında (soru/cevap, özetleme, dil üretme, metin sınıflandırma gibi) farklı başarı metrikleriyle değerlendirilerek en iyi haline getirilmesi üzerinde duruluyor.
Atılan adımlarla Türkçesi gelişmiş, Türkiye'nin hassasiyetlerine hakim yapay zekanın, genç nesilde oluşabilecek kültürel yozlaşmanın önüne geçilmesine de katkı sağlaması hedefleniyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dosya-haber/yapay-zekanin-turkcesini-gelistirecek-ve-turk-gibi-dusunmesini-saglayacak-dil-modeli-geliyor/3188401 | 2,438 | 4,824 |
Dünya
İşgal altındaki Doğu Kudüs'te, Filistinli bir çocuk, taş attığı gerekçesiyle İsrail ordusuna bağlı keskin nişancı tarafından açılan ateşte yaşamını yitirdi.
İsrailli milletvekili, İsrail hükümetinin Gazze'de "kasıtlı soykırım" işlediğini belirtti
İsrailli milletvekili, İsrail hükümetinin Gazze'de "kasıtlı soykırım" işlediğini belirttiABD Dışişleri Bakanlığı: Mescid-i Aksa'ya yönelik tek taraflı eylemler kabul edilemez
ABD Dışişleri Bakanlığı, işgal altındaki Doğu Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'ya yönelik bazı İsrailli bakanların ve fanatik Yahudilerin baskın düzenlemesini "kabul edilemez" şeklinde nitelendirdi.
İsrail basınına göre, İsrail askerleri Gazze'deki tünel ve binaları ararken sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyor
İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nde tuzak ihtimaline karşı tünelleri ve binaları ararken Filistinli sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı belirtildi.
Ukrayna: Kursk bölgesinde 74 yerleşim birimi kontrolümüzde
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Rusya'nın Kursk bölgesindeki 74 yerleşim biriminin Ukraynalı askerlerin kontrolünde olduğunu bildirdi. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya | 550 | 1,098 |
Gazzeli kadın, İsrail'in "güvenli" olduğunu iddia ettiği güzergahta yaşadığı korkuyu AA'ya anlattı
İsrail saldırıları ve ablukası altındaki Gazze Şeridi'nin kuzeyinden göç etmek zorunda kalan Filistinli kadın, İsrail ordusunun “güvenli geçiş koridoru” olarak belirlediği yollarda her türlü korku ve tehlikeyi yaşadıklarını söyledi.
Gazze
İsrail, Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın 7 Ekim'deki saldırılarından sonra 17 yıldan bu yana abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi'ne savaş ilan etti.
❝Bir evi göstererek 'buradan itibaren güvenli bölge' dediler. Gördük ki güvenli olan o evde en çok keskin nişancı vardı ve yürümek zorunda kaldık❞
— Anadolu Ajansı (@anadoluajansi) November 18, 2023
Gazzeli kadın, İsrail'in "güvenli" olduğunu iddia ettiği güzergahta yaşadığı korkuyu AA'ya anlattı https://t.co/jZK86oQU9q pic.twitter.com/DYPzUQz8rj
Gazze'ye 42 gündür yoğun saldırılarını sürdüren İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yaşayan Filistinlilerden sık sık "güvenli koridorlar" diye belirlediği güzergahlardan güneye çekilmelerini istiyor.
Ağır bombardımandan kaçmak zorunda kalan yüz binlerce Filistinli, Gazze'nin kuzeyindeki bölgelerden güney bölgelerine geçmeye çalışıyor.
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliya Mülteci Kampı'nda öğretmenlik yapan 48 yaşındaki İntisar Rızk el-Arabid, kuzeyden güneye göç yolculuğunda yaşadıkları korku ve sıkıntıları AA muhabirine anlattı.
İsrail'in ağır bombardımanı nedeniyle Gazze Şeridi'nin kuzeyinden orta kesimindeki bölgeye sığınmak zorunda kaldıklarını belirten Arabid, ailesiyle birlikte bu yolculuk sırasında her türlü sıkıntı ve korkuya maruz kaldıklarını dile getirdi.
Saldırıların yanı sıra Gazze Şeridi'nin tam ablukaya alınmasına bağlı olarak kuzeyde ulaşım araçlarının kalmadığına işaret eden Arabid, Gazze'nin orta kesimlerine yolculuklarında uzun süre yürümek zorunda kaldıklarını aktardı.
Arabid, bir ayağının kırık olduğunu ifade ederek, yola çıkmadan önce kuzey bölgesinde yaşadıkları korkunç anlara ilişkin şunları kaydetti:
"İsrail ordusu, kuzeyde olduğumuz son gece biri Endonezya Hastanesi'nin olduğu bölge olmak üzere 3 noktayı bombardıman yağmuruna tuttu.
O gece 120 metrekarelik bir eve 45 kişi sığınmıştık. Çocuklarımız korktu ve Cibaliya Mülteci Kampı'nı da korku sardı. Bunun üzerine oradan da çıktık."
Kırık ayağıyla uzun süre yürümek zorunda kaldığını vurgulayan Filistinli kadın, İsrail ordusunun ağır bombardımanı sonucu yolların da kullanılamaz hale geldiğini söyledi.
Arabid, yol boyunca birçok kez düştüğünü ve kocasının kendisini taşımak zorunda kaldığını ifade ederek, "Bureyc Mülteci Kampı sakini olmama rağmen kampı tanıyamadım, binalar bombalanarak yerle bir edilmişti." diye konuştu.
Her anı ölümle korkusuyla geçirdiklerini vurgulayan Filistinli Arabid, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bazıları araçların içinde olmak üzere şehitlerin cenazeleri yollarda kömürleşmiş halde duruyordu, (İsrailli) keskin nişancılar da güvenli diye iddia ettikleri koridorlardan geçenleri takip ediyordu.
Geçtiğimiz koridorların birinde çocuklarım ve başka erkekler, çıplak halde fiziki aramalara ve her türlü rezilliğe maruz kaldılar."
İsrail ordusunun "güvenli geçiş koridoru" olarak belirlediği güzergahta binaların tepelerine keskin nişancılar yerleştirdiği için bazı bölgeleri yerde sürünerek geçtiklerini dile getiren Arabid, kendisinin daha sonra bir gencin yardımıyla Nuseyrat Mülteci Kampı'na kadar motosiklete bindiğini anlattı.
Gazze Şeridi'nin kuzeyinden orta kesimindeki Deyr Belah'a ölüm korkusuyla gelebildiklerini vurgulayan Arabid, "Korkunç manzaralarla karşılaştık, insanlar korku içindeler. Kuzeyde yaşadığımız tüm korkular, güvenli geçiş koridorları olarak iddia ettikleri güzergahta yaşadığımız korkunun yüzde biri bile değil." ifadelerini kullandı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/-gazzeli-kadin-israilin-guvenli-oldugunu-iddia-ettigi-guzergahta-yasadigi-korkuyu-aaya-anlatti/3056858 | 1,975 | 3,918 |
Iraklı milletvekillerine göre Barzani'nin ziyareti Erbil-Bağdat hattında yeni dönemin işareti
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani'nin 6 yıl sonra Bağdat'a gerçekleştirdiği sürpriz ziyaretin yankıları sürerken bunun "Irak siyasetinde yeni bir uzlaşı dönemine" işaret ettiği yorumları yapılıyor.
Bağdat
Irak Parlamentosu Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Milletvekili Şerif Süleyman ve Kanun Devleti Koalisyonu Milletvekili Akil Fetlavi, Irak'taki son siyasi gelişmeleri, Barzani'nin Bağdat ziyareti sonrası Şii-KDP ilişkilerindeki yeni dönem ve beklenen yeni meclis başkanı seçimindeki senaryoları AA muhabirine değerlendirdi.
KDP ile Şii silahlı gruplar arasında yeni sayfa mı açılıyor?
Mesud Barzani'nin 6 yıl sonra Bağdat'a yaptığı ziyaretin "önemli" olduğunu ifade eden Süleyman, "Barzani, Bağdat'ta Irak siyasetinin bir numaralı şahsiyetleriyle Irak devletinin iç ve dış meselelerini görüştü. Mesud Barzani, tüm siyasi taraflarla iyi ilişkiler içerisinde. Ziyareti de Irak'taki siyaseti destekleme amacı taşıyordu." dedi.
Barzani'nin Bağdat ve Erbil arasındaki sorunlara çözüm noktasında ısrarcı olduğunu ifade eden Süleyman, Kürt liderin Bağdat'taki yetkililerle Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) memur maaşları, bütçe konusu ve siyasetteki dengeyi masaya yatırdığını kaydetti.
"Tek bir anayasayla yönetiliyoruz ve çıkarlarımız ortak"
Süleyman, terör örgütü PKK'nın Irak'tan çıkarılmasını öngören Sincar Anlaşması, yeni meclis başkanının seçimi ve Kerkük'teki il meclisinin henüz toplanamaması meselelerinin de Barzani'nin Bağdat ziyaretinde ele alındığını belirtti.
Erbil'deki ABD temsilcilikleri ve Erbil Havalimanı'na çeşitli saldırılarda bulunduğu iddia edilen Şii silahlı gruplarla da yeni sayfa açıldığını aktaran Süleyman, şöyle devam etti:
"Herhangi bir sorun olmayacak. Hepimiz Iraklıyız ve Kürdistan Bölgesi de Irak'ın önemli bir parçasıdır. Hepimiz tek bir anayasayla yönetiliyoruz ve Bağdat'taki hükümetin ortağıyız, çıkarlarımız da ortaktır. Bölgesel yönetimi (IKBY) ilgilendiren her konu Bağdat'ı da ilgilendirir.
Hiçbir anlaşmazlık (Şii silahlı yapılarla) sonsuza dek sürmez. Görüş ayrılıkları olsa da bu, çözüm olmadığı anlamına gelmez. Biz KDP olarak tüm siyasi gruplarla aynı mesafedeyiz. Görüşmeler (Barzani-Şii gruplar) son derece olumlu geçti."
Irak Meclis Başkanı seçimi ve KDP
Irak'ta daha önce mahkeme kararıyla koltuğundan olan eski Meclis Başkanı Muhammed Halbusi yerine henüz biri seçilemedi. Buna en temel gerekçe ise Sünni partiler arasında yaşanan "tek aday" anlaşmazlığı gösteriliyor.
KDP Milletvekili, Barzani'nin Bağdat'ta Sünni siyasi liderlerle görüşmesini hatırlatan Süleyman, "Bu mesele, Sünni oluşumu ilgilendiriyor. Tek aday üzerinde mutabık kalınmasını istiyoruz ki yeni başkanın seçimi kolayca gerçekleşsin." değerlendirmesinde bulundu.
"Barzani, Maliki ile Saddam'a karşı aynı saftaydı" hatırlatması
Irak eski Başbakanı Nuri el-Maliki'nin lideri olduğu Kanun Devleti Koalisyonu Milletvekili Akil Fetlavi de Barzani'nin Saddam Hüseyin dönemindeki muhalefet safında Maliki ile aynı cephede çalıştığını ve iki kişi arasında iyi bir "dostluk" ilişkisi bulunduğunu dile getirerek, bunun Bağdat-Erbil sorunlarının çözümünde rol oynadığını savundu.
"Bağdat'ta Şii, Sünni ve Kürt siyasi gruplarla uzlaşı gerçekleştirilmesi halinde gelecek seçimlerden sonra Irak siyasi istikrara kavuşabilir." diyen Fetlavi, erken seçimin yapılmasını desteklediklerini belirtti.
Fetlavi, Maliki ile Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani arasında ilişkilerin "gergin" olduğu iddialarını da yalanladı.
Gelecek seçimlerde iki lider arasında siyasi ittifak ihtimaline dair ise Fetlavi, şu ifadeleri kullandı:
"Siyasette her şey mümkün. Maliki, mevcut hükümet ve parlamentoyu destekliyor. Sudani de hükümeti paylaşan Koordinasyon Çerçevesi ve Devleti Yönetme Koalisyonu'ndan doğdu."
Irak Meclisindeki yeni başkanın seçimi konusuna ilişkin Fetlavi, Sünni partilerin yeni meclis başkanı için "tek aday" üzerinde uzlaşı sağlamasını istediklerini dile getirdi.
Mesud Barzani'nin Bağdat ziyaretinde ayrıca doğal gaz ve petrol yasasının Meclisten geçirilmemesini ile Bağdat ve Erbil arasında imzalanan Sincar Anlaşması'nın yürürlüğe girmemesinin nedenlerini de Irak merkezi yönetim yetkililerine sorduğu aktarıldı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/-irakli-milletvekillerine-gore-barzaninin-ziyareti-erbil-bagdat-hattinda-yeni-donemin-isareti/3272035 | 2,123 | 4,404 |
18 ülkede 329 Türk mimari eserini kiliseye çevirdiler
Osmanlı İmparatorluğu'nun hakim olduğu topraklardaki Türk mimari eserlerini ülke ülke gezerek araştıran Yüksek Mimar Yılmaz, 18 ülkede cami, mescit, tekke, türbe gibi 329 Türk mimari eserinin kiliseye dönüştürüldüğünü tespit etti.
İstanbul
Osmanlı İmparatorluğu'nun hakim olduğu topraklarda 10 yıldır Türk eserlerinin izlerini süren mimar Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz, kiliseye dönüştülen camileri, tekkeleri ve çan kulesine çevrilen minareleri tespit etti. Eserlerin bulundukları ülkelere giderek yerinde incelemede bulunan Yılmaz, kiliseye çevrilen mimari yapılarla ilgili detayları AA muhabirine anlattı.
"329 mimari yapı tespit ettim"
Çalışmasına önce Balkanlardan başlayan Yılmaz, bulduğu veriler ışığında araştırma sahasını genişlettiğini belirterek, "Önce Macaristan, Bulgaristan ve Yunanistan'a yoğunlaştım. Çünkü en çok kiliseye dönüştürülen yapılar bu 3 ülkede bulunuyor. Daha sonra Cezayir, Ukrayna, Kırım, Gürcistan, Ermenistan, Bosna Hersek, Güney Kıbrıs, Hırvatistan, Kırım, Kosova, Makedonya, Moldova, Romanya, Sırbistan ve Türkiye ile birlikte toplamda 18 ülkede cami, mescit, tekke, türbe gibi Türk eseri olup da çeşitli tarihlerde kiliseye dönüştürülen toplam 329 mimari yapı tespit ettim." dedi.
Ülke bazında kiliseye dönüştürülen eserlerle ilgili bilgi veren Yılmaz, şunları ifade etti:
"Bulgaristan'da 117 cami, 7 tekke-türbe ve 1 medrese kiliseye, 3 saat kulesi çan kulesine; Hırvatistan'da 8 cami, 1 kule kiliseye; Kırım'da 6 cami ve 1 türbe kiliseye, Kosova'da 1 cami kiliseye, 1 saat kulesi çan kulesine, Ukrayna'da 2 cami kiliseye, bir minare çan kulesine, Makedonya'da 3 cami, 2 türbe, 2 saat kulesi kiliseye; Sırbistan'da 15 cami ve 2 türbe kiliseye, Gürcistan ve Azerbaycan'daki 1'er cami Rus işgalinde kiliseye, Bosna Hersek'teki 3 cami Avusturya işgali sırasında kiliseye, Cezayir'de 3 cami Fransız işgalinde kiliseye, Ermenistan'da ise 2 cami kiliseye dönüştürüldü. Güney Kıbrıs'ta 1 çeşme, Moldova'da 4 cami ve Romanya'da da 5 cami kiliseye dönüştürüldü. Macaristan'da 23 cami, 5 türbe, 1 hamam ve 1 mektep kiliseye dönüştürüldü ancak Avrupa'da Türk eserlerini kiliseye dönüştürmeyen tek millet Macarlardır. Orada dönüştürülen eserlerin tamamı Avusturya işgali sırasında gerçekleştirilmiştir."
Yunanistan'da toplam 101 eser dönüştürüldü
329 yapıdan kiliseye çevrilip "hala faal olan" en çok Türk eserinin, Yunanistan'da bulunduğu bilgisini veren Yılmaz, bu ülkede 74 cami, 19 türbe, 1 imaret ve 2 namazgahın kiliseye çevrildiğini söyledi. Bunların yanı sıra 5 minarenin de çan kulesine dönüştürüldüğünü aktaran Yılmaz, Yunanistan'da toplam 101 eserin dönüştürüldüğünü ifade etti.
"Sofya'da bir gecede 7 minare dinamitlendi"
Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz, Türk eserlerinin siyasi ve mekansal gerekçelerle değiştirildiğini belirterek, "Şehir merkezlerindeki büyük anıtsal Türk yapıları ve özellikle de minareler Türk hakimiyetini dolayısıyla İslamı simgeledikleri için yok edilmesi gereken ilk hedef olarak görülüyor. Çok hazindir, Sofya'da 1878'de bir gecede dinamitlerle 7 minare yıktırılıyor." diye konuştu.
Yılmaz, ikinci gerekçe olan mekan ihtiyacında ise özellikle mübadele yapılan köylerden Türkler boşaltılınca yerine yerleştirilen Ortodoksların kilise ihtiyacı için mevcut camilerin dönüştürüldüğünü ifade etti.
"Sadece camiler değil, tekke, kule ve hamamlar da kiliseye çevrildi"
Camiler dışındaki diğer İslam eserlerinin de kiliseye çevrildiği anlatan Yılmaz, şu bilgileri paylaştı:
"Kiliseye en çok dönüştürülen eserler camiler. Ben 272 cami ve mescit tespit ettim. Camilerden başka 36 tekke-türbe var kiliseye dönüştürülen. Çan kulesine çevrilen saat kuleleri, üzerine çan yapılan minareler var. Hırvatistan'da bir kule, Güney Kıbrıs'ta bir çeşmenin haznesi, Yunanistan'da namazgahta yer alan minber, Ortodoks dua yerine dönüştürülmüş. Sırbistan'da dört duvarı kalmış bir kervansarayın içine kilise inşa edilmiş. Yani sadece camiler değil, tekke, türbe, minare, kule, hamam, çeşme, imaret gibi farklı türde Türk eserleri kiliseye dönüştürülmüş."
Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz, tekkelerin de kiliseye dönüştürüldüğünü aktararak, "Türklerin yoğun yaşadığı Dobruca'da Kanaat Baba Tekkesi şu an kilise. İlginç bir konu da hem Müslümanların hem de Hristiyanların ortak ziyaret alanı olan Bektaşi tekkeleri var. Daha önce ortak ziyaret edilen Bektaşi tekkeleri, Müslüman kalmayınca sessiz sedasız kiliseye dönüştürülüyor." ifadelerini kullandı.
"Ana duvar kıbleye baktığı için tespit edebiliyoruz"
Günümüze kadar ulaşmış olan yapıların hemen hemen hepsini yerinde incelediğine değinen Yılmaz, şöyle devam etti:
"Kiliseye çevrilen eserlerin neredeyse hepsinde, Türk mimarisine ait kubbe, kemer, silme gibi unsurların bilinçli bir şekilde yok edildiğini, mimari özelliklerinin tanınmayacak şekilde değiştirildiğini tespit ettim. Fakat ne kadar dönüştürülürse dönüştürülsün ana duvarlar, biz beden duvarı diyoruz, kıbleye baktığı için ve yönünü değiştiremediklerinden, kiliseleri bu şekilde tesbit etmek mümkün oluyor. Budapeşte'deki Mustafa Paşa Camisini bu şekilde tespit ettim."
"Mimari yapılara bizim kadar saygılı davranan başka milletler yok"
Yılmaz, Türklerin dönüştürdükleri yapılardaki mimari özelliklere çok müdahale etmediklerini anlatarak şunları söyledi:
"Mimari yapılara bizim kadar saygılı davranan başka milletler yok. Türklerin geçmiş medeniyetlerle hiçbir kompleksi olmamış, bu yüzden camiye çevirdiğimiz yapılardaki mimari özelliklere müdahale etmemişiz. Bunu en güzel örneği Ayasofya Camisidir. 1453'ten beri gözümüz gibi korumuşuz, hem de kilise özelliklerine müdahale etmeden. Sadece mihrap, minber ve minare eklemişiz. Dıştan esere baktığınızda rahatlıkla eskiden kilise olduğunu anlayabiliyorsunuz. İçeriden de öyle, sadece göz hizasındaki insan tasvirleri sıvanıp kapatılmış. Oysa Avrupalıların kiliseye çevirdiği camilerin mimari özellikleri tümüyle değiştirilmiş."
"Amacım Türk eserlerini belgelerle tescillemekti"
Geniş bir arşiv araştırması yaptığını dile getiren Yılmaz, "Kiliseye çevrildiğini tespit ettiğim yapıları, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Osmanlı Arşivlerinden tarayarak büyük bir kısmının vakfiyelerine ulaştım ve yapılarla vakfiyeleri eşleştirdim, künye bilgilerini ekledim. Arşiv araştırmasındaki amacım, Türk eserlerini belgelerle tescillemekti. Geçtiğimiz yıllarda bu şekilde Bulgaristan'da devletin el koyduğu, vakıf malı olduğu vakfiyesiyle tescil edilen bazı camiler dava açılarak mülkiyetleri müftülüklerce geri alındı." şeklinde konuştu.
Türkiye'de bu konuda daha önce merhum Ekrem Hakkı Ayverdi ve Prof. Dr. Semavi Eyice gibi isimlerin kitaplarında ve makalelerinde bazı eserlerin incelendiğini belirten Yılmaz, ancak bütün Osmanlı coğrafyasını içine alan bir çalışmanın olmadığını kaydetti.
Yılmaz, kendi çalışmalarını 575 sayfalık bir kitapta toplayıp 2017'de Prof. Dr. Semavi Eyice'ye takdim ettiğini, çalışma yöntemi ve usul olarak merhum Ayverdi'yi örnek aldığını söyledi.
Yaklaşık 20 yıldır Türk mimari eserleriyle ilgili araştırmalarda bulunan Yüksek Mimar Mehmet Emin Yılmaz, yurt içi ve yurt dışında birçok restorasyon projesinde yer aldı. Türk mimari eserleriyle ilgili çalışmalarını kurumsal yapıya dönüştürmek için "Türk Mimari Araştırma Merkezini" kuran Yılmaz, 2010-2020 yılları arasında yaptığı araştırma sonucunda "Kiliseye Çevrilen Türk Eserleri" kitabını basım aşamasına getirdi. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/18-ulkede-329-turk-mimari-eserini-kiliseye-cevirdiler/1912337 | 3,636 | 7,342 |
1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nın 'mücahitleri' o günleri anlattı
1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na katılan dönemin "mücahitleri", yaşadıklarını anlattı.
Lefkoşa
Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Rumların baskı ve zulmüne son vermek amacıyla 20 Temmuz 1974'te düzenlediği Kıbrıs Barış Harekatı'na katılan ve dönemin "mücahitleri" olarak görev yapan, Ahmet Tolgay, Ahmet Sanver ve Akay Cemal o günlerde yaşadıkları ve şahit olduklarını paylaştı.
Kıbrıslı Türkler, birincisi 20 Temmuz, ikincisi ise 14 Ağustos 1974'te düzenlenen harekatın üzerinden 45 yıl geçmesine rağmen o dönemi dün gibi hatırlıyor.
Mücahitler, yaşadıklarını AA muhabirine değerlendirdi.
Ahmet Tolgay, o dönemde gazetecilik yaptığını belirterek, 1974'deki iki harekata da katıldığını ifade etti. Harekat sırasında Lefkoşa'daki Sancak Karargahı'nda görevli olduğunu belirten Tolgay, harekat öncesi 5 yıllık askerlik yaptığını ve o dönemde buna "mücahitlik" dediklerini kaydetti.
Tolgay, "Birinci Kıbrıs Barış Harekatı'nı tüm dünya ve özellikle Batı desteklerken, İkinci Harekata karşı birden bire tavır aldıklarını gördük. Türkiye'nin ilk karşı çıkamayarak, edilgen davranmalarının nedenini daha sonra çözdük. O dönemde Atina'da Avrupa'nın ve Amerika'nın sempati duymadığı faşist Albaylar Cuntası iktidardaydı. Onun düşürülmesini istiyorlardı, Türkiye sağladı bunu." dedi.
Yunanistan'daki Albaylar Cuntası'nın düşmesinden sonra Batılılar ve ABD'nin, "Amaç hasıl olmuştur, düşürmek istediğimiz cuntayı düşürdük, bu iş burada dursun" tavrı içerine girdiğini anımsatan Tolgay, o günleri yaşayanlar olarak, Türk askerinin o üçgene sıkıştıktan sonra mutlaka ikinci bir harekatı yapmak zorunda olduğunu bildiklerini söyledi.
Tolgay, "O üçgen, Girne'den başlayıp, Boğazı kapsayarak Lefkoşa'ya kadar geliyordu. Bu daracık alanın içerisine, 10 binlerce Türk askeri sıkışmak zorunda kalmıştı. 15 Temmuz 1974'teki darbe girişiminden sonra paramparça olan Rum halkı kendini toplamıştı ve bütün birlikleri bir araya getirmişti. Bu üçgen bölge çevresinde müthiş bir kuşatma harekatı başlatmışlardı. Türk askerini bir saldırıyla denize dökmeyi tasarlıyorlardı. Bu da emperyalist Batının hoşuna gidiyordu." ifadelerini kullandı.
"Ayşe tatile çıksın şifresi orada verilmişti"
Bir yandan o süreçte Cenevre'deki barış görüşmelerinin de devam ettiğini kaydeden Tolgay, "Bir noktaya gelindikten sonra artık uzlaşmanın mümkün olmadığını anlayan Türk tarafı, ikinci harekatın artık yapılması zaruretine inandılar. 'Ayşe Tatile Çıksın' şifresi orada verilmişti." dedi.
Harekatın Kıbrıs Türk halkına sağladığı en önemli imkanın coğrafi bir konuma sahip bulunmaları olduğunu anlatan Tolgay, şu anda KKTC'nin 3 bin 355 kilometrekarelik bir toprak alanına sahip olduğunu vurguladı.
Tolgay, o döneme dair hiç aklından çıkmayan bir olaya değinerek, şunları söyledi:
"Şu anda bizim Lefkoşa surlar içinde kalmış bir hastanemiz vardır. O hastane adeta bir sahra hastanesi haline gelmişti o günlerde. Doktorlarımız bütün sivil hastaları çıkarmışlardı ve oraya sadece yaralı Mehmetçikler getiriliyordu. Mehmetçikler tedaviye adeta zorla getiriliyordu. Yarası sarılır sarılmaz, tekrar cepheye arkadaşlarının yanına koşmak için çırpınıyorlardı. 'Bizim görevimiz burada şehit olmak.' diyorlardı. Ben Kıbrıslı olarak çok asker gördüm burada. Hiçbir askerde Türk askerinin bu yiğitliğini, vatana bağlılığını ve verilen emre itaatini görmedim."
"19 Temmuz'da 'yarın sabah çıkarma olacak' bilgisi geldi"
Ahmet Sanver de harekata daha önceden terhis olduğu için seferi asker olarak katıldığını söyledi.
Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Lefkoşa'nın Dereboyu bölgesinde havan takım komutanı olduğunu belirten Sanver, iki harekatta da görev yaptığını ifade etti.
Sanver, "O dönemde Başbakan Bülent Ecevit Londra'ya gitti. Meclis toplandı, çıkarma olacak mı olmayacak mı, evimize dönecek miyiz derken 19 Temmuz'da bize 'yarın sabah çıkarma olacak' diye bilgi geldi. Bize silahlarımızı ve mühimmatlarımızı dağıttılar. Sabaha kadar bekledik ama biraz uyuduk. Beni sabahleyin mühimmatları bekleyen nöbetçi kaldırdı. Kalktım, baktım yüksek intibadan uçaklar uçuyor ve keşif yapıyorlardı. Yarım saat sonra Beşparmak Dağları üzerinden kargo uçakları görüldü. Göçmenköy, Hamitköy ve Gönyeli ovalarına paraşütçüler inmeye başladı." diye konuştu.
Uçakları ve indirme birliklerini gördüklerinden büyük bir sevinç yaşadıklarını belirten Sanver, o dönemde kantonlarda sıkıntılar içerisinde yaşadıklarını söyledi.
Sanver, o döneme dair unutamadığı bir anıyı şöyle anlattı:
"İşaret panolarımız vardı. Sınırlarımızın hemen önüne veya gerisine uçaklar için işaret panoları hazırlanmıştı. Bize bunları hiç söylememişlerdi. Çünkü bu panolar için 1964 Savaşında kırmızı bez gererdik ve işte burası Türk bölgesi derdik. Uçakların daha emin olması ve Türk bölgelerini bombalamamaları için genelde kırmızı bezler sererdik. 1963-1974 arasında gizli olarak iki taraflı ve her bir tarafından iki renk olan büyük muşamba panolar sınır bölgelerine verilmişti. Mesela bir tarafı sarı-kırmızıydı, diğer tarafı da sarı-lacivertti diyelim. Karşıdan mevzilere telefon gelirdi, 'Çevirin sarı-kırmızıyı.' denirdi. Çünkü düşman o renkleri tanıyıp da kendi de kullanmasın diye her saat döndürürdük. O dönemde uçak pilotu bütün sınırı o renkte görürdü. Düşman tarafından da taklidi olmasın diye değiştirirdik. Hem iki renkti hem de çok gizliydi."
Kıbrıs Türk halkının Türkiye ile birlikte ve beraberlik içerisinde olduğu sürece başına böyle belalar musallat olmayacağını söyleyen Sanver, "Bugünlerde görüşmeler ve anlaşmalar devrede. Biz biliyoruz ki, Türkiye'nin garantörlüğü olmazsa, Avrupalılar ve Rumlar biz Kıbrıs Türklerini sıfır olarak görürler, görüşmeye bile oturmazlar. Biz, Türkiye'nin bizimle beraber olmasını istiyoruz, biz de onunla beraberiz. Bazı çatlak sesler varsa, onlarda azınlık ve cahildir." diye konuştu.
"Türkler Enosis'in önündeki en büyük engeldi"
Akay Cemal da harekata hem mücahit hem de savaş muhabiri olarak katıldığını vurgulayarak, "20 Temmuz 1974'de Türkiye anlaşmalardan doğan hakkını kullanmayıp Kıbrıs'a çıkarma yapmamış olsaydı, biz sizinle burada bu röportajı yapamayacaktık. Çünkü Kıbrıs'ta canlı Türk kalmayacaktı. Aynen Girit'te olduğu gibi. Bu bakımdan 20 Temmuz Kıbrıs Türk halkının en büyük bayramıdır, bir kurtuluş günüdür ve geçmişte yapılan mücadelenin bir nevi armağanıdır." değerlendirmesinde bulundu.
Cemal, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in harekattan sonra Kıbrıs'a geldiğinde, "Mücahitler olarak siz bugüne kadar direnmemiş olsaydınız, Türkiye bu çıkarmayı yapamazdı." dediğini vurguladı.
O günlerde Rumların Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale edebileceğini pek ciddiye almadığını ifade eden Akay, "Daha çok mevzilerinde (Rumlar), Türkçe olarak 'Bekledim de gelmedi' şarkısını çalarlardı. Yani siz Türkiye'yi beklersiniz ama bakın Türkiye gelmiyor. Bu kez de böyle olacağını hesaplamışlardı. 15 Temmuz 1974 darbesinden sonra silahlar topyekün Türklere çevrilecekti. Çünkü Türkler Ada'nın Yunanistan'a bağlanmasının (Enosis) gerçekleştirilmesi önünde en büyük engel teşkil etmekteydi." dedi.
Harekattan önceki gece yanında çalıştığı, Kıbrıs Türk halkının varoluş ve özgürlük mücadelesi lideri Dr. Fazıl Küçük'ün aniden arandığı ve bir toplantıya katıldığını söyleyen Cemal, Küçük'ün o arada bazı bölgeleri ziyaret ettiğini kaydetti.
Akay, o harekat sırasında unutamadığı o anlara ilişkin şunları ifade etti:
"Dr. Küçük, Türkiye'nin bu kez çıkarma yapacağından, müdahelede bulunacağından emin bir şekilde konuşmuştu. O bakımdan bütün gece uyumamıştık ve çıkarmayı beklemiştik. Bütün mahalle ve bölge halkı sokaklara döküldü. Hatırlıyorum, Dr. Küçük'ün eşi Halkın Sesi'ne geldi ve dama çıktılar. Orada paraşütlerin inişini seyrettik, vatandaşlar sokakta birbirlerine sarılarak göz yaşı döktü. O günler hala gözümün gitmiş değildir. O günlerde yeniden doğmuş gibi olduk çünkü artık son raddeydi bu. Enosis uçurumunun bir yerde kenarından dönmüştük. Ne mutlu bize, ne mutlu bu müdahaleyi yapanlara."
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/1974-kibris-baris-harekatinin-mucahitleri-o-gunleri-anlatti/1536222 | 4,122 | 8,083 |
AB, Belarus'a gidecek göçmenleri kaynak ülkelerde durdurmak istiyor
AB, Belarus-Polonya sınırında son günlerde yaşanan düzensiz göçmen krizine çözüm bulmak amacıyla göçmenlerin geldiği ülkeler ve transit ülkelerle iş birliği yapmak istiyor.
Brüksel
Avrupa Birliği (AB) yetkilileri, göçmenlerin Belarus'a gidişini engellemek amacıyla onlarca ülkeyle temas kurmaya hazırlanıyor.
AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas'ın bu kapsamda bazı ülkeleri ziyaret etmesi bekleniyor. AB yetkilileri, Schinas'ın hangi ülkeleri ne zaman ziyaret edeceği konusunda çalışmaların sürdüğünü bildirdi.
Belarus yönetimini "göçmenleri kullanmak ve AB sınırlarına gitmeye teşvik etmekle" suçlayan Birlik yönetimi, bir taraftan da Belarus'a son dönemde hangi ülkelerden ne sıklıkla uçuşlar düzenlendiğini takip ediyor.
AB Komisyonu sözcülerinden Peter Stano, "Uçuşların sıklıklarına, uçuş rotalarına, Belarus'a ne kadar uçağın gittiğine, ne kadarının geri döndüğüne, uçuşların doluluk oranına bakıyoruz." dedi.
Stano, Belarus'a hava yolu seyahatlerinin nerelerden yapıldığını sıralarken Irak, Suriye, Fas, İran, Katar, Güney Afrika, Hindistan, Sri Lanka, Venezuela, Rusya, Azerbaycan, Tunus, Cezayir, Libya ve Yemen gibi ülkeleri saydı.
AB Sözcüsü Stano, göçmenlerin Belarus'a vardıktan sonra Belarus yönetimi tarafından Birlik sınırlarına doğru itildiklerini ve yasa dışı şekilde Polonya, Letonya ve Litvanya'ya girmeye zorlandıklarını söyledi.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de dün gece yaptığı açıklamada, AB üyesi ülkelerden Belaruslu yetkililere yönelik genişletilmiş yaptırım rejimini onaylaması çağrısında bulunmuştu.
Von der Leyen, "AB, özellikle kara listeye alma yolu da dahil olmak üzere insan kaçakçılığında etkin olan üçüncü ülke hava yolu şirketlerine nasıl yaptırım uygulanacağını da inceleyecek." ifadesini kullanmıştı.
Belarus'tan AB ülkelerine 8 bine yakın göçmen girdi
AB kaynaklarının verdiği bilgiye göre, 2021'de Belarus'a komşu AB ülkelerine Belarus'tan toplam 7 bin 935 kişi geldi. Bu sayı, geçen yıl 150 olmuştu.
AB ülkelerine bu yıl gelen 8 bine yakın göçmenin 4 bin 216'sı Litvanya'ya, 3 bin 305'i Polonya'ya, 414'ü ise Letonya'ya girdi. Bu kişilerin çoğunun Iraklı olduğu belirtiliyor.
AB yönetimi, Belarus içinde şu anda üçüncü ülkelerden gelen ne kadar göçmen olduğuna yönelik bir sayı ifade etmiyor. Bazı istihbarat bilgilerine sahip olduklarını belirten ancak yine de sayı vermekten kaçınan AB yetkilileri, sadece şu anda Belarus-Polonya sınırında 2 bin kadar göçmenin bulunduğu bilgisini paylaştı.
Irak'tan Belarus'a uçuşlar durmuştu
Irak hükümeti, AB ile görüşmelerden sonra ağustosta Belarus'a uçuşları geçici olarak durdurmuştu.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, eylül başında Bağdat'ı ziyaret ederek Irak'tan Belarus'a geçici olarak durdurulan uçuşların kalıcı şekilde sonlandırılması için Irak hükümetinden talepte bulunmuştu.
AB Komisyonunun İçişlerinden Sorumlu Üyesi Ylva Johansson da ekim başındaki açıklamasında, Irak hükümetini ikna ederek Irak'tan Belarus'a gidişleri durdurduktan sonra bu defa da Afrika'daki kaynak ülkelerle aynı amaçla görüşmeler yaptıklarını açıklamıştı.
AB, üçüncü ülkelerde "farkındalık" yaratmak istiyor
Belarus yönetimini "göçmenleri siyasi amaçları uğruna araç olarak kullanmakla" suçlayan AB, göçmenlerin Belarus tarafından AB'ye karşı kullanmak için tuzağa düşürüldüğünü ve bu kişilerin hayatlarının tehlikeye atıldığını savunuyor.
AB, bu çerçevede özelikle kaynak ülkelerde "farkındalık" yaratarak göçmenlerin Belarus'a, oradan da AB sınırlarına gitmesini engellemeyi hedefliyor.
AB yetkilileri, göçmenlerin Belarus'a ve AB sınırlarına geldiklerinde "başlarına neler gelebileceği" hakkında hem kaynak ülkelerin yetkililerini hem de Belarus'a gitme niyetinde olanları "bilgilendirmeyi" planlıyor.
Sınırdaki göçmen krizi
Avrupa ülkelerine gitmek isteyen çok sayıda düzensiz göçmenin Belarus üzerinden AB üyesi Polonya'ya geçmek istemesi, Belarus ile Polonya sınırında tansiyonu yükseltmişti.
Çoğu Irak kökenli olduğu belirtilen, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu binlerce düzensiz göçmen, Belarus'tan Polonya'ya girmek üzere sınır noktasına doğru ilerlemeye başlamıştı.
Göçmenlerin bir kısmı hiçbir müdahaleye maruz kalmadan Belarus sınır noktasını geçmiş, bir kısmı da sınır boylarındaki ormanlık alana doğru ilerlemişti. Düzensiz göçmenlerin Belarus-Polonya sınırındaki bekleyişi sürüyor.
Polonya, Belarus'u düzensiz göç akınına izin vermekle, Belarus ise Polonya'yı sınırda göçmenlere orantısız güç kullanarak müdahale etmekle suçluyor.
AB-Belarus gerilimi
AB ile Belarus arasındaki gerginlik Ağustos 2020'de Belarus'ta düzenlenen ve Aleksandr Lukaşenko'nun kazandığı açıklanan cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından tırmanmıştı. AB, Belarus'ta seçime hile karıştırıldığı gerekçesiyle seçim sonucunu tanımadığını açıkladı.
AB, seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesi dışında Belarus'ta muhalefete baskı uygulandığını belirterek bu ülkeye yaptırımlar uyguluyor. Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko'nun da dahil olduğu yaptırımlar, seyahat kısıtlaması ve varlıkların dondurulması gibi uygulamaları içeriyor.
AB ülkeleri ayrıca 23 Mayıs'ta Atina-Vilnius seferini yapan Ryanair yolcu uçağının bomba ihbarı üzerine Belarus'un başkenti Minsk'e indirilmesi ve uçaktaki Belarus vatandaşı muhalif Roman Protaseviç'in gözaltına alınması nedeniyle Belarus hava yolu şirketlerine AB hava sahasını kapattı.
AB, Belarus yönetimini Irak gibi ülkelerden göçmenleri getirerek AB ülkeleri Polonya, Litvanya ve Letonya sınırlarına göndermek, "düzensiz göçü araç olarak kullanmak ve Birlik'i bu yolla istikrarsızlaştırmaya çalışmakla" suçluyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-belarusa-gidecek-gocmenleri-kaynak-ulkelerde-durdurmak-istiyor/2416148 | 2,848 | 5,807 |
AB büyükelçileri, Ukrayna'nın yeniden inşası için 4,2 milyar avro gönderilmesinde anlaştı
Avrupa Birliği (AB) büyükelçileri, Ukrayna'nın yeniden inşasını ve kamu yönetiminin işleyişini sürdürmesini desteklemek amacıyla oluşturulan fon kapsamında yaklaşık 4,2 milyar avro değerindeki ilk taksitin gönderilmesini onayladı.
Ankara
Macaristan'ın AB Dönem Başkanlığının X'teki paylaşımına göre, üye ülkeleri AB nezdinde temsil eden büyükelçilerin toplantısı (COREPER) Brüksel'de düzenlendi.
Büyükelçiler, "Ukrayna Aracı" kapsamında bu ülkenin yeniden inşası ve kamu yönetiminin işleyişini sürdürmesini desteklemek amacıyla oluşturulan fon kapsamında yaklaşık 4,2 milyar avro değerindeki ilk taksitin tahsil edilmesi konusunda anlaştı.
Bir sonraki adım olarak AB Konseyi'nde devam edecek yazılı prosedürle tahsilatın yapılması mümkün olacak.
AB, Ukrayna'nın makro-finansal istikrarını, kamu yönetiminin işleyişini ve yeniden inşasını desteklemek amacıyla "Ukrayna Aracı" isimli fon çerçevesinde 2024-2027 dönemi için 50 milyar avro hibe ve kredi sağlamayı amaçlıyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-buyukelcileri-ukraynanin-yeniden-insasi-icin-4-2-milyar-avro-gonderilmesinde-anlasti/3284087 | 616 | 1,226 |
AB, Karadeniz'in altından elektrik hattı döşeme hazırlığında
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Romanya, Gürcistan ve Azerbaycan arasındaki Karadeniz elektrik hattının çok önemli olduğunu, projenin, Karadeniz'in iki yakasını hem enerjide hem dijital iletişimde birbirine bağlayacağını söyledi.
Brüksel
Von der Leyen, Romanya'nın başkenti Bükreş'te Azerbaycan, Gürcistan, Romanya ve Macaristan arasında yeşil enerji geliştirme ve iletimi alanında stratejik ortaklık anlaşmasının imza töreninde konuştu.
Anlaşmanın, AB'yi Güney Kafkasya bölgesindeki ortaklarına daha da yakınlaştıracağına işaret eden von der Leyen, bunun temiz enerjiye geçişe de yardımcı olacağını belirtti.
Von der Leyen, Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte, Rus fosil yakıtlarından vazgeçtiklerini ve güvenilir enerji ortaklarına yöneldiklerini anlattı.
Geleceğin temiz, uygun fiyatlı ve güvenli yenilenebilir enerji kaynaklarında olduğuna işaret eden von der Leyen, yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji bağımsızlığına ve enerji arz güvenliğine katkı sağladığını belirtti.
Von der Leyen, imzalanan anlaşmanın yenilenebilir enerjiye öncelemesini memnuniyetle karşıladığını vurguladı.
"Artan yenilenebilir enerji üretimini entegre etmek için daha güçlü elektrik ara bağlantılarına ihtiyacımız var. Bu nedenle Romanya, Gürcistan ve Azerbaycan arasındaki Karadeniz elektrik hattı çok önemli." diyen von der Leyen, bunun iddialı bir proje olduğunu belirtti.
Von der Leyen, projenin, Karadeniz'in iki yakasını hem enerjide hem de dijital iletişimde birbirine bağlayacağına ve Hazar Denizine doğru ilerleyeceğine dikkati çekerek, "Proje, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektriği Romanya ve Macaristan üzerinden AB'ye getirerek arz güvenliğimizi güçlendirmeye yardımcı olacak." değerlendirmesinde bulundu.
Karadeniz elektrik hattının fırsatlarla dolu yeni bir iletim güzergahı olduğunu dile getiren von der Leyen, bunun Gürcistan'ı bir elektrik merkezine dönüştürebileceğini ve AB elektrik piyasasına entegre edebileceğini ifade etti.
Von der Leyen, Karadeniz elektrik hattı projesinin devam eden fizibilite sonuçlarını sabırsızlıkla beklediğini, projeyi finansal olarak desteklemeye hazır olduklarını sözlerine ekledi. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-karadenizin-altindan-elektrik-hatti-doseme-hazirliginda/2766332 | 1,007 | 2,210 |
AB Komisyonu Başkanı'ndan 'İtalya'ya yardım etmedik' itirafı
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, yeni tip koronavirüs salgınına hazırlıksız yakalandıklarını ve İtalya'ya gerekli desteği sağlayamadıklarını itiraf etti.
Brüksel
Brüksel'de düzenlenen Avrupa Parlamentosu Genel Kurulunda konuşan von der Leyen, üye ülkelere dayanışma çağrısında bulundu.
Von der Leyen, kriz patlak verdiğinde "kimsenin hazır olmadığını" kabul ederek "İtalya'nın en çok ihtiyaç duyduğu zamanda da kimse yoktu. Bu nedenle tüm Avrupa adına kalpten özür diliyorum." dedi.
Bu noktadan sonra özür dilemekten ziyade davranışlarda değişikliğe gitmenin önemli olduğuna işaret eden von der Leyen, "Avrupa kısa sürede kendisini korumak için herkesi koruması gerektiğini anladı." diye konuştu.
Von der Leyen, Avrupa'nın artık dayanışma içinde olduğunu ve birlikte hareket ettiğini savunarak "Avrupalı olmaktan gurur duyduğunu" ifade etti.
"Birlikte hareket ederek yarın daha güçlü olacağız. Avrupa gelecekte çok önemli rol oynayabilir" diyen von der Leyen, tüm yalan bilgi yayan taraflara bunu sonlandırmaları için çağrıda bulunarak doğru bilgi aktarmanın öneminin altını çizdi.
Von der Leyen, Avrupa'da kritik tıbbı malzemenin "her yöne nakledildiğini" ve imkanı olan tüm üyelerin birbirine destek olmaya başladığını söyledi.
Avrupa'nın artık "farklılıklarını ve bölünmüşlüklerini" geride bırakması gerektiğini kaydeden von der Leyen, "Yeni dünyada cesaret, güven ve dayanışmaya ihtiyacımız var." vurgusunu yaptı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-komisyonu-baskanindan-italyaya-yardim-etmedik-itirafi/1806901 | 827 | 1,666 |
AB Komisyonu Üyesi Varhelyi Ankara temaslarıyla ilgili olumlu mesajlar paylaştı
Avrupa Birliği (AB) Komisyonunun Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi, Türkiye'de siyaset, ekonomi, ticaret, bilim ve teknoloji, sosyal politika alanlarında olumlu gündeme katkıda bulunacak verimli temaslarda bulunduğunu duyurdu.
Brüksel
Varhelyi, Ankara'daki iki günlük temaslarıyla ilgili sosyal medya platformu X üzerinden paylaşımlar yaptı.
- AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Varhelyi'den Ankara ziyareti mesajı
- Bakan Bolat, AB Komiseri Varhelyi ile görüştü
- Bakan Fidan: YPG terörünün meşru bir güçmüş gibi gösterilmesi son bulmalı
- AB Komisyonu Üyesi Varhelyi: AB-Türkiye ilişkilerini ilerletebileceğimizi düşünüyorum
- Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, AB Komisyonu Üyesi Varhelyi'yi kabul etti
- Bakan Kacır, Türkiye'nin AB'nin Dijital Avrupa Programı'na dahil olmasını değerlendirdi
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'la görüşmesiyle ilgili Varhelyi, "Diyaloglarımızı ve işbirliğimizi yoğunlaştırma, mevcut fırsat penceresinden en iyi şekilde yararlanmak için ortak refah ve istikrarımızı desteklemek, vize kolaylığı, ticari konular ve yatırım fırsatlarına yönelik temasları yoğunlaştırmak amacıyla olumlu bir gündem geliştirmek konusunda mutabık kaldık." ifadelerini kullandı.
Varhelyi, Ticaret Bakanı Ömer Bolat ile görüşmesine ilişkin de Gümrük Birliği'nin güncellenmesi de göz önünde bulundurularak, ticareti olumsuz etkileyen faktörlerle hızlı bir şekilde mücadele edilmesinde daha fazla ilerleme görmeye kararlı olduklarını vurguladı. Varhelyi ayrıca AB'nin Rusya'ya karşı yaptırımlarının uygulanması konusundaki ortak çabalara ilişkin de verimli bir görüş alışverişinde bulunduklarını belirtti.
AB Komisyonu Üyesi Varhelyi, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş ile imzaladığı Yabancılara Yönelik Sosyal Uyum Yardımı (YSUY) Projesi'yle de ilgili, "AB'nin imzaladığı en büyük anlaşma" tabirini kullandı.
Daha önce projenin 781 milyon avro değerinde olduğu duyurulmuştu.
Varhelyi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ile görüşmesine dair mesajında AB'nin güvenilir ortaklara ihtiyaç duyduğunu, Türkiye ile işbirliğinin AB'ye gazdan yenilenebilir enerjiye geçiş, enerji verimliliği gibi çok alanda katkı sunabileceğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile görüşmekten onur duyduğunu ifade eden Varhelyi, stratejik ortaklığın gidişatını ve görünümünü ele aldıklarını, uzun vadeli bir vizyonla gerçekçi adımlar atmakta mutabık kaldıklarını bildirdi.
Varhelyi, Türk iş dünyası ile görüşmesiyle ilgili mesajında "Özel sektörün katılımı, ilişkiler için önemli bir itici güçtür ve AB-Türkiye ortaklığı ve pozitif gündeme ilişkin yakında yayınlanacak raporumuza değerli girdiler sağlayacaktır." ifadelerini kullandı.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır'la görüşmesiyle Ankara temaslarını sonlandırdığını bildiren Varhelyi, mevcut ve gelecek işbirliği hakkında ileriye dönük bir tartışma yaptıklarını belirtti.
Varhelyi, son paylaşımında Türkiye'nin AB'nin Ufuk Avrupa, Erasmus programlarına katılımını "başarı hikayesi" olarak tanımlayarak, bu kez AB'nin Dijital Avrupa Programı'na dahil olmasının bilim, teknoloji ve eğitim alanlarında işbirliğine katkı sağlayacağını kaydetti.
28 Mayıs'taki cumhurbaşkanı seçiminden sonra AB'den Türkiye'ye ilk üst düzey ziyareti düzenleyen Varhelyi, Dışişleri Bakanı Fidan'la ortak basın toplantısında "Ankara'da yeni hükümetin kurulmuş olmasıyla birlikte AB-Türkiye ilişkilerini ilerletebileceğimizi düşünüyorum." ifadesini kullanarak, çok güçlü siyasi ve ekonomik taahhütlerinin olduğuna işaret etmişti. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-komisyonu-uyesi-varhelyi-ankara-temaslariyla-ilgili-olumlu-mesajlar-paylasti/2986137 | 1,778 | 3,614 |
AB Komisyonunda ikinci von der Leyen dönemi eleştirilerin gölgesinde başladı
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı görevine ikinci kez seçilen Ursula von der Leyen'i hem içeride hem dışarıda sınamalarla karşılaşacağı, ortaya koyduğu vizyonu gerçekleştirmekte zorlanacağı bir dönem bekliyor.
Brüksel
6-9 Haziran'da yapılan seçimlerden AP'nin en büyük grubu olarak çıkan Avrupa Halk Partisinin (EPP) adayı von der Leyen, AB liderleri tarafından önerilmesinin ardından dün AP'de yapılan oylamada AB'nin yürütme organına 5 yıl daha başkanlık etmek için güvenoyu aldı.
Şimdi ise Alman siyasetçinin ekibinin yani her bir üye ülkeden 27 Komisyon üyesinin belirleneceği süreç başlayacak. AP, von der Leyen'in "kabinesini" topluca oylayacak ve yeni Komisyon görevi devralırken kriz dolu 5 yıl geride kalacak.
Von der Leyen, güvenoyu yoklaması öncesine AP Genel Kurulu'na hitabında hem geçmiş 5 yıldaki icraatlarını savundu hem de gelecek 5 yıllık vizyonunu çizdi.
Yol haritasını AB içerisinde aşırıcılıkla, kutuplaşmayla, yolsuzlukla, organize suçlarla ve düzensiz göçle mücadele, iklim hedeflerini çiftçi dostu tarım politikalarıyla uyumlama, rekabetçiliği ve yatırımları artırma, Birliğin dış savunmasını güçlendirme, Ukrayna'ya desteği sürdürme olarak belirledi.
Ekonomiden dış politikaya yoğun eleştiriler
Von der Leyen'in mesajları, kendi grubu EPP dışında, bir önceki dönemden müttefikleri sosyalist S&D ve liberal Renew Europe'un (Avrupa'yı Yenile) yanı sıra Yeşiller'e de hitap eder nitelikteydi.
Bu 4 gruptan milletvekilleri, von der Leyen'in ardından kürsüdeki konuşmalarında Hıristiyan Demokrat siyasetçiye desteklerini ifade etse de AP'deki sağ, aşırı sağ ve sol gruptan birçok milletvekilinin sert eleştirilerine ve hatta protesto eylemlerine sahne oldu. Milletvekilleri, von der Leyen'in görev süresi boyunca karşılaştığı krizler karşısında takındığı tutuma çokça atıfta bulundu.
Zira von der Leyen geçen dönemde bir yandan Kovid-19 salgını sırasında AB'nin ilk aşı tedarik süreci ve dağıtım gecikmeleri nedeniyle eleştirilere maruz kalırken diğer yandan iddialı iklim politikaları için yaptığı baskı nedeniyle bunların ekonomik etkilerinden endişe duyan kesimlerin muhalefetiyle karşılaşmıştı.
Von der Leyen'in, İsrail'in 7 Ekim 2023'te Gazze'ye başlattığı saldırıların ardından takındığı tavır ve İsrail'e sunduğu "koşulsuz destek" tepkilere yol açmıştı. Saldırıların başladığı günlerde İsrail'e "destek" ziyaretinde bulunan ilk liderlerden biri olan von der Leyen'in sivil kayıplara rağmen "İsrail'in kendini savunma hakkına" vurgu yapan söylemleri, AB'nin İsrail-Filistin politikasına yönelik geleneksel nispeten dengeli yaklaşımından sapma olarak görülmüştü.
Son olarak 16 Temmuz'da AB Adalet Divanı'nın von der Leyen yönetimindeki Komisyon'un aşı anlaşmalarında şeffaf davranmadığına hükmetmesi, hakkında daha önce "görevi kötüye kullanma" suçlamasıyla açılan davayla birlikte güvenoyu yoklamasına "yolsuzluk" gölgesi de düşürmüştü.
Bu mirası hatırlatan milletvekilleri, Avrupa'nın bugün 5 yıl öncesine göre çok daha zayıf olduğunu, rekabet gücünün baltalandığını, koşulların giderek daha da kötüleştiğini, tarım sektörünün iflas ettiğini, AB'nin artık dünya siyasetinde bir "aktör" olmadığını savundu.
Bazı milletvekilleri, Binyamin Netanyahu hükümetine verdiği koşulsuz destekle von der Leyen'in Gazze'deki "soykırımdan" sorumlu olduğunu belirterek Komisyon'a değil cezaevine gitmesi gerektiğini, bazıları ise Kovid-19 aşı anlaşmalarında yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle AP'de değil hakim karşısında olması gerektiğini söyledi.
Aşırı sağın artan ağırlığı
Von der Leyen'in yeni AP'de yer aldığı ilk oturum, gelecek 5 yılda hakim olacak siyasi atmosfere dair önemli ipuçları da verdi. Güvenoyu alsa da von der Leyen'i AB'nin her görüşünden itirazların, eleştirilerin, protestoların ve zorlu tartışmaların yürütüleceği bir dönem bekliyor.
Zira bu eleştirilerin önemli kısmı, seçimlerden güçlenerek çıkan ve AP'de hem grup hem de sandalye sayısını artıran aşırı sağcı vekillerden, diğer kısmı ise bunun karşısında daha da marjinalleşen sol kesimden geldi.
Von der Leyen'i en fazla zorlayacak kesim ise şüphesiz aşırı sağ olacak. Komisyon Başkanı ikinci döneminde ilkine kıyasla daha fazla milletvekilinin oyuyla seçilmiş olsa da Avrupa siyasetindeki sağa kayma, 2019'a kıyasla farklı bir döneme işaret ediyor.
Von der Leyen'in politikalarına itirazların yanı sıra AB siyasetindeki eksen kayması, daha fazla üye ülkenin Birliğin politika süreçlerine etki etme yönündeki isteğini de beraberinde getiriyor. Bu, Komisyon Başkanı'nın yeni dönemde AB zirvelerinde daha fazla sayıda popülist liderle müzakere etmek zorunda kalacağı, bir yandan yasa tekliflerine daha fazla muhalefetle karşılaşırken diğer yandan yasaların uygulanmasını denetleme rolünde de zorlanacağı anlamına geliyor.
Yol haritasında zikrettiği Europol'ü Avrupa çapında bir polis teşkilatı haline getirme, Avrupa hava savunması sistemi kurma, yatırımları altyapı ve sanayiye yönlendirecek yeni bir Temiz Sanayi Anlaşması, rekabetçiliği ve yenilikçiliği artıracak ortak sınır ötesi projelere odaklanacak yeni Avrupa Rekabetçilik Fonu hedefleri gibi geleneksel olarak üye ülkeler tarafından yönetilen alanlarda "birlik" sağlamak, von der Leyen için kolay olmayacak.
Dış politikada zorlu gündem
Dış meselelerde Von der Leyen'in önündeki en önemli konuyu elbette ki Ukrayna'da devam eden savaş oluşturacak. Son iki yılda olduğu gibi von der Leyen'in göreve fiilen başlayacağı ekim ayı, kışa girerken Ukrayna'nın askeri ihtiyaçlarının da arttığı bir döneme denk geleceği için bu ülkeye verilecek mali ve askeri desteğin artırılması yeni Başkan'ı zorlayacak konular arasında olacak.
Yükselen aşırı sağcı, milliyetçi akımların özellikle Rusya ile ilişkiler ve Ukrayna'ya destek konularında da Birliğin bütünlüğünü zora sokma ihtimali bulunuyor.
Diğer yandan ekim ayında ABD başkanlık seçimleri yapılacak. Von der Leyen, transatlantik ittifakın güçlü savunucusu olarak Joe Biden yönetimiyle yakın ilişkiler kurdu. Eski Başkan Donald Trump'ın yeniden seçilmesi ihtimali, geçen aylarda savunmaya yatırım yapmayan müttefiklerine NATO şemsiyesi sağlamayacağı, Ukrayna'ya desteği keseceği yönündeki söylemleri, AB içerisinde endişelere yol açmıştı.
Bu durum AB ülkelerinde ABD ile Trump döneminde gerileyen ilişkiler, Rusya'nın Ukrayna'ya ait Kırım'ı yasa dışı ilhakı ve Ukrayna'da savaşla sonuçlanan tavrı, buna karşılık ABD'nin ise Rusya yerine Çin'den yönelen tehdide odaklanması gibi gelişmelerle ortaya çıkan ve Biden dönemiyle nispeten hafifleyen "savunmada özerklik" tartışmalarını alevlendirmişti.
Von der Leyen'in dün verdiği "savunmada gerçek birlik kurma zamanı" mesajı bu endişeye bir yanıt niteliğinde olsa da ortak savunma ve güvenlik araçlarında karar almanın üye devletlerin oy birliği esasına dayanması bunları iddialı ve zorlu hedefler haline getiriyor.
Ayrıca savunma harcamalarında yeterli artışın sağlanamaması, askeri altyapı yetersizliği, muhtemel kriz bölgelerinde üye devletlerin birbirleriyle çakışan öncelikleri, farklı tehdit algıları gibi hususlar da ek zorluklar doğuruyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-komisyonunda-ikinci-von-der-leyen-donemi-elestirilerin-golgesinde-basladi/3279478 | 3,490 | 7,225 |
AB, Nijerya'dan daha fazla doğal gaz ithalatı istiyor
Avrupa Birliği, Afrika'da petrol ve doğal gaz zengini Nijerya'dan doğal gaz ithalatını mevcut yüzde 14'ün üzerine çıkarmak istiyor.
Abuja
AB, Rusya'nın doğal gaz kesintilerinin ardından alternatif olarak Nijerya'ya yöneldi. AB Komisyonu Enerji Departmanı Genel Müdür Yardımcısı Matthew Baldwin Nijerya'ya ziyaret etti.
Baldwin, Petrol Kaynakları Bakanı Timipre Sylva ve Maliye Bakanı Zainab Ahmed'in yanı sıra birkaç yetkiliyle bir araya geldi.
Baldwin, AB'nin Nijerya'dan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithalatını mevcut seviye olan yüzde 14'ün üzerine çıkarmak istediğini belirtti.
Ülkeden yapılan tüm LNG sevkiyatlarının yüzde 60'ının Avrupa'ya gittiğini kaydeden Baldwin, "Avrupa, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ve gaz piyasamızdaki istikrarsızlıktan sonra gaz konusunda dar bir noktada, belki de arzı tamamen kesme tehdidi mevcut" dedi.
Tespit edilmiş petrol rezervleri yaklaşık 37 milyar varil olan Nijerya, dünyadaki rezervlerin yüzde 3,1'ine sahip.
Ham petrol üretiminde dünyanın ilk 15 ülkesi arasında bulunan Nijerya, dünyada en fazla petrol rezervine sahip 8. ülke ve petrol ihracatı bakımından da 6. sırada yer alıyor.
Ülkenin petrol yataklarının bulunduğu Rivers ve Delta bölgelerinde günde 1,5 milyon varilden fazla ham petrol üretimi yapılabileceği ancak silahlı grupların sabotajları, çatışmalar ve insan kaçırma gibi olaylar nedeniyle en az 500 bin varillik kapasitenin kullanılamadığı belirtiliyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-nijeryadan-daha-fazla-dogal-gaz-ithalati-istiyor/2644201 | 781 | 1,634 |
AB, nükleer ve gazı yeşil yatırım olarak tanımlayacak
Avrupa Birliği (AB), yeni nükleer enerji ve doğal gaz santrallerini yeşil yatırım olarak sınıflandırmaya hazırlanıyor.
Brüksel
AB Komisyonu, üye ülkelerde nükleer ve doğal gaz alanlarındaki enerji yatırımlarının sınıflandırılmasına ilişkin uzman danışma sürecinin başlatıldığını açıkladı.
Açıklamada, sınıflandırma ile AB'nin 30 yıl içinde iklim dostu bir kıta olma hedefini yakalamak için yatırımları ihtiyaç duyulan faaliyetlere yönlendirmenin amaçlandığı kaydedildi.
Mevcut durumda her AB ülkesinin enerji üretim kaynaklarının farklılık gösterdiği anımsatılan açıklamada, Avrupa'nın bazı bölgelerinin enerjide halen ağırlıklı olarak yüksek karbon salan kömüre dayandığı ifade edildi.
Açıklamada, bilimsel tavsiyeler, mevcut teknolojik ilerleme ve üye ülkeler arasında değişen geçiş zorluklarının dikkate alındığı, AB Komisyonu'nun doğal gaz ve nükleerin enerjide yenilenebilir temelli bir dönüşümü kolaylaştıracak araçlar olarak gördüğü belirtildi.
Doğal gaz ve nükleerin iklim dostu dönüşüme katkıda bulunduklarına dikkati çekilen açıklamada, bu enerji kaynaklarının açık ve sıkı koşullar altında yeşil yatırım sınıflandırması çerçevesinde yer alacağına işaret edildi.
Açıklamada, uzman danışma sürecinin tamamlanmasının ardından AB Komisyonu'nun ilgili mevzuatı onay için ocak ayı içinde AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosu'na (AP) göndereceği kaydedildi.
AB'nin yeşil sınıflandırmasına dahil olan enerji yatırımları finansmana daha kolay erişim sağlıyor.
AB Komisyonunun taslağında, çevreye zarar vermeyen ve atıklarını güvenli biçimde tasfiye edebilecek nükleer enerji santral yatırımları yeşil ve sürdürülebilir ekonomik aktivite olarak sınıflandırılıyor.
Söz konusu nükleer santrallerin yeşil yatırım sayılması için 2045'ten önce ruhsat almaları gerekiyor.
Yeşil yatırım olacak doğal gaz yatırımlarının ise kömürün yerine geçecekse kilovatsaat başına 270 gramdan daha az karbon emisyonu salması ve inşaat izninin 2030 yılı bitiminden önce alınması şart koşuluyor.
Başını Fransa'nın çektiği 10 kadar ülke, nükleer enerjinin iklim değişimi ile mücadelede etkili, güvenli ve rekabetçi bir kaynak olduğunu belirterek, yeşil yatırım sınıflandırma çerçevesine dahil edilmesini talep ediyordu.
Buna ilave bir grup ülke de doğal gazın da geçici süre için AB yatırım sınıflandırma kurallarında sürdürülebilir olarak kabulünü istiyordu.
Almanya, Avusturya ve Lüksemburg gibi ülkeler özellikle nükleerin yeşil sınıflandırmaya dahil edilmemesi görüşünü taşıyordu.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-nukleer-ve-gazi-yesil-yatirim-olarak-tanimlayacak/2463040 | 1,396 | 2,678 |
AB, Orban'ın Rusya ziyaretine tepki olarak Budapeşte'deki toplantıyı Brüksel'e aldı
AB Yüksek Temsilcisi Borrell, dönem başkanı Macaristan'ın Başbakanı Orban'ın Rusya ve Çin ziyaretlerine "sembolik tepki" olarak, bir sonraki gayriresmi dışişleri ve savunma bakanları toplantısının Brüksel'e alındığını söyledi.
Ankara
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, dönem başkanı Macaristan'ın Başbakanı Viktor Orban'ın "barış misyonu" adıyla gerçekleştirdiği Rusya ve Çin ziyaretlerine "sembolik tepki" olarak, bir sonraki gayriresmi dışişleri ve savunma bakanları toplantısının Budapeşte yerine Brüksel'de yapılmasına karar verildiğini söyledi.
Borrell, Brüksel'de düzenlenen AB Dışişleri Bakanları Toplantısı sonrası basına açıklamada bulundu.
"Orban ve hükümetinin söylediğinin aksine AB'nin savaş yanlısı politika gütmediğini" ifade eden Borrell, "Biz bunu şiddetle reddediyoruz. Macaristan Başbakanı ve Macaristan Dışişleri Bakanı tarafından yapılan açıklamaları ve uygulamaya konulan eylemleri analiz ettik ve tek bir istisna dışında tüm üye ülkelerin bu davranışı çok eleştirdiğini söyleyebilirim." ifadesini kullandı.
Borrell, AB'nin Ukrayna konusundaki pozisyonunun net olduğunu vurgulayarak, "AB, uzunca bir süredir Brüksel'deki tek barış planı olan (Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir) Zelenskiy'nin barış formülünü desteklemektedir ve desteklemeye de devam edecektir." dedi.
Savaştan taraf olanın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin olduğunu ifade eden Borrell, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Savaş yanlısı olan tek kişi, herhangi bir görüşme ve ateşkes için ön koşul olarak Ukrayna'nın bölünmesi ve cezalandırılması çağrısında bulunan Putin'dir. Her gün binlerce füze, insansız hava aracı ve bombalar, daha fazla askeri saldırı olacağına dair uyarılar gönderiyor. Bu yüzden savaş yanlısı olan hakkında konuşmak istiyorsanız Putin hakkında konuşun, AB hakkında değil."
Orban'ın "barış misyonu" olarak nitelediği 5 Temmuz'daki Rusya ziyaretini de eleştiren Borrell, "Adil ve kalıcı bir barış için Ukrayna'nın özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak ve savaşın başlamasından bu yana işlenen pek çok savaş suçunun hesabının sorulmasını sağlamak gerekir. Bu temel esasları göz ardı eden herhangi bir sözde barış misyonu, günün sonunda sadece Putin'e fayda sağlar ve tek bir istisna dışında barış getirmez." diye konuştu.
Orban'a "sembolik" tepki
Borrell, Orban'ın, dönem başkanlığı görevini üstlenirken yaptığı açıklamalar ve eylemlerden 25 üye ülkenin rahatsız olduğunu aktararak, Macaristan'a AB Antlaşmasının "dış politikada ortak menfaatin korunması ve sadık işbirliğini" öngören maddesinin hatırlatıldığını dile getirdi.
"Sembolik bir sinyal olsa bile, savaşın tarafı olarak AB'nin dış politikasına karşı olmanın bazı sonuçları olması gerektiğine dair bir sinyal göndermemiz gerekiyor." diyen Borrell, bu amaçla Budapeşte'de yapılması planlanan bir sonraki dışişleri ve savunma bakanları toplantısının Brüksel'de yapılmasına karar verildiğini duyurdu.
Öte yandan bunun "boykot" anlamına gelmediğini belirten Borrell, "Boykot kelimesini reddediyorum. Toplantı gerçekleşecek ve Macaristan da orada olacak. İster Budapeşte'de ister Brüksel'de olsun." dedi.
Orban'ın, eleştirilerin hedefindeki Moskova ziyareti
Macaristan Başbakanı Orban'ın "barış misyonu" olarak adlandırdığı ve ülkesinin AB dönem başkanlığını devralmasının 5. gününde Moskova'ya yaptığı ziyaret, AB içerisinde tepki çekmişti. AB Komisyonu Başsözcüsü Eric Mamer, konuyla ilgili daha önceki açıklamasında, AB'nin Macaristan tarafından ziyaret öncesinde bilgilendirilmediğini belirtmişti.
AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen de "Orban, Moskova'yı ziyaret ediyor. Putin, yatıştırılarak durdurulamaz. Ukrayna'da kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışın yolunu ancak birlik ve kararlılık açacaktır." değerlendirmesini yapmıştı.
Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ise "AB dönem başkanlığının AB adına Rusya ile temas kurma yetkisi yoktur." uyarısında bulunmuştu.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de "Macaristan Başbakanı hiçbir şekilde AB'yi temsil etmiyor." mesajını paylaşmıştı.
Ancak AB'den gelen tepkilere rağmen Orban, Moskova'yı ziyaret etmiş, amacının Birliği temsil ederek müzakere başlatmak değil, barış yolunda ilk adımların atılmasına hizmet etmek olduğu dile getirmişti.
AB Komisyonu, 15 Temmuz'da, Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen'in dönem başkanı Macaristan'ın başkanlığında yapılacak tüm gayriresmi toplantılarda Komisyon üyelerince değil, kıdemli memurlar tarafından temsil edilmesine karar verildiğini duyurmuştu. Bazı üye ülkeler ise daha öncesinde söz konusu toplantılara, "boykot" olarak, bakan düzeyinde katılmayacaklarını duyurmuştu.
Michel, AB Komisyonunun Macaristan'ın dönem başkanlığında yapılacak gayriresmi toplantılardaki temsil seviyesinin düşürülmesi suretiyle boykot edilmesine karşı olduğunu belirtmişti.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-orbanin-rusya-ziyaretine-tepki-olarak-budapestedeki-toplantiyi-bruksele-aldi-/3282550 | 2,456 | 5,071 |
AB-Türkiye 18 Mart Mutabakatı'nın mimarı Gerald Knaus Ukrayna mülteci krizini değerlendirdi
European Stability Initiative (ESI) Başkanı Gerald Knaus, dünyanın Suriye Savaşı'nın yol açtığı göç dalgasından da büyük bir göç kriziyle karşı karşıya olduğunu söyledi.
İstanbul
Dokuzuncu gününe giren Rusya-Ukrayna savaşı 1 milyon Ukraynalının Avrupa'ya göç etmesine neden oldu. Bu süreçte Ukrayna'dan kaçan farklı ırklara mensup mültecilere yönelik ayrımcı uygulamalar gündem olmaya devam ediyor. Ukrayna'dan ayrılmaya çalışan Afrika kökenlilerin Polonya sınırında ırkçı muameleye maruz kaldığı iddiaları basına yansımıştı. Avrupalı medya mensupları ve akademisyenlerin Ukraynalı göçmenleri “sarışın, mavi gözlü ve Avrupalı” olmalarından ötürü iltica hakkına sahip oldukları söylemleri kamuoyunda tepki yaratmıştı.
Ukrayna'dan yaşanan kaçışlar Suriye Savaşı'nın neden olduğu göç dalgasını hatırlatırken bu yeni göçmen krizine yönelik sadece Avrupa medyasının değil kurumlarının da yaklaşımındaki farklılık mültecilere “çifte standart” uygulandığı yönünde iddialara neden oluyor.
Dün Avrupa Komisyonu Yugoslavya Savaşı'nın akabinde alınan ve savaş sonrası Avrupa'ya göçmen kabulünü kolaylaştıran kararı yıllar sonra ilk kez Ukraynalı göçmenler için yürürlüğe koydu. Buna göre Ukraynalı göçmenler özel koruma statüsüyle iltica statüsü almaya gerek kalmadan ilgili ülkelerce kabul edilecek. Önce 1 yıl için geçerli olan “koruma statüsü” 3 yıla kadar uzatılabilecek. Koruma statüsü Ukraynalı göçmenlerin sosyal yardıma erişimi ve çalışma iznini verilmesini de kapsıyor.
Söz konusu tartışmalar bağlamında Türkiye-AB arasındaki 18 Mart Mutabakatı'nın mimarı, European Stability Initiative (ESI) Başkanı Gerald Knaus, AA Analiz'in sorularını yanıtladı.
Yeni bir mülteci krizi kapıda mı?
Halihazırda İkinci Dünya Savaşı'ndan beri yaşanan en büyük mülteci krizine şahit oluyoruz. Bir hafta içinde 1 milyon kişi AB'ye ve Moldova gibi Ukrayna'nın komşu ülkelerine giriş yaptı. Bu durum devam ederse birkaç hafta içinde, dünyadaki en büyük mülteci krizi yaşanabilir. Hatta Suriye krizindekinden bile büyük olabilir.
Suriye'de savaş başladığında Türkiye nasıl çok sayıda mülteciyi kabul ettiyse Avrupa da şu anda benzer tepkiyi veriyor. AB Ukraynalılar için sınırlarını açmış durumda. AB Ukrayna'da mukim -Ukraynalı olmasa bile- herkesin AB'ye giriş yapabileceğine karar verdi. AB halklarında oldukça büyük bir mobilizasyon ve empati var. UNHCR'ın son verilerine göre şu anda 1 milyon, ekseriyeti kadın ve çocuklardan oluşan mülteci var. AB bu mültecilere sahip çıkacak. Mültecilere sığınmacı statüsü için başvurmak zorunda kalmadan tüm AB içinde bir yıllık oturum izni verilecek.
Avrupa neden Ukraynalı mültecilere özel muamele gösteriyor?
Buna katılmıyorum. Şu anda insanların tanıdıkları, bildikleri komşularına yardım etmek istemeleri oldukça normal bir durum. Avrupalı insanlar Ukrayna'yı daha iyi tanıyorlar, Afganistan'la ilgili çok bir bilgileri yok. Tıpkı Türkler gibi. Türkler Suriyelileri daha iyi tanıyorlar, öte yandan Yemen'deki insanlara dair çok bir şey bilmiyorlar. Kolombiya'da da aynı şekilde. Onlar da Venezuelalıları tanıyorlar ancak Orta Doğu hakkında pek bilgileri yok. Yani bu üç örnekte olduğu gibi, Avrupalılar, Kolombiyalılar ve Türkler başka gidecek yeri olmayan bu komşuları ile kendilerini daha çok özdeşleştirebiliyorlar. Tanıdığınız insanla tanımadığınız insan arasında sizin için fark vardır. Yine de herkesin insan haklarına saygı duymak zorundasınız. Mülteci Konvansiyonu herkes için geçerlidir. Ancak tanıdığınız komşularınıza dokunulduğunda ve bunun bir saldırı olduğunu bildiğinizde onlar için empati beslersiniz ve bu normal bir insan davranışıdır.
Suriyeli mültecileri bir tehlike olarak gören Avrupa kamuoyu neden Ukraynalıları kolayca kabullendi?
Suriyeli mülteci krizini hatırlarsak Almanya bir yılda 1 milyon mülteciyi kabul etti. O zaman da toplumda benzer bir harekete geçme ve empati mevcuttu; İsveç'te, Almanya'da Avusturya'da. Sanırım ikisi arasındaki fark şu: İnsanlar ülkelerine gelen mültecilerin hikayelerini bilmeye ihtiyaç duyuyorlar. Alman medyasında Esed'in gaddarlığı ile ilgili çok haber bulursunuz. Bu haberlere Polonya ya da Macaristan'da rastlamazsınız. İnsanları korkutmak kolaydı, popülistler çok tanımadıkları Müslüman mültecilerle ilgili korku atmosferi yaratıyorlardı. Bu bir bahane değildir ancak durumu açıklar ve ne yapılabileceğine dair bir yol sunar.
İnsani iletişiminiz olmadığında korku atmosferi ve ön yargılar oluşturmak kolaydır. Türkiye'nin dünyada bu zamana kadar en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olduğunu unutmayalım. Ama Almanya da ilk 5'teydi ve Almanya daha çok Müslüman mülteciye kapılarını açtı. Yani Almanya, İsveç ya da çok sayıda mülteci kabul eden ülkeler söz konusu olduğunda bir çifte standart olduğunu kabul etmiyorum. İnsanlar her yerde aynıdır. Güçlü bir dayanışma hissiyatı için ortak bir hikâyeye ihtiyacınız vardır, kimle dayanıştığınızı tanıdığınız. Bu hikaye de hem medya da hem kişisel iletişimimiz ile gördüğümüz, duyduğumuz algıların bir sonucunda oluşur.
Ukrayna'dan kaçan mültecilere muamelede çifte standart iddialarına ne diyorsunuz?
Ukrayna'dan kaçan ve AB tarafından koruma altına alınan kişilerin seçilmesinde ırkçı bir tutum söz konusuysa burada tabii ki endişelenmek gerekir. Ancak kurallar ve Avrupa Komisyonunun önerileri oldukça açıktır. “Ukrayna'da olan herkes AB'ye girme hakkına sahiptir” der. Kiev'deki Afrikalı öğrenciler, Azerbaycanlı işçiler, Afganistanlı sığınmacılar… Ukrayna'da olan herkes AB'ye girme hakkına sahip şu an. Kural budur. İlginç bir şekilde Ukrayna Dışişleri Bakanı bir tweet attı. Şu anda gözetmesi gereken birçok sorunu olmasına rağmen AB'ye “Ukrayna'da yaşayan Afrikalı misafirlerimiz dahil lütfen herkesi kabul edin.” dedi. Bu da kesinlikle AB'nin yapması gereken şeydir.
Yunanistan Başbakanı Miçotakis bugün Ukraynalı mültecileri kabul etmeye hazır olduğunu söyledi. Geçmişte Suriyelilere yönelik böyle bir tutum yoktu.
Burada iki mesele var. Ukrayna ve diğer örnekler için zamanlara baktığımızda farklı uygulamalar görürüz. Ukraynalılar Avrupa'da vizesiz seyahat hakkına sahipler. Avrupa'da kimse onları içeri kabul etmek için bir karar vermek zorunda değil. Hepsinin 3 ay boyunca turist olarak gelmeye zaten hakkı var. Şu an tek soru: Avrupa'daki tek sorun vizesiz seyahat iptal mi edilmeli? Bunu kimse yapmak istemez, doğru olan da bu. Yani Ukraynalılar için böyle bir karar verme gibi bir durum söz konusu değil. AB 2017'de Ukrayna vatandaşları için vize serbestisi kararı vermişti. Bu da Ukrayna krizinin neden farklı olduğunu açıklıyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-turkiye-18-mart-mutabakatinin-mimari-gerald-knaus-ukrayna-multeci-krizini-degerlendirdi/2523448 | 3,296 | 6,749 |
AB, X platformunun kurallara uymadığı görüşünde
Avrupa Birliği (AB), Elon Musk'ın sahibi olduğu X sosyal medya platformunun Birlik çevrim içi içerik kurallarına aykırı davrandığını bildirdi.
Brüksel
AB Komisyonu, X (Eski adıyla Twitter) platformuna yönelik soruşturmada şirkete Dijital Hizmetler Yasası'nı (DSA) ihlal ettiği yönündeki ön bulguların gönderildiğini açıkladı.
Açıklamada, "Komisyon, bugün X'e, karanlık modeller, reklam şeffaflığı ve araştırmacılar için veri erişimiyle ilgili alanlarda AB yasalarını ihlal ettiği yönündeki ön görüşünü iletti." ifadesi kullanıldı.
İçerik denetimi, reklamcılıkta şeffaflık ve hesap verebilirliğin AB dijital kurallarının merkezinde yer aldığına işaret edilen açıklamada, yapılan incelemede X platformunun mavi onay işaretinin kullanıcıları yanıltıcı bir şekilde tasarlandığı ve çalıştırıldığı, bunun kullanıcıları aldatmak için kötü niyetli aktörler tarafından kullanıldığı yönünde kanıtlar bulunduğu bilgisi verildi.
Açıklamada, X'in reklam konusunda gerekli şeffaflığı sağlamadığı ve AB yasalarında belirtilen koşullar doğrultusunda araştırmacıların kamuya açık verilere erişimini sağlamadığı belirtildi.
X'in bu aşamadan sonra Komisyonun soruşturma dosyasındaki belgeleri inceleyerek ön bulgular karşısında kendisini savunabileceği hatırlatılan açıklamada, Komisyonun, ön bulgularının teyit edilmesi durumunda X'in dünya çapındaki toplam yıllık cirosunun yüzde 6'sına varan para cezası kesebileceği ve şirketin ihlali gidermeye yönelik önlemler alması gerekeceği kaydedildi.
AB Komisyonunun İç Pazardan Sorumlu Üyesi Thierry Breton da sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Eskiden mavi tik güvenilir bilgi kaynakları anlamına geliyordu." ifadesini kullandı.
X ile ilgili ön görüşlerinin kullanıcıların kandırıldığı ve AB dijital kurallarının ihlal edildiği yönünde olduğunu belirten Breton, X'in savunma hakkı bulunduğunu ancak görüşlerinin onaylanması halinde para cezası keseceklerini ve uygulamada önemli değişiklikler talep edeceklerini bildirdi.
AB'nin geçen yıl yürürlüğe giren yasası büyük dijital platformlara katı kurallar getirmişti.
AB, kural ihlalinde bulunan dijital platformlara küresel cirolarının yüzde 6'sına kadar para cezası uygulayabiliyor. İhlallerin tekrarı durumunda söz konusu dijital platformların AB'deki faaliyetine son verilebiliyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ab-x-platformunun-kurallara-uymadigi-gorusunde/3273503 | 1,230 | 2,484 |
ABD askeri unsurları Suriye sınırından çekiliyor
Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Suriye topraklarında yer alan Tel Abyad ve Ras'ül Ayn'daki ABD askeri noktalarını kullanan hareketli unsurlar çekilmeye başladı.
Tel Abyad/Ankara
ABD'ye ait askeri noktaları kullanan hareketli unsurlar, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Suriye topraklarında yer alan Tel Abyad ve Ras'ül Ayn'dan çekilmeye başladı.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan: ABD'nin bölgeden çekilme süreci başladı
- Erdoğan ile Trump 'güvenli bölge'yi görüştü
- 'ABD, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yapacağı operasyona dahil olmayacak'
ABD'nin Suriye iç savaşına dahli, Eylül 2014'te terör örgütü DEAŞ'a yönelik hava saldırılarıyla başladı. Yükselen DEAŞ tehdidi karşısında ABD, YPG/PKK'yı kara gücü olarak konumlandırdı. Aynı dönemde başlayan hava desteğiyle YPG/PKK, Ocak 2015'te Aynularab'dan (Kobani), Haziran 2015'te Tel Abyad'dan DEAŞ'ı çıkararak buraları işgal etti.
Ankara'nın tüm uyarılarına rağmen ABD ordusu YPG/PKK'nın büyümesine ve yayılmasına tüm imkanlarıyla yardımcı oldu. YPG/PKK, 2015'in sonunda Fırat Nehri'nin batı yakasına geçti.
ABD, bu süreçte Haseke'nin Rümeylan ilçesinde bir hava üssü inşa etti. Nisan 2016'dan itibaren kara yoluyla Irak'tan ve hava yoluyla Rümeylan'a askeri sevkiyatlar başladı. Binlerce ağır silah, zırhlı araç, tanksavar, silah ve mühimmat akışı sayesinde YPG/PKK, iki yıl içinde ülkenin yaklaşık üçte birini işgal etti.
Aynı süre içinde ABD de YPG/PKK'nın işgal alanlarında üsler kurdu.
Haseke, Rakka, Deyziyor, Münbiç ve Tel Abyad bölgelerinde toplam 18 askeri nokta kuran ABD, buralarda 2 bin civarı askeri personel bulunduruyordu.
Ekim 2017'de DEAŞ'ı Rakka ve Deyrizor'un büyük kısmından çıkaran ABD, bu dönemden sonra üs kurma faaliyetine hız verdi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın, geçen yıl Suriye'deki askeri varlığını çekmek istediğini açıklamasına rağmen Washington, bu ülkedeki askeri varlığını sürdürdü.
Hareketli unsurlar çekiliyor
Öte yandan, Tel Abyad ve Ras'ül Ayn'daki ABD askeri noktalarını kullanan hareketli unsurlar çekilmeye başladı.
Çekilmeyi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da "(Trump'la) Akşamki görüşmemizden sonra bölgede Sayın Başkan'ın ifade ettiği gibi bu çekilme olayı başlamış vaziyette." sözleriyle doğruladı.
ABD ordusu, Fırat Nehri'nin doğusunda bulunan Tel Abyad ve Ras'ül Ayn ile bu bölgelerin arasında yer alan askeri noktalarını, güneydeki M4 otoyoluna yakın hatlara kaydırıyor.
Zırhlı araçlar askeri malzemeler, elektronik harp ve sinyal istihbarat malzemelerini de taşıyor.
YPG/PKK ise Deyrizor'dan bölgeye 4X4 pikap ve zırhlılardan oluşan 30 araçlık konvoy gönderdi. Araçlarda onlarca teröristin bulunduğu görüldü.
Örgüt ayrıca, Rakka ilindeki cephaneliklerinden çıkardığı tanksavar TOW füze bataryalarını Tel Abyad-Ras'ül Ayn arasındaki hatta sevk etti.
Dün gece saatlerinde Erdoğan ve Trump telefon görüşmesi gerçekleştirmişti.
Beyaz Saray'dan sabah saatlerinde, "Türkiye, yakın zamanda Suriye'nin kuzeyine uzun süredir planladığı operasyon için harekete geçecek. ABD Silahlı Kuvvetleri, bu operasyonu desteklemeyecek ya da bu operasyona dahil olmayacak." açıklaması yapılmıştı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-askeri-unsurlari-suriye-sinirindan-cekiliyor/1604487 | 1,641 | 3,307 |
ABD Başkanı Biden'dan, Gazze'ye geçici liman projesi konusunda hayal kırıklığı itirafı
ABD Başkanı Joe Biden, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nden Gazze'ye insani yardım taşınmasını hedefleyen geçici liman projesinin, kendisini hayal kırıklığına uğrattığını söyledi.
Washington DC
Bu yıl ABD'nin başkenti Washington'da gerçekleşen NATO Zirvesi'nin bitiminde düzenlenen basın toplantısında konuşan Biden, bir gazetecinin sorusu üzerine, ABD ordusunun Gazze kıyısına kurduğu geçici liman projesiyle ilgili "Ortaya koyduğum bazı şeylerin başarısız olması nedeniyle hayal kırıklığına uğradım." dedi.
Biden, iki kez olumsuz hava koşulları nedeniyle devre dışı kalan, üzerinden taşınan yardım malzemeleri Gazzelilere ulaştırılamayan geçici liman için "Projenin daha başarılı olmasını umuyordum." yorumunda bulundu.
Gazze'ye yüzer liman gönderileceğini Biden duyurmuştu
ABD Başkanı Biden, 7 Mart'ta yaptığı son Birliğin Durumu konuşmasında, Gazze halkına insani yardımların ulaştırılması için bölgeye geçici liman gönderileceğini duyurmuştu.
Biden yönetimi bu yöntemle kara sınırından Gazze'ye insani yardımın girmesini yavaşlatan İsrail yönetiminin koyduğu engeli aşmayı hedefliyordu. Bunun üzerine Pentagon, ABD istihkam birliklerinin kullandığı yüzer iskele sistemi JLOTS'u, Gazze kıyılarına doğru yola çıkardı.
İki aydan fazla süren intikalin ardından yüzer iskele, ilk kez mayıs ortasında faaliyete geçti. 25 Mayıs'ta çıkan fırtına sonucu hasar gören iskele, İsrail'de onarıldıktan sonra yeniden Gazze sahiline kurulmuştu.
ABD'nin insani yardımları indirdiği Gazze kıyısındaki alan dolma noktasına gelirken, bugüne kadar deniz yoluyla gelen yardımların ne kadarının Gazzelilere ulaştığı hakkında bilgi verilmedi. Pentagon, olumsuz hava koşulları nedeniyle İsrail'in Aşdod kıyılarına çekilen geçici limanı yeniden Gazze'ye kuracağını duyurmuştu. Ancak Biden'ın bu açıklamasından sonra ABD ordusunun geçici yüzer liman ile ilgili nasıl bir adım atacağı bilinmiyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-baskani-bidendan-gazzeye-gecici-liman-projesi-konusunda-hayal-kirikligi-itirafi/3273110 | 1,026 | 2,120 |
New York
ABD'de federal mahkeme, tüm sağlık çalışanlarının yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşısı olması zorunluluğuna karşı tedbir kararı alarak 10 eyalette uygulamayı durdurdu.
Associated Press'in haberine göre, Missouri eyaleti Federal Bölge Mahkemesi Yargıcı Matthew Schelp, kararında, devlete ait sağlık sigortası programları Medicare ve Medicaid'in, programlarla anlaşmalı kurumlarda çalışanlara aşıyı zorunlu tutmak için ABD Kongresinden yetkileri bulunmadığını belirtti.
Schelp, böylece ABD yönetiminin getirdiği sağlık çalışanlarının Kovid-19 aşısı olması zorunluluğuna karşı ilk hukuki mücadeleyi başlatmış oldu.
Söz konusu karar, ABD yönetimini dava eden eyaletler koalisyonunda bulunan Alaska, Arkansas, Iowa, Kansas, Missouri, Nebraska, New Hampshire, Kuzey Dakota, Güney Dakota ve Wyoming eyaletlerinde geçerli oldu.
Haberde, söz konusu eyaletlerin vali veya başsavcılarının Cumhuriyetçi partiden olduğu vurgulandı.
Biden yönetimi, sosyal sigorta programları üzerinden devletten fon alan yaklaşık 76 bin sağlık kurumunda çalışan 17 milyondan fazla çalışanın 6 Aralık'a kadar ilk doz, 4 Ocak 2022'ye kadar ikinci doz Kovid-19 aşısı yaptırmış olmasını şart koşuyordu. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-de-saglik-calisanlarina-asi-zorunlulugu-10-eyalette-durduruldu/2435029 | 543 | 1,178 |
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Uygur toplumu mensuplarıyla bir araya geldi
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Uygur asıllı Mihrigül Tursun, Gülçehre Hoca, Firkat Cevdet ve Arafat Erkin ile görüştü.
Washington
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'indeki toplama kampından kurtulan Mihrigül Tursun ile akrabaları kamplarda bulunan Uygur toplumu temsilcileriyle dün bir araya geldiği bildirildi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Robert Palladino, yazılı açıklamasında, Pompeo'nun dün, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki toplama kampından kurtulan Mihrigül Tursun; akrabaları Çin'in toplama kamplarında bulunan Uygur Müslümanları Gülçehre Hoca, Firkat Cevdet ve Arafat Erkin ile görüştüğünü kaydetti.
Çin'in bir milyondan fazla Uygur, Kazak ve diğer Müslüman azınlıkları toplama kamplarında yasa dışı olarak tuttuğuna dikkati çeken sözcü Palladino, "Bakan, Çin'in insan hakları ihlallerine karşı seslerini duyurmaları dolayısıyla onların cesaretlerini takdir etti. Çin'in İslam ve diğer dinlere karşı yürüttüğü baskı kampanyasının sonlandırılması için ABD'nin desteği konusunda vaatte bulundu." ifadelerine yer verdi.
Palladino, Uygur temsilcilerinin anlattıklarının, Çin kamplarında yaşanan zulmün sadece birkaçı olduğuna işaret ederek, “Onlar, Sincan bölgesinde kendi adlarına konuşamayan, özgürce hareket edemeyen, kendilerini düşünemeyen ve dinlerinin en temel uygulamalarını yerine getiremeyen bir milyon veya daha fazla insan adına konuşuyorlar.” değerlendirmesinde bulundu.
ABD Dışişleri Bakanlığının Çin'e ilişkin 2018 İnsan Hakları Raporunda, Uygurların maruz kaldığı işkence ve baskılara detaylı bir şekilde yer verildiğini belirten Palladino, Çin yetkililerinin, Müslümanların evlerinde zorla kalma, onlara zorla içki içirme ve domuz eti yedirmenin yanı sıra cinsel taciz ve cinayet gibi birçok suça bulaştıklarına dikkati çekti.
Palladino, "Çin hükümetine, bu kişilerin aile mensuplarını ve keyfi olarak bu kamplardaki tutukluları derhal serbest bırakma çağrısında bulunuyoruz." açıklamasını yaptı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-disisleri-bakani-pompeo-uygur-toplumu-mensuplariyla-bir-araya-geldi/1431951 | 1,087 | 2,198 |
ABD, Gazze'ye kurulan geçici limanı tamamen kaldıracak
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, basına yaptığı açıklamada, Gazze'ye yardım ulaştırmak için yüzer limana artık ihtiyaç duyulmadığı için tamamen kaldırılacağını söyledi.
Ankara/Amman
Kesin kararın ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) tarafından açıklanacağını belirten Sullivan, "Ancak kısa süre içerisinde iskele operasyonlarını tamamen durduracağımızı bekliyorum." ifadesini kullandı.
- Biden'dan, Gazze'ye geçici liman projesi konusunda hayal kırıklığı itirafı
- ANALİZ- ABD'nin "Gazze İskelesi" tiyatrosu ve siyasi hesaplar
Sullivan, Gazze'deki sorunun "artık yardım sokmak değil, yardımın insanlara güvenli ulaşılmasını sağlamak" olduğunu savunarak "Şu an bizi meşgul eden şey, Gazze'ye dışarıdan yardım ulaştırmak değil, (bu yardımları) içeride dağıtmaktır. Bu durum, iskelenin kalan süresi hakkındaki düşüncemizde etkili oldu." diye konuştu.
Pentagon Basın Sekreteri Tümgeneral Patrick S. Ryder yaptığı açıklamada, iskeleyi yeniden demirlemeye yönelik son çabanın "teknik ve hava ile ilgili sorunlar" nedeniyle başarısız olduğunu, iskelenin, destek gemilerinin ve diğer ekipmanların İsrail'in Aşdod kentindeki limana geri döneceğini ve "bir sonraki duyuruya kadar burada kalacaklarını" duyurmuştu.
Ürdünlü uzmana göre, ABD'nin yüzer iskele projesinin hedefi Gazze halkını göçe teşvik etmek
Ürdünlü uzman Ahmed el-Hayle, İsrail'in 280 gündür bombaladığı Gazze Şeridi'nde yaşanan gelişmelere dair AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
Hayle, Gazze'deki sivil halkın direnişleriyle topraklarına olan bağlılıklarını gösterdiklerinin altını çizdi.
ABD'nin inşa ettikten 124 gün sonra kaldırma kararı aldığı yüzer iskeleye ilişkin Hayle, "Filistin halkının direnişi, Gazze'den tehcir düşüncesinin önüne geçti ve ABD'nin Gazze'de inşa ettiği yüzer iskeleyi de başarısız kıldı. Gazze'de inşa edilen yüzer iskelenin birçok hedefi vardı, bunların başında ise tehcir vardı ve bu da çok tehlikeli bir durumdu. İşgalci İsrail de buna, gönüllü tehcir adı altında birçok kez dikkat çekti. Bu nedenle de yüzer iskele ile gönüllü göç söylemlerinin gündeme getirilmesi eş zamanlı yapıldı." diye konuştu.
Hayle, Lübnan'daki Hizbullah ile İsrail arasında süren çatışmaların yayılma ihtimaline karşı ABD'nin yüzer iskeleyi İsrail'e destek için kullanma planlarına işaret ederek, öyle bir durumda İsrail'in kuzeyinde yer alan Hayfa Limanı'nın vurulması halinde yüzer iskeleyi devreye sokma ihtimaline dikkati çekti.
Washington'ın yüzer iskeleyi Gazze'ye insani yardımların deniz yoluyla ulaştırılması hedefiyle inşa ettiği yönündeki açıklamalarını hatırlatan Hayle, "Yüzer iskelenin inşa amacı insani yardımlar olsaydı, Refah Sınır Kapısı ve diğer kapılar vardı. Ancak İsrail, Refah Sınır Kapısı'nı yıktı." dedi.
Gazze'ye insani yardımların ulaştırılması için yüzer iskele yerine sınır kapılarını kullanma imkanı olduğu halde buna izin verilmediğine dikkati çeken Hayle, "ABD insani yardım konusunda samimi olsaydı, maliyeti 32 milyon dolara ulaşan yüzer iskele yerine sınır kapılarından birini veya ikisini kullanırdı." diye konuştu.
Ürdünlü uzman, ABD'nin inşa ettiği yüzer iskeleye dair şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu iskelenin hedeflerine daha ilk günden şüpheyle bakılıyordu. Bu iskele, alternatifler olduğu halde gerçekten Gazze Şeridi'ne insani yardımların deniz yoluyla ulaştırılmasında mı kullanılacaktı? Peki Washington'ın yüzer iskeleden vazgeçmesinin sebebi nedir? İskelenin inşa edildiği günden beri çok az yardım girişini sağladı. Bu da gösteriyor ki Gazze'ye insani yardımların ulaştırılması, ABD için öncelikli mesele değildir. Bu durumda ABD için yüzer iskelenin inşasında yardımlar dışında birtakım hedefler söz konusu. Yüzer iskele tehcir için planlandıysa da neden kullanılmadı?"
Filistin halkının topraklarından vazgeçmediği için ABD tarafından inşa edilen yüzer iskelenin stratejik hedeflerinin başarısızlıkla sonuçlandığına işaret eden Hayle, "Gazze'den tehcir düşüncesinin önüne geçen Filistin halkı ve topraklarındaki direnişi oldu. Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki yaklaşık 700 bin Filistinli hala bölgeyi terk etmeye yanaşmadı." ifadelerini kullandı.
"Washington'ın üzerindeki baskılar yüzer iskelenin inşasında etkili oldu"
İsrail'in Gazze'ye insani yardımların girişini yasaklayarak Filistin halkını açlık felaketine sürüklemesinin hem dünyada hem de ABD'de halkın öfkesine sebep olduğunun altını çizen Hayle, şunları kaydetti:
"Dolayısıyla Washington'ın üzerindeki baskılar da yüzer iskelenin inşasında etkili oldu. ABD iskeleyi reklam amacıyla kullanmış oldu. Öyle ki ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, seçimlerin de yaklaştığı bir dönemde üzerlerindeki tepkileri hafifletmeye çalıştı."
Gazze'deki yüzer iskeleyi yerinden söken ABD'nin insani yardımlar için sınır kapılarını açma konusunda İsrail'e baskı kurmaktan aciz olduğunu söyleyen Hayle, ABD'deki seçimlerin yakın olduğu ve bu nedenle de yönetimin İsrail'e baskı kurma durumunda olmadığını ifade etti.
ABD'nin de "Hamas'ı bitirme" yönünde hedef koyan İsrail'i desteklediğini vurgulayan Hayle, "ABD'nin İsrail'e desteği değişmeyecek, çünkü meselesi İsrail'i korumak, bu İsrail'in aşırı sağcı Başbakanı Binyamin Netanyahu veya diğer aşırı sağcılarla ilgili de değil." dedi.
İsrail'in Gazze Şeridi'nde uyguladığı zorla aç bırakma politikasını bir savaş aracı olarak kullandığını dile getiren Hayle, "Bu ahlak dışı bir üslup olduğu gibi siyasi amaçlar için kullanılan bir savaş suçudur." diye konuştu.
Geçici liman Gazzeliler için hayal kırıklığına dönüştü
ABD Başkanı Joe Biden, 7 Mart'ta yaptığı son Birliğin Durumu konuşmasında, Gazze halkına insani yardımların ulaştırılması için bölgeye geçici liman gönderileceğini duyurmuştu.
Biden yönetimi bu yöntemle kara sınırından Gazze'ye insani yardım girmesini yavaşlatan İsrail yönetiminin koyduğu engeli aşmayı hedefliyordu. Bunun üzerine Pentagon, ABD istihkam birliklerinin kullandığı yüzer iskele sistemi JLOTS'u Gazze kıyılarına doğru yola çıkardı.
İki aydan fazla süren intikalin ardından yüzer iskele ilk kez mayıs ortasında faaliyete geçti. 25 Mayıs'ta çıkan fırtına sonucu hasar gören liman, İsrail'de onarıldıktan sonra yeniden Gazze sahiline kurulmuştu.
ABD'nın insani yardımları indirdiği Gazze kıyısındaki alan dolma noktasına gelirken bugüne kadar deniz yoluyla gelen yardımların ne kadarının Gazzelilere ulaştığı hakkında bilgi verilmedi. Bu durum, Gazzeliler için hayal kırıklığına dönüşen yüzer liman projesinin ne kadar işe yaradığını tartışma konusu haline getirdi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-gazzeye-kurulan-gecici-limani-tamamen-kaldiracak/3273431 | 3,263 | 6,641 |
ABD, İsrail ve BAE'nin Gazze'de saldırılar sonrasına ilişkin görüşme yaptığı iddia edildi
ABD, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE), Gazze'de İsrail'in saldırıları sonrası döneme ilişkin planları görüşmek üzere toplantı gerçekleştirdiği öne sürüldü.
İstanbul
ABD'de yayın yapan "Axios" sitesinin iki İsrailli yetkiliye dayandırdığı haberinde, ABD, İsrail ve BAE'nin geçen hafta perşembe günü Abu Dabi'de, İsrail'in saldırıları sonrası “Gazze'ye yönelik planları görüşmek üzere gizli bir toplantı düzenlediği” iddia edildi.
Haberde, BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan'ın ev sahipliğini yaptığı toplantıya, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk ve İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer'in katıldığı belirtildi.
Filistinli gruplar, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altındaki tüm güçlerin "kapsamlı bir ulusal birliğe" ulaşma ve geçici uzlaşı hükümeti kurma konusunda anlaşmaya "varmak üzere" olduklarını duyurmuştu.
Pekin'deki toplantılara Fetih, Hamas, İslami Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Kurtuluş Demokratik Cephesi'nin bulunduğu 14 grup katılmıştı.
İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz da X sosyal medya platformundan yaptığı açıklamada, Çin'de toplanan Filistinli grupların “Gazze'nin ortak kontrolü için bir anlaşma imzaladığını” belirterek, 7 Ekim'den bu yana büyük yıkıma yol açtıkları Gazze'nin saldırılar sonrası Filistinli gruplar tarafından yönetilmeyeceğini ileri sürmüştü.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-israil-ve-bae-nin-gazze-de-saldirilar-sonrasina-iliskin-gorusme-yaptigi-iddia-edildi/3283238 | 815 | 1,651 |
ABD istihbaratına göre Rusya, ABD başkanlık seçimlerini Trump'ın kazanması için çalışıyor
ABD istihbaratı, Rusya'nın ABD'deki başkanlık seçimlerine müdahale etmeye çalıştığını ve Donald Trump'ın kazanmasını tercih ettiğini ileri sürdü.
İstanbul
The Wall Street Journal (WSJ) gazetesinin haberine göre, ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğünden ismi açıklanmayan bir yetkili, ABD'deki başkanlık seçimlerine müdahale girişimlerine dair basını bilgilendirdi.
Yetkili, Rusya'nın 2016 ile 2020 seçimlerindeki gibi sosyal medya ve internet üzerinden propaganda yoluyla ABD başkanlık seçimlerine müdahale etmeye çalıştığını ve seçimlerde Trump'ı desteklemek için yoğun çaba harcadığını ileri sürdü.
Moskova'nın bu seçim sürecinde şu ana kadar tespit edilen faaliyetlerinin, Demokrat Parti e-postalarının ele geçirilmesi ve sızdırılması, önceki seçimlerde Demokrat aday Hillary Clinton'ın kampanyasını baltalamayı amaçlayan bazı eylemleri içerdiğini savunan yetkili, Rusya'nın müdahale girişimlerinin 2016'daki ölçek veya kapsamda olmadığını söyledi.
Rusya'nın bu kapsamda belirli seçmen kitlesini hedef alarak bölücü söylemleri teşvik ettiğini ve bazı politikacıları karalamaya çalıştığını ifade eden yetkili, İran'ın da bu yöndeki çabalarını artırdığını ve son haftalarda Gazze'deki savaşa karşı protestoları gizlice desteklediğini iddia etti.
Yetkili, "Rusya'nın başkanlık yarışı tercihlerinde geçmiş seçimlere kıyasla bir değişim gözlemlemedik." diyerek Moskova'nın önceki seçimlerde olduğu gibi Rusya'nın Trump'ın kazanmasını tercih ettiğini öne sürdü.
ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines ise dün basına yaptığı açıklamada, İran hükümetine bağlı kişilerin internetteki platformlarda aktivist rolüne büründüğünü, protestoları teşvik etmeye çalıştığını ve protestoculara mali destek sağladığını iddia etti.
Şu ana kadar gözlemlenen faaliyetlerin seçim prosedürlerini bozmaya yönelik girişimler içermediğini aktaran yetkililer, seçim tarihi yaklaştıkça Moskova ve diğer ülkelerin çabalarının artmasının muhtemel olduğunu savundu.
Çin müdahale girişiminde bulunmadı
ABD istihbarat yetkilisi, Çin'in ise ABD seçimlerine müdahale etmeye çalışmadığını kaydetti.
Yetkili, Rusya'nın 2016 seçimlerinden sonra karşılaştığı türde tepki almak istemeyen Çin'in, diplomatlarına adaylar arasındaki tercihlerini tartışmaktan bile kaçınmaları mesajını ilettiğini vurguladı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz. | https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-istihbaratina-gore-rusya-abd-baskanlik-secimlerini-trumpin-kazanmasi-icin-calisiyor/3271082 | 1,233 | 2,524 |